GEA ekibi 'deprem hazırlığı'nı anlattı: Ne yapmalıyız?

-
Aa
+
a
a
a

'GEA Toprak Ana' adlı arama kurtarma ekibinin sorumlularından Umut Dinçşahin, depreme karşı nasıl hazırlıklı olunması gerektiğini anlattı.

Fotoğraf: Getty Images

(12 Eylül 2019 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Evet Açık Radyo, Açık Gazete, GEA Toprak Ana adını taşıyan arama kurtarma ekibinin sorumlularından, yetkililerinden Umut Dinçşahin’le beraberiz, tekrar hoş geldiniz.

 

Umut Dinçşahin: Teşekkürler, hoş bulduk.

 

ÖM: Bugün neler yapacağız, edeceğiz? Aradan da 20 yıl geçtiği için tam, büyük depremden, Marmara depreminden genç nesil, genç kuşak pek fazla bir şey hatırlamıyor, bilmiyor ve haklıdır da. Medyanın kabahati, bizlerin kabahati esas olarak diyelim ama siz yeni bir atölye çalışması düzenliyorsunuz, hem ona da insanların daha geniş katılmasını teşvik etmek amacıyla hem de hakikaten ben bile unutmuşum bunca zaman içinde olduğum halde. Çok önemli bunları, bilgileri tazelemek ve hatırlatmak.

 

UD: Öncelikle ‘benim başıma gelmez’ düşüncesinden kurtulmak lazım, 17 Ağustos’tan sonra yani 1999’la 2009 arasında bütün Türkiye’de sık sık yankılanan bir slogandı ‘benim başıma gelmez’ düşüncesinden kurtulmak gerekir. Çünkü içinde yaşadığımız ülke, topraklarımız büyük bir deprem tehlikesi altında, tehlikeyi riske dönüştüren bazı unsurlar da var, mesela risk dediğimiz zaman tehlikeli ile savunmasızlığı çarpıyorsunuz bunu yönetilebilirliğe böldüğünüz zaman risk çıkıyor. İstanbul dünyanın en riskli şehirlerinden bir tanesi, tehlike büyük ama risk de büyük; nüfusumuz fazla, binaların, yapı stoklarımızın durumu belli. O yüzden bugün çok pratik bilgiler paylaşmak istiyorum.

 

ÖM: Evet çok faydalı.

 

UD: Çünkü bu konuşacağımız bilgiler masa başında yazılmış bilgiler değil, sonuçta 50’nin üzerinde operasyona katıldı GEA, sadece katıldığımız operasyonlardan kaynaklanan bilgiler de değil, aynı zamanda 25 sene içinde birçok çalışma, birçok akademik çalışmanın, birçok araştırmanın içinde de yer aldık. O yüzden biz ilk başta diyoruz ki inkar etmemek gerekiyor içinde yaşadığımız gerçekliği. Çünkü bir deprem yaşandığında o anda insan beyni 5 tane aşamadan geçiyor; öncelikle inkar ediyor insan, diyor ki “hayır bu bir deprem olamaz!” ondan sonra ertelemeye başlıyoruz, ondan sonra paralize oluyoruz, dona kalıyoruz, ondan sonra panikle olmadık hareketlerde bulunuyoruz, mesela camdan atlıyoruz veya kaçmamamız gereken yerde yanlış tepkiler veriyoruz. O yüzden inkar, erteleme, paralizasyon ve panik gerçekten insanın hayatını kaybetmeyeceği bir binada bile ölümüne neden olabilir.

 

ÖM: Bir de beşinci aşama var mı?

 

UD: Geri toparlanma var, beşinci aşama toparlanma aşaması. Mesela kriz anında hani beynin içindeki limbik sistemde bulunan amigdala dediğimiz küçücük bir nokta devreye giriyor ve 0-1 diye davranmaya başlıyor, 0 ve 1’le davranmaya başlıyoruz. Aslında bu bombalı saldırılarda da böyle, yani düşünerek davranmıyoruz. O yüzden birisi şu an tasarlasa da “ben evimdeyken şurada bulunacağım” veya bir bombalı saldırı olursa “şuradan kaçacağım, bir sokaktayken şöyle davranacağım”. Hayır, beden bir kere bu tür eğitimlerde insan aklından ziyade beden öğrenir. O yüzden tatbikatların çok önemli olduğunu düşünüyoruz, insanların bunu evlerinde tatbik etmesi gerekiyor. Bir deprem tatbikatı nasıl yapılabilir? Deprem esnasındaki an nasıl canlandırılabilir? Bu gerçekten komik gibi görünebilir ama şu şekilde en uygunu bizim bütün dünyada yaptığımız eğitimlerde, çalışmalarda gözlemlediğimiz aile bir araya geldiğinde ‘evet şu an bir deprem oluyor!’ aile bireylerinden bir tanesi alarm verdiği anda herkesin belli bir pozisyon alması gerekir ki bu pozisyonun biz cenin pozisyonu olduğunu birçok yerde gözlemledik.

 

ÖM: Ne demek cenin pozisyonu?

 

UD: Cenin pozisyonu bir deprem başladığında 3 adım atma şansımız var, biz diyoruz ki “koşma, kaçma, cenin pozisyonu al!” çünkü cenin pozisyonu binanız tam yıkılsa da veya ağır hasarlı olsa da yahut az hasarlı da olsa sizin kurtulmanıza imkan verecek bir pozisyon olduğunu müşahede ettik, gözlemledik. Çünkü az hasarlı bir binada kaçtığınız zaman binada yıkılmış küçük bölgeler bile, mesela merdivenler yıkılabilir, koridorlardaki bölümlerde yıkılmalar olabilir veya tavandan düşen nesneler size çarptığı anda siz de koşarken ona çarpıyorsanız iki taraflı bir çarpışma oluyor.

 

ÖM: Etki artıyor yani?

 

UD: Evet etki artıyor. O yüzden içinde bulunduğumuz binanın ne olduğunu da bilmiyoruz, yani bir alışveriş merkezinde de karşılaşabilirim, bir iş hanında da karşılaşabilirim, şu an burada da yaşayabilirim ki İstanbul’da yaşayan bir kişi için depremin merkezinin neresi olduğunu bilmiyoruz, bir deprem başladığında, süresinin ne kadar olduğunu bilmiyoruz, büyüklüğünün ne kadar olduğunu bilmiyoruz, büyüklüğünün ne olduğunu bilmediğimiz, süresinin ne olduğunu bilmediğimiz, merkezinin neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerde ki İstanbul ise bu farz etmemiz gereken şey 7+, 7 büyüklüğünün üzerinde olması lazım. O zaman ben kaçacak zamanım olmayacak, atabileceğim 3 adımdır, o yüzden biz diyoruz ki “kaçma, koşma, cenin pozisyonu al!” Cenin pozisyonu dizlerimiz karnımıza çekik bir şekilde, vücudumuzun yan yattığı, başımızı koruduğumuz bir pozisyondur, 9 ay 10 gün kimisine göre değişebilir ana karnında geçirilen bir süreçtir. O süreç bizim en güvenli, en rahat hissettiğimiz pozisyondur. Eğer bir kişi enkaz altında kalırsa 1 gün, 2 gün, 3 gün, 4 gün, 5 gün, aslında bir anlamda güvenli moda geçmiş oluyor. O şekilde eğer çok ölümcül yaralar almadıysa vücudunu stabil bir hale getirmiş oluyor. Tabii farklı farklı pozisyonlar var, işte çökme pozisyonu var, kapanma pozisyonu var, mesela Amerika’da FEMA’nın 1950’lerde başlattığı bir kampanya vardır, bir ara onu da anlatırım size, Edward Berny’i belki bilirsiniz.

 

ÖM: Evet evet.

 

UD: Halkla ilişkiler uzmanı beyefendi, hani Rusların atom savaşını bahane ederek bütün halka çeşitli pozisyonlar öğrettiler ve bütün okullarda bunları uygulattılar 1950’lerde, elimizde inanılmaz videolar var. Çünkü biz dünya birçok yerde bu eğitimleri verdik, Ekvador’da, Peru’da, mesela bu ülkelere gidiyorsunuz adamlar çok ilginç refleksler geliştirmişler. Mesela Peru’da adam “deprem başladığında 15 saniyede kaç!” diyor. Deprem başladığında kaç, koş ve tahliye et. Bütün Peru’daki davranış modeli buna göre şekillenmiş, ne zaman, nerede, nasıl başladı bilinmez ama

 

ÖM: Bütünüyle absürd bir şey.

 

UD: İnanılmaz, mümkün değil, çünkü 15 saniyede kaçamazsın. Yani kara plakasıyla, yerin hareketiyle yarış edebilmen mümkün değil! O yüzden bir binanın yıkılması 5 saniye de de olabilir, 10 saniye de olabilir, 15 saniye de olabilir veya binanız velev ki yıkılmadı, yıkılmasa bile üzerinize düşebilecek şeyler size gerçekten ciddi bir şekilde etkileyecektir.

 

ÖM: Gardroplar, eşyalar, buzdolabı, vs. her şey düşebilir yani.

 

UD: Kesinlikle. Bir de şöyle bir şey var, bizim çok kullandığımız bir slogan “vaktinden önce mutsuz olma, vaktinden önce mutlu da olma!” filozof Seneca’nın bir sözü. Vaktinden önce mutsuz olma yani insan kuruyor, kurguluyor, televizyonda çeşitli filmlerden gördüğü, özellikle Hollywood filmlerinde görülen deprem sahnelerinden aldığı ilhamlarla kendi düş gücünü şekillendiriyor ve şöyle bir durum ortaya çıkıyor, ben paniğin tohumlarını atmış oluyorum. Panik şu yüzden ortaya çıkıyor, iki tane sebebi var, birincisi sıkışmışlık ve sıkışacak olma hissiyatı, ikincisi yardım alamama ve yalnızlık duygusundan kaynaklanan bir haldir panik durumu. O yüzden insan kuruyor, kuruyor, kuruyor ve ben o duruma düştüğüm zaman kesinlikle paralize ve panik olma anında bir durum yaşıyorum. Mesela enkaz altından en çok kurtulan kişiler şu şekilde sıralanabilir, mesela normal hayatında kendi duygu ve düşüncelerini yönetme konusunda egzersiz yapmış kişiler, kendi psikolojisini ve iç dünyasını yönetmeye çalışan kişiler daha çok kurtulan kişiler. Veya bilgi alan ve aldıkları bilgiyi alan ve aldığı bilgiyi egzersize dönüştüren, bunu pratiklere dönüştüren kişiler daha çok kurtuluyorlar. Aynı zamanda genel hayat içinde komunitiv yapısını, doğru tutum, doğru hisleri oluşturan kişiler daha çok kurtuluyorlar. Bu ne demek? Mesela bir insan kendi davranışlarını kontrol edeceğine ve kendi yaşamını değiştirebileceğine dair bir fikre sahipse kendi yaşamının içinde bu kişiler daha çok kurtuluyor.

 

ÖM: Çünkü o zaman panik olmuyor.

 

UD: Panik olmuyor, yani “ben enkaz altında kalsam da kurtulabilirim, beni hayata bağlayan bir şey vardır” diyor. Çünkü bazı kişiler diyor ki “ama kader de var!” tamam da doğru davranmak da, bu konuda hazırlanmak da, kendi yaşamını değiştirebilmek de bu manada kaderin bir parçasıdır yani.

 

ÖM: Aynen öyle. Bir de şunu sorayım, cenin pozisyonunu aldınız en temel birincil aşama olarak, ondan sonra nasıl devam edeceğiz?

 

UD: Şöyle, bir depremin süresinin ne olduğunu bilemiyoruz ama deprem başladığında cenin pozisyonu almamız gerekiyor. Deprem bitene kadar yerimizi ve pozisyonumuzu kesinlikle değiştirmemek gerekiyor. Deprem bittikten sonra önce kendi vücudumuzu muayene ediyoruz, eğer evimizde isek ayaklarımızda herhangi bir şey yoksa, ayakkabı, vs. o zaman biz zaten hazırlık aşamasında şunu öneriyoruz, yatağınızın yanına, ben bütün dinleyici dostlarımdan rica ediyorum, bu akşam eve gittiğinizde yataklarımızın yanına, kendi çocuğunuzun, eşinizin, kendinizin yatağının yanına ayakkabı, fener, düdük ve su koyun lütfen! Ayakkabı depremden sonra kırılacak camlar veya ortaya çıkacak cüruflar nedeniyle ayaklarımızı parçalayabiliriz.

 

ÖM: Bu çok önemli!

 

UD: Marmara depreminden sonra ve birçok depremden sonra insanlar binalarını hafif hasarlı bile olsa terk ederken ayaklarını parçaladılar ve 5-6-7 gün yere basma imkanları kalmadı.

 

ÖM: Ve kaçma imkanı da yok, yani kurtulma imkanı da yok o zaman.

 

UD: Evet, kaçma imkanı da yok veya orada yaşamını idame ettirme imkanı da yok çünkü normal hayatınızı sürdürmeniz gerekiyor. O yüzden ayakkabı, karanlıksa toz, duman ise ve bastığınız yeri görebilmek için fener, Marmara depreminde çok kez karşılaştık, birçok kişi, sadece Marmara depreminde değil mesela Tayvan’da da, başka yerlerde de insan kaçıyor, merdivenler yıkılmış, bastığı yeri göremiyor ve merdiven boşluğuna düşüyor. Yani İzmit’te mesela böyle bir aile dramı ile karşılaştık. O yüzden sen kaçarken bastığın yeri görmen lazım, deprem yangına benzemez, yani deprem esnasında kaçmak diye bir şey yok zaten. Bu fikri lütfen kafalarımızdan çıkarıp atalım, bu bir mitostur, yani yakında bir Hollywood filmi çekildi, diyorlar ki “deprem olduğunda kaçabilirsin” ve gerçekten de adam fay hattı kırılırken koşarak kaçıyor ve fay onu kovalıyor! Bu gerçek değil, böyle bir gerçeklik yok! Deprem olduğunda bir kitle şeklinde binalar çöküyor o yüzden diyoruz ki

 

ÖM: Pardon, fener konusunda bir şey sorayım, bu cep telefonları da şimdi fener görevi yapıyorlar ama şarjla ilgili sorunlar da olabilir herhalde.

 

UD: Bir de bu tür fenerlerde filan en iyisini almak gerekiyor, çünkü Murphy kanunu, çalışması gerektiği zamanda da çalışmıyor, o yüzden yatağımızın yanında fener olması lazım.

 

ÖM: Cep telefonuna güvenmeyelim.

 

UD: Fener, düdük, eğer enkaz altında kalırsak veya bir yardım istersek kesinlikle düdük olması lazım, su, ihtiyacımız olan bir su olabilir veya herhangi bir yani binayı tahliye ederken fener, ayakkabı, düdük ve su olması lazım. O yüzden deprem bitti, cenin pozisyonundan sonra kendimizi kontrol ettik, enkaz altında değiliz. Çünkü adrenalin nedeniyle vücudumuzda bir yaralanma olsa bile yani yaralandığımızı fark etmeyebiliriz.

 

ÖM: Evet.

 

UD: Bir bombalı saldırıdan sonra bile bir kişinin vücudunda bir uzuv kaybı olduğunda onu fark edemeyebilir. O yüzden kendimizi muayene ediyoruz, daha sonra yakınlarımıza destek veriyoruz, yakınlarımıza destek verdikten sonra deprem çantamız ya da afet çantamızı alıyoruz. Afet çantamızın içinde, bu afet çantası ya da deprem çantası enkaz altında kalındığında kullanılacak bir çanta değildir, afet çantası depremden sonra binayı terk ederken yanımıza alacağımız bir çantadır. İçinde önemli evrakların olması, kullandığımız ilaçların olması, bir miktar para olması, çok önemli buluyorum bir radyo olması, mesela bu sene GEA’nın 25. yılı, biz radyoyla ilgili bir kampanya yapmak istiyoruz, insanların kesinlikle radyolarını çantalarına koyması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü iletişim, yaşanan olayın ne olduğunu algılamakla ilgili imkanlarımız bir süre olmayacaktır. O yüzden radyo yani ekip içinde de tartıştık, birazcık eski moda gibi gelebilir ama hayır radyonun, el radyosunun kesinlikle çantada olması gerekiyor.

 

ÖM: Evet çok iyi hatırlıyorum, 1999’daki depremden sonra beraber de konuşmuşluğumuz var bu konuda, ilk birkaç saat tamamen panikte kalıp ne yapacağımızı bilememiştik ama ondan sonra da radyo içindeyiz ve böyle bir radyoyu yönetiyoruz, program yapıyoruz, bunu iletişimin 1 numaralı odağı haline getirmeliyiz diye düşünmüştük ve epey de öyle çalışıldı yani.

 

UD: Evet, şu an Afet FM var, bu çok önemli, AFAD’ın yönettiği acil bir durumda devreye girecek, bunun dışında mesela Açık Radyo o dönemde ve diğer birçok radyo kanalı bu konuda çok önemli bir görev gerçekleştirdi. Bunun dışında şu an mesela iş yerlerinde olan dostlarımız, mutlaka bulundukları yerden çıkıp çocuklarının, ailelerinin, yakınlarının yanına gitmek isteyeceklerdir. Mutlaka ve mutlaka bir aile buluşma planı yapmamız gerekiyor, aile iletişim planı yapmamız gerekiyor. Biz birçok kurumla, kuruluşla bunları paylaşıyoruz, aile iletişim planı yapılması. Aynı zamanda mesela iş yerinde bulunuyorsunuz, iş yerinden çıkıp birisi diyelim ki buradan Üsküdar’a geçecekse veya Avcılar’a gidecekse, aile buluşma yeri orasıysa, çocuğu oradaysa, iki tane çocuğu varsa biri bir yerde okuyorsa öbürü başka bir yerde okuyorsa, bunun planının çok iyi yapılması, aynı zamanda bir yerden bir yere giderken, bir kişinin bir afet bölgesinde bir yerden bir yere ulaşması büyük bir meseledir ve tek başınıza hareket etmek çok da güvenli olmayabilir.

 

ÖM: Evet, ne araç olabilir ne yol olabilir, yollar tıkanmış olabilir, araçlar bitmiş olabilir.

 

UD: Kesinlikle, aynen öyle, birçok şirketler, kurumlar lütfen kendi bir araya geldikleri zaman, bir şirket çalışmasında bir araya gelsinler, kendi çalışanlarının nerelerde oturduğuna dair bir sınıflandırma yapsınlar ve bir afetten sonra nerelere gideceklerini, birlikte nasıl hareket edeceklerini planlasınlar. Çünkü buradan biz Avcılar’a geçmek istersek kaç günde veya kaç saatte geçeriz? 7 ve üzerinde büyüklüğünde bir deprem olursa bunu bir imajine etmek gerekiyor. Umutsuzluğa düşmek, dramatize etmek yerine daha rasyonel bir şekilde yapacağımız şeyleri alt alta yazmamız gerektiğini kesinlikle düşünüyoruz. Artçı depremlere dikkat etmek gerekiyor, çünkü depremle ilgili bildiğimiz şeylerden bir tanesi de bir depremden sonra mutlaka bir artçı deprem olacağıdır. O yüzden belli bir zaman var ama bir de şunu söylemek istiyorum, yani bunların hepsini söylerken manzaralar zihnimde canlanıyor, mesela depremde bir binadan çıktıktan sonra bir daha o binaya geri giremezsiniz, çünkü çıktığınız binanın adrenalinin etkisiyle ne durumda olduğunu hissetmiyorsunuz, binadan dışarıya çıkıyorsunuz fakat içinden dışına çıktığınız binaya baktığınız zaman ‘ya ben nasıl bir binadan çıkmışım!’ diyorsunuz ve geri dönmek çoğu zaman çok zor. O yüzden binayı tahliye ederken birkaç dakika zamanınız var, almanız gereken şeyler o anda alabilirsiniz. Mesela Van depreminden sonra birçok kişi binasına geri dönmek istedi ama binaya geri dönmek mümkün değildi. Tek bir çıkış şansınız var ondan sonra bir daha geri dönemeyebilirsiniz çünkü içinde bulunduğunuz binanın ne halde olduğunu açıkçası bilmiyorsunuz.

 

ÖM: Özellikle de artçılarla beraber yıkılmamışsa da ondan sonra binanın altında kalabilirsin.


UD: Kesinlikle öyle. Tabii enkaz altında kalındığında yaşanacaklar da çok enteresan çünkü enkaz altında kaldığımız zaman tamamıyla bilinç halimiz değişiyor. Başka bir şeye, biz buna tavşan uykusu diyoruz ya da hani bilgisayar açık olur, kapalı olur ama bir de ‘safe mode’, güvenli mod’da beklemede olur, gerçekten enkaz altına girdiği zaman bir kişi zaman ve mekan mefhumu değişiyor, tamamen rölativitenin çalıştığı, işlediği bir ortam. Mesela biz enkaz altından kurtardığımız kişilere sorduğumuz zaman “siz ne kadardır enkaz altındasınız?” diye, mesela 5-6 gün geçmiş “1 gün” falan diyorlar. O yüzden diyoruz ki zamanı kesinlikle saymayın, yani bu filmlerde, film icabı çekilmiş “zamanı say” falan diyor.

 

ÖM: O Hollywood gerçekliği!

 

UD: Hollywood gerçekliğini hemen yani neyin kafası olduğunu da tam anlamıyorum ama diyor ki adam “zamanı say!” sen zamanı sayarsan ben desem ki “Ömer beyciğim, sen 6 gündür enkaz altındasın!” hücceti kalpten gidersiniz.

 

ÖM: Evet orada, oracıkta hücceten vefat edebilirim yani!

 

UD: Vefat edebilir yani! Mümkün değil, o yüzden bir kişinin aklıyla bunu çözebilmesi mümkün değil. Orada başka bir zaman ve mekan mefhumu devreye giriyor. O yüzden rastgele bağırmamak önemli, nefes ritmini yönetmek çok çok önemli, kişinin paniğe karşı kendisine telkinler vermesi önemli.

 

ÖM: Bu panik meselesi de fevkalade önemli bir rol oynuyor herhalde, odak noktasında bu var yani.

 

UD: Kesinlikle, bu birazcık eko yapıyor, mesela ben ayağımı bir yere çarptığım zaman ya d elimi bir yere sıkıştırdığım zaman kendi kendime eko yapmaya başladığım zaman “ahhh!” diye, o kendi içinde eko büyümeye başlıyor ve içimi kaplıyor.

 

ÖM: Sarmal yani.

 

UD: Evet bir sarmal. Enkaz altında da sakin olup, nefes alışverişini yönetmeye başladığımızda, bağırmadığımızda, çünkü her bağırdığımız zaman, her seslendiğimiz zaman, dışarıya karşı duyularımızın açık olması lazım ama deprem olduğu anda çığlık atmaya başladığımızda kesinlikle ve kesinlikle enerjimiz bitmeye başlıyor. Van depreminde bir Japon arkadaşımız vardı, onu kurtardık enkaz altından, Miyaki Konnai, daha sonra Türkiye’ye geldi, çok ilginç bir tecrübeydi bizim için de. Normalde biz kurtardığımız kişilerle bir araya gelmiyoruz, Miyaki bizimle buluşmak istedi, hatta tatbikatımıza katıldı. Biz tatbikatlarımızda şöyle yapıyoruz, ekip üyelerimizin hepsi 10 saat, 15 saat, 18 saat enkaz altında kalıyoruz, yani kurgulanmış enkazların içine giriyoruz ve bir kazazedenin neler yaşadığını hissetmek için. Miyaki de dedi ki “ben tatbikatınıza katılmak istiyorum, enkaza yeniden girmek istiyorum ki o travmayı aşmak için”. Biz de dedik ki “bir şartla”, kafasını da sağlam gördük kişinin, çünkü bir kere daha o travmayı yaşayarak arkadaşlarımızla biraz sohbet ettik ve üzerine konuştuktan sonra.

 

ÖM: Hımm çok ilginç!

 

UD: Tabii, kendisin çok kararlıydı “ben yapacağım ve bunu sizinle yapmak istiyorum” dedi. Tabii biz o dönemde bunu hiç duyurmadık, çünkü gerçekten ne olacak, çok sansasyonel bir şey, yani enkaz altından kurtardığınız bir kişi bir kere daha enkaz altına giriyor. Dedik ki “bize neler yaşadığını tek tek anlatmanı istiyoruz” ve Japon dostumuz bize saniye saniye enkaz altında neler yaşadığını anlattı. Tabii onun için o da bir sağaltmaydı, çünkü kendi öz kararıyla bunu yaptığında kişi ve gerçekten hayata onu bağlayan şey bir bilgisayarın üzerindeki yeşil ışık olmuş. Çünkü çalışıyormuş bilgisayarla bu Bayram otelde maalesef ki ikinci depremde enkaz altında kalmıştı. Bir bilgisayarın ışığına bakarak, yani bizi hayata bağlayacak bir şeyle temas kurmamızın çok çok büyük bir önemi var. O yüzden imajınasyon dünyamızda, hayal gücümüzle değerli olan şeyleri, bize ilham veren şeyleri, kişinin kendi kozmovizyonuyla, yaşama bakış açısıyla ilgili ona hayata bağlayacak şeylerle ilişki kurması gerektiğini düşünüyoruz.

 

ÖM: Umut bey sürenin sonuna gelirken özellikle şunu sormak istiyorum, sizin bir atölye çalışmanız tekrar olacak, hem dinleyicimizi ve insanlarımızı oraya nasıl gidebileceklerini, nereden en kolay sizin bilgilerinize ulaşabileceklerini, atölyede neler konuşulacağını filan bir özetlerseniz.

 

UD: Bizim 2 aylık bir temel arama, kurtarma eğitimi dizimiz var, aslında ben herkesin gönüllü olmasını diliyorum, bu bizim vatandaşlık görevimiz. Eğer bir deprem olursa herkes bir şey yapmak isteyecek, o yüzden hani birçok STK var, AFAD var, bir yerde mutlaka hani kendi enerjinize uygun, kendi yaklaşımınıza, hayata bakışınıza uygun bir şekilde gönüllü olabilirsiniz, dahil olabilirsiniz. Biz 2 ay boyunca deprem, yangın, bombalı saldırılar, ilk yardım konusunda neler yapılacağını anlatıyoruz. 2 ayın sonunda eğer bir kişi devam etmek isterse, çünkü ekibimizin hepsi gönüllülerden oluşuyor ama gönüllülük tek bacakla gitmiyor, gönüllülük bilinçlilik ve süreklilikle dost olması lazım, hani bir tripot gibi. Çünkü ben gönüllüyüm ama en ufak bir fırtınada gönüllülüğüm ayran gönüllülüğe dönüyorsa o yüzden, mesela Pakistan depreminden sonra 1000 kişi başvurdu GEA’ya, yani 30 kişi seminerlere başladı, şu an ekibimizde o başvuranlardan 3 kişi var, yani 3/1000 gibi. Ben herkesin gönüllü olmak isteyeceğini düşünüyorum, çünkü kendimiz, yakınlarımız için bile olsa bu temel arama, kurtarma eğitimlerine katılmak önemli.

 

ÖM: Çok temel ve önemli bir şey. Peki hangi adresten, nasıl takip edecekler?

 

UD: GEA Arama Kurtarma diye sosyal medya hesaplarından bulabilirler. Önümüzdeki Pazartesi günü başlıyor, akşam saat 20:00’de, her hafta aynı gün ve saatte 2-2,5 ay boyunca süren bir seminer dizisi. Ben bütün gönüllü olmak isteyen dostlarımızı davet ediyorum.

 

ÖM: Nerede?


UD: Üsküdar Kuzguncuk’ta bir merkezimiz var, tabii rezervasyon da yapılırsa çok memnun oluruz. İletişime geçilirse katılmak isteyen herkesi bekleriz, gönüllülük bilinçlilik ve süreklilik bileşiminde.

 

ÖM: Evet. Gönüllülük, bilinçlilik ve süreklilik. Umut Dinçşahin çok çok teşekkür ederiz, gerçekten bir nesil geçti aradan diyebiliriz ve tekrar buluşmanın bizim için de heyecanlı olduğunu ve umut verici olduğunu söylemeliyim, büyük ve önemli işler yaptığınızı söylemeliyim. Bu seminer dizisinin de duyurusunu yaptığımız için de mutluyum, inşallah tekrar üzerinde konuşma fırsatı bulacağımız ileriki günler olacaktır. Çok teşekkürler.

 

UD: Çok teşekkür ederim.