Makine-hayvanlar?

-
Aa
+
a
a
a

Hayvanlar birer makine mi? Bu iddia nereden ve niçin çıktı, ne anlama geliyor? Makine-hayvanlar görüşünün felsefi ve ahlaki sonuçları neler; bu kimler açısından "kullanışlı" bir görüş? Açık Bilinç’te hayvan-insan ilişkileri serisine bu üçüncü bölümle devam ediyoruz.

Makine-hayvanlar?
 

Makine-hayvanlar?

podcast servisi: iTunes / RSS

Geçen hafta, ancak mikroskoplarla görülebilen küçük hayvancıkların keşfinin, Hristiyanlık dünyasında yarattığı sarsıntıdan söz etmiştik.

Her hayvanın bir ruhu var mı, varsa polipler ikiye bölünüp yeniden büyüdüklerinde, ruhları da ikileşmiş mi oluyor? https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/yaratilis-hayvanlar-beden-ve-ruh

— / —

Bu sorunu kökünden çözen bir yaklaşımı, felsefeci (ve matematikçi ve sinirbilimci ve kozmolog) Descartes, 17. yüzyılda öne sürmüştü:

Bölünemeyen, yok edilemeyen, ve zihi var eden ölümsüz ruh, yalnız insanlara özgüdür.

Hayvanlar, ruhu olmayan birer makinedir.

— / —

Hristiyanlığın benimsediği "ruh" kavramı, Antik Yunan'da Aristoteles'in geliştirdiği ve üç kategoride incelediği "psukhe" kavramının değiştirilmiş ve ahiret inancını temellendirecek şekilde uyarlanmış hali. 

Hayvanlar konusunda sorun çıkartan da, bu tadilata uğramış kavram.

Aristoteles, ahiret ve ruhun ölümsüzlüğü gibi soruları, Hristiyanlık ilahiyatının aksine, merkeze almadığından, biyolojik kategorilere daha uygun bir kavramsal çerçeve yaratmıştı.

Aristoteles düşüncesini geçen sene bize felsefe tarihçisi Lale Levin Basut anlatmıştı:

https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/felsefe-dunyasindan-portreler-2-aristoteles-kimdir-nerede-ve-ne-zaman-yasadi-neler

— / —

Peki, Descartes "hayvanlar makinedir" derken ne kastediyordu?

Descartes'ın esas olarak kullandığı terim, "otomat". İçindeki fiziksel bir mekanizma sayesinde hareket edebilen ve kısmen canlıymış izlenimi verebilen, insan yapımı araçlar, nesneler.

Descartes'a göre, ruh (ve dolayısıyla zihin) yalnız insanlara özgü. Hayvanlar, zihinleri ve bir "iç dünyaları" olmayan, insan yapımı otomatlardan biraz hallice, biyolojik makineler.

Böyle oldukları için hayvanlar, algı ve düşünceden mahrumlar.

Zihni olmayan makine-hayvanlar, örneğin acı da hissetmiyorlar. Yalnızca, fiziksel yapıları dolayısıyla, acı hissediyormuş gibi davranıyorlar. 

Dolayısıyla, nasıl insan yapımı bir mekanik ördeğe karşı ahlaki bir yükümlülüğümüz yoksa, hayvanlara karşı da yok, olmamalı, hatta olamaz.

— / —

Descartes bu makine-hayvan görüşüyle, geçen hafta tartıştığımız hayvanlarda ruh sorununu çözüyor belki, ama daha da büyük bir sorunla karşı karşıya kalıyor.

Hayvanlara gerçekten "otomat" muamelesi yapabilir miyiz? Onları acı hissetmeyen birer makine gibi görebilir miyiz?

Descartes'ın makine-hayvan görüşünü nasıl insanlarda olup hayvanlarda olmadığını iddia ettiği doğal dil unsuruna bağladığını daha önceki programlarda ele almıştık. “Otomatlar” konusuna da Yapay Zeka’nın tarihçesini konuşurken değinmiştik.

Bu kez, makine-hayvan görüşününün ahlaki sonuçları üzerinde durmak istiyorum.

— / —

"Acı davranışı" gösteren hayvanların doğal olarak acı hissettiğini düşünebiliriz. Bence düşünmeliyiz de. 

Ama Descartes, bunun bir yanılsama (illüzyon) olduğunu öne sürüyor.

Doğru bir metafizik anlayışla, bu yanılsamadan kurtulabileceğimizi, kurtulmamız gerektiğini söylüyor.

İlgilenenler için bir not: Bu konuda faydalandığım bir kaynak olarak, felsefe tarihçisi Dennis Des Chene'nin "Ruhlar ve Saatler: Descartes'ta Makine ve Organizma" başlıklı çalışmasını öneririm.

İkinci kaynak önerim de, büyük ölçüde kenarda köşede kalmış ama bence değerli bir çalışma olan, Daisie ve Michael Radner'ın "Hayvan Bilinci" başlıklı kitabı.

— / —

Daisie Radner, Descartes'ın makine-hayvan görüşünün, zamanın Cizvit rahipleri tarafından, Hristiyanlık ilahiyatı literatüründe ama tersinden bir akıl yürütmeyle savunulduğunu söylüyor.

Tartışmanın diyalektiği açısından özellikle ilginç. Özetlemeye çalışayım.

Descartes şöyle akıl yürütüyor: 

Hayvanlar, ruhları ve zihinleri olmayan birer makinedir. 

Dolayısıyla, zihinleri olmadığından, acı hissetmezler. 

Dolayısıyla, onlara nasıl muamele ettiğimiz konusunda ahlaki bir yükümlülük altında olamayız.

Yani, nasıl bir saati düşürüp kırarsak, saatin kendisine karşı bir yükümlülüğümüz olamaz, kendimizi saate karşı suçlu hissetmeyiz, aynı şekilde bir köpeği tekmelersek de, köpek aslında acı hissetmeyeceğinden, bunun ahlaki bir sonucu olamaz.

Descartes'ın iddiası böyle.

Cizvit rahipler ise, tersinden bir akıl yürütmeyle, ve işin içine Tanrı inancını dahil ederek, Descartes'ın başlangıç noktası olan makine-hayvan görüşüne bir sonuç olarak ulaşıyorlar.

Sonunda Descartes ile hemfikirler, fakat farklı bir akıl yürütme yolu izliyorlar.

Cizvit görüşü şöyle:

Hayvanlara kötü muamele ediyor gibiyiz. Bizim yüzümüzden acı çekiyor gibi görünüyorlar.

Ama insanları da hayvanları da Tanrı yarattığına göre, bizi hayvanlara eziyet edecek şekilde tasarlamış olamaz.

Dolayısıyla, hayvanlar acı hissetmeyen makineler olmalı.

İster Descartes'ın, ister Cizvit rahiplerin görüşü olsun, bunların hayvanların refahını göz önüne almamıza gerek duyurmayan, bizi hayvanlara karşı ahlaki sorumluluktan muaf tutan "kullanışlı" görüşler olduğunu söyleyebiliriz.

Zaten makine-hayvan görüşünün en sorunlu yanı da bu.

— / —

Descartes'ı bir yana bırakırsak, hayvanlara karşı sorumlu bir tutum, hangi kıstaslara dayanmalı?

Hayvanların bilişsel niteliklerine, yani akıllarına mı odaklanmalıyız, yoksa acı hissedebilme kapasitelerine mi?

Bunlar birbirinden ne derecede bağımsız unsurlar?

İnsanlar-hayvanlar ilişkisinde ahlaki sorumluluk konusu, veganlık/vejeteryanlıktan hayvanların kullanıldığı deneylerin yasaklanmasını savunan görüşe, oradan da türcülüğe uzanan bir zor sorular yumağı olarak karşımıza çıkıyor.

Bu sorulara da gelecek hafta değinmeye çalışacağım.