Bebeklikten yetişkinliğe: Komplolara inanma eğilimi nasıl şekilleniyor? 

-
Aa
+
a
a
a

Bireyoluş sürecinde, bilişsel açıdan en önemli dönüm noktaları neler? “Zihinsel filtreler”, kestirmeden düşünme alışkanlıkları, duygular ve bilişsel uyumsuzluk.

Geçen hafta, soylouş (filojeni) sürecinde insan zihninin altyapısının nasıl biçimlendiğini ve bu sürecin komplolara inanma potansiyeliyle ilişkisini ele almıştık. 

Bu hafta, aynı soruya bireyoluş (ontojeni) süreci içinde yaklaşacağız.

— / —

Geçen programda ulaştığımız sonuç şuydu:

Düşüncenin, duyusal algının tersine, "şimdi-ve-burada"yla sınırlı olmayan doğası nedeniyle, hepimizde var olmayan şeyleri zihnimizde canlandırabilme yeteneği ve bu yeteneğin bir yan etkisi olarak komplo kurgularına inanma potansiyeli var.

Fakat bu bir potansiyel; bir eğilim değil. 

Bu haftanın temel sorusu: Bu potansiyel niçin bazılarımızda baskın bir şekilde kendini gösterirken, bazılarımızda aktüel hale gelmiyor?

Yani, niçin bazılarımız komplolara eğilimli yetişkinler haline gelirken, bazılarımızda bu olmuyor?

— / —

Bu soruya cevap verirken, insanın "bireyoluş" (ontojeni) denilen bireysel gelişim sürecinde geçtiği önemli bazı dönüm noktalarına bakmak aydınlatıcı olabilir.

Çocukluk döneminin iki önemli bilişsel kilometre taşı:

1. Aynada kendini tanıma.

2. "Yanlış inanç" testini geçme.

— / —

Aynada kendini tanıma hem gelişim psikolojisinde hem de diğer hayvanlarla yapılan bilişsel araştırmalarda hayli tartışma yaratan canlı bir konu.

Bu alanın öncüsü, ayna testini şempanzelere uygulayarak ilk kez konuyu 1970'de bilim dünyasına tanıştıran psikolog Gordon Gallup.

Gallup, ilk olarak 4 şempanzeyle yaptığı deneyde, şempanzelerin zaman içinde aynada gördükleri yansımanın kendilerine ait olduğunu fark edebildiklerini göstermişti.

Makak maymunlarıyla yaptığı benzer bir deney ise, maymunların bunu başaramadıklarını gösteriyordu.

— / —

Gallup'un çalışmasının çığır açıcı bir katkısı oldu. 

Farklı tür hayvanlar ve küçük çocuklarla yapılan benzer deneyler, birbirini izledi. 

Bu alandaki kimi sonuçlar tartışmalı olmaya devam ediyor ve Gallup'un deneyinin varyasyonu olan deneyler halen sürüyor.

Örneğin, şempanzelerin yanı sıra, bonoboların ve orangutanların ayna testini geçebildiği kabul ediliyor. 

Yakın zamanda, yunusların ve Asya fillerinin de aynadaki yansımanın kendilerine ait olduğunu fark edebildikleri gösterilmiş durumda.

Öte yandan, çeşitli maymunlar dahil pek çok hayvan türünün, ne kadar zaman verilirse verilsin, aynadaki yansımayla kendilerini özdeşleştiremedikleri düşünülüyor. 

Bazı türlerde ise (örneğin gorillerde) bu tür deneyler kesin bir sonuca ulaşamamış durumda.

Burada, hayvanların doğal ekolojilerinde ayna benzeri nesnelerin olup olmaması, yansımalara olan aşinalıkları kadar, görsel sistemlerinin bu yansımayı nasıl algılamalarını sağlayabildiğinin de göz önüne alınması gerek. Yani bu test belki de pek çok hayvan türü için haksız bir durum oluşturuyor olabilir.

— / —

Peki, ayna testinde insanlarda durum ne?

Aynada kendini tanıma, insanlardaki gelişim sürecinin belli bir noktasında ortaya çıkan bir yeti.

Küçük çocuklar yaklaşık 1.5 yaş civarında aynadaki yansımanın kendilerine ait olduğunu fark eder hale geliyorlar.

(Evet, ülkemizde pek çok hayranı olan Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın, benliğin oluşumunda önemli bir dönem olduğunu iddia ettiği ve “ayna evresi” olarak adlandırdığı bir tez var. Bu tezin tartışmasını, Lacan’ı benden daha iyi bilenlere bırakıyorum.)

Bir çocuğun veya bir şempanzenin aynada kendini tanıyıp tanımadığı, aynadaki yansımaya ilişkin davranışı değerlendirilerek yapılıyor.

Gallup, şempanzelerin alınlarına ayna olmadan göremeyecekleri bir boya sürmüş ve hayvanların ayna karşısındaki davranışlarını incelemişti.

Gallup'un deneyi "ruj testi" olarak da anılıyor.

Birkaç örnek video (İngilizce, ama görsel olarak konuyu yeterince açıklıkla aktarıyorlar):

Alınlarında ruj lekesi olan 1-2 yaş aralığındaki çocuklar ayna karşısında nasıl bir davranış sergiliyor?

Aynadaki yansımayı kendisiyle özdeşleştiremeyen küçük çocuk veya hayvanlar, bu yansımada başka bir canlı görüyormuşçasına, bazen arkadaşça bazen düşmanca hareket ediyorlar.  

Aynanın arkasına bakıp orada bir başkasını aramak da sık rastlanılan bir davranış.

Şu videodaki bebek maymun [6:15'ten itibaren] bir motosiklet aynasındaki yansımanın kendisi olduğunu anlamıyor gibi duruyor. 

 

Doğal ortamlara yerleştirilen aynalara farklı hayvan türlerinin verdiği tepkileri gösteren pek çok benzer kayıt bulmak mümkün.

Öte yandan, şempanzeler aynadaki yansımayı kullanarak, bedenlerinde başka türlü göremeyecekleri yerlere (örneğin ağızlarının içine veya dişlerine) bakıyorlar. 

Yansımayı kendileriyle özdeşleştirdikten sonra, aynayı bir araç olarak kullanıyorlar.

— / —

Aynada kendini tanıma gerçekten önemli mi; "özbilinç"in veya benlik bilincinin bir göstergesi mi?

Veya ayna testini geçemeyen hayvanlarda, kendi benliklerine dair bir anlayış olmadığı sonucuna varabilir miyiz?

Bunlar, bu alanın tartışma yaratan soruları.

Burada benim vurgulamaya çalıştığım nokta, farklı: İnsanlarda aynada kendini tanıma, doğuştan var olmayan ve bireyoluş sürecinin belirli bir aşamasında ortaya çıkan bir bilişsel yeti.

Her çocuğun geçtiği ve anlayışının gelişimine dair işaret oluşturan önemli bir dönüşüm noktası.

İnsanın biyolojik altyapısı, zamanla (yaklaşık 18 ay içinde), aynada kendini tanıyabilme yetisininin ortaya çıkmasına izin veriyor.

Kimi hayvanlardaysa bu bilişsel dönüşüm hiçbir zaman gerçekleşemiyor.

Zihinsel mimarimiz, bu tür adımlarla gelişip şekilleniyor.

İnsan gelişiminde bir başka önemli dönüm noktası, yaklaşık 3-4 yaş aralığında gerçekleşen, başka insanların da zihinleri olduğunu, dolayısıyla yanlış şeyler düşünebileceklerini anlayabilme yetisi.

Bu sayede, çocuklar zaman içinde "yanlış inanç" testini geçebilir hale geliyorlar.

— / —

Avrupa (Avusturya-İngiltere) kaynaklı olan ve ilk olarak Sally ve Anne isimli iki kukla kullanılarak yapılan yanlış inanç ("false belief") testi bu yüzden "Sally-Anne Testi" olarak da biliniyor.

1983'te yayımlanan özgün makalenin ardından yapılmış pek çok varyasyonu var.

Yanlış inanç testi aynı zamanda çocukların diğer insanları aldatabilmeleri için gerekli olan bir "zihin kuramı"na sahip olup olmadıklarını sorguluyor.

Önce bu testin bir çeşitlemesini tarif edeyim, ardından deneyi özetleyen bir de video paylaşacağım.

Bir odada yanınızda iki çocuk var. Adları Ali ve Ayşe olsun. 

Cebinizden bir kibrit kutusu çıkartıp, açıp içindeki kibritleri gösteriyorsunuz. 

Sonra Ayşe'den birkaç dakikalığına odadan çıkmasını rica ediyorsunuz.

Ayşe odanın dışındayken, Ali'nin göreceği şekilde, kutuyu boşaltıp içine çakıl taşları koyuyorsunuz. 

Ayşe odaya geri dönüyor.

Ali'ye soruyorsunuz: "Ayşe'ye sorsak, sence bu kutunun içinde ne olduğunu söyler?"

Bu deneyin en etkileyici yönü şu: Ali'nin cevabı, neredeyse şaşmaz bir şekilde, yaşına göre ve yaklaşık bir yıl içinde, 180 derece değişiyor.

3 yaşındaki Ali: "Ayşe, kutuda çakıl taşı var, der."

4 yaşındaki Ali: "Ayşe, kutuda kibritler var, der."

Biz yetişkinler biliyoruz ki, Ayşe kibrit kutusunu boşaltıp çakıl taşlarıyla doldurduğumuzu görmediği için, kutuda hala kibrit çöpleri olduğunu düşünecek ve cevabı (yanlış inancı nedeniyle) "kibritler var" olacaktır.

Ama Ali, 3-4 yaş aralığına gelene dek bu cevabı veremiyor.

Yanlış inanç testi, küçük farklılıklar gösterse bile, bütün kültürlerden bütün çocukların içinden geçtiği gelişim sürecinde zamanlaması aynı olan bir gösterge.

(Yaklaşık) 3 yaş öncesi çocuklar bu testi geçemiyorlar, 4 yaş sonrası geçer hale geliyorlar.

Önemli ve insan türü için evrensel nitelik gösteren bir dönüm noktası.

— / —

Ali'ye sorduğumuz soruyu şöyle de düşünebiliriz:

"Sen Ayşe'nin yerinde olsan, kibrit kutusunda ne var derdin?"

3yaş-Ali bu sorunun ilk bölümünü atlayıp, doğrudan "kibrit kutusunda ne var?" bölümünü cevaplıyor: "Çakıl taşları var" diyor.

Çünkü, evet, kutuda çakıl taşları var.

Ali'nin, kutuda gerçekte çakıl taşları olduğu halde, Ayşe'nin bunu bilmediği için kibritler olduğunu sanması, dolayısıyla dünyaya dair yanlış bir inanca sahip olduğunu anlaması, yaklaşık olarak bir yıl içinde gerçekleşiyor.

Bu, Ali'nin bilişsel hayatı için kritik bir eşik.

Not. Bu çalışmalar, bu bilişsel eşiğin yaklaşık 3-4 yaş aralığı içinde bir yerlerde geçildiğini gösteriyor.

Bu yaklaşık bir yıllık dönem içinde çocuktan çocuğa değişen bir durum var. Ben 3-yaş veya 4-yaş Ali diyerek basitleştiriyorum.

Yanlış inanç testinin, Sally ve Anne isimli kuklalarla yapılan halinin videosu (İngilizce) 

Üç buçuk yaşındaki bir çocuk, olay kurgusunu ve soruyu anladığı halde, doğru cevabı veremiyor. Dört buçuk yaşındaki bir başka çocuk, doğru cevabı veriyor.

— / —

Yanlış inanç testini geçmek, kritik bir bilişsel eşik. 

Çünkü çocuklar ancak diğer insanların yanlış inançlara sahip olabileceğini anladıkları zaman, manipülasyon yoluyla başkalarını yanlış yönlendirmenin ve kandırmanın mümkün olabileceğini de anlamış oluyorlar.

Diğerlerini kandırabilme yetisine ulaşmak, bu eşiğin tabii olumsuz sonuçlarından bir tanesi. 

Asıl mesele, çocukların bireyoluş sürecinde genel olarak diğer insanların zihinlerine dair dönüştürücü bir anlayışa kavuşmaları.

Peki bunun komplolarla ne ilgisi var?

Yanlış inanç testini geçmenin, komplolara inanma eğilimiyle doğrudan bir ilişkisi yok. 

Bu deneyi, daha ziyade gelişim sürecinde çocukların zihinsel yapılarını dönüştüren (ve kalıcı olan) kilometre taşlarına örnek olarak aktardım.

Fakat konumuzla dolaylı bir bağlantı kuracağım.

— / —

Komplolara inanma eğiliminin, genel olarak şu kaynaktan beslendiği düşünülüyor:

Yanlış akıl yürütme ve dolayısıyla yanlış sonuçlara (komplo kurguları içeren boş inançlara) varma.

Ben bu kanıda değilim.

Bence, komplo kurgularına inanalım inanmayalım, hepimizde temel bir akıl yürütme becerisi var.

Olgular arasında nedensellik ilişkileri kurmak ve inançlarımızı bu yolla açıklamak, hepimiz için merkezi bir öneme sahip. 

Ve hepimiz bu akıl yürütme işini iyi kötü becerebiliyoruz.

Komplo kurgularına inananlarla inanmayanlar arasındaki asıl fark, en temelde, akıl yürütme yanlışlarından değil, akıl yürütürken yaptığımız önkabüllerin iyi süzülebilmesi veya süzülememesinden, yani başlangıç noktalarımızdaki farktan kaynaklanıyor.

Benim karşı tezim, bu.

Düşünmeye yersiz önkabüllerle başladığımızda, mükemmel ve yanlışsız bir akıl yürütme yapsak bile, yersiz sonuçlara ulaşmamız kaçınılmaz.

Dolayısıyla ben asıl meselenin (tamamen değil ama büyük ölçüde) hangi iddiaları başlangıç noktası olarak aldığımız olduğu kanaatindeyim.

Bu tezimi, deneysel bir çalışma verileri ışığında öne sürüyor değilim. Böyle bir araştırmaya rastlamadım.

Bu, daha ziyade, incelediğim vakalar ve diğer çalışmalardan çıkarttığım bir sonuç.

— / —

Bireyoluş sürecinde, tıpkı aynada kendini tanıma ve başkalarının zihinlerini anlama aşamalarından geçtiğimiz gibi, önümüze çıkan iddiaların kabul edilebilirliğini süzdüğümüz "zihinsel filtreler" ve düşünce alışkanlıkları ediniyoruz.

Komplolara inanma eğiliminde bunlar rol oynuyor.

Fakat mesele bununla da bitmiyor. Bir de henüz değinmediğim, duyguların düşünceleri etkileme (ve bazen yanlış yönlendirme) süreci var.

Son birkaç onyılda, bilişsel bilimde, düşüncenin duygulardan bağımsız olarak ele alınamayacağı yönünde bir kabul oluştu. Bu genel kabule ben de katılıyorum.

Peki, duyguları da işin içine kattığımızda, komplo kurgularına (veya daha genel olarak boş inançlara) meyletmemiz nasıl açıklanabilir?

Bunu da gelecek hafta birkaç örnekle ve "bilişsel uyumsuzluk" kuramı ışığında, 6. bölümde ele alacağım.