Komplolara inanma potansiyelinin biyolojik temelleri neler?

-
Aa
+
a
a
a

Evrimsel tarihimizin biçimlendirdiği zihin mimarimiz konuya ışık tutabilir mi? Algı - düşünce ayrımı niçin önemli? Farklı zihinlerde durum ne olurdu?

Bu hafta, komplo kurgularına inanma eğilimine, evrimsel biyoloji açısından yaklaşacağız. Bu eğilim, yapısal bir zorunluluk mu? Yoksa var olan ama şekillenmemiş bir potansiyel mi? İndirgemeci bir yaklaşımı benimsemeden, biyolojinin çizdiği sınırlar hakkında ne söyleyebiliriz?

— / —

Önce, terminolojiyle ilgili bir not düşmek istiyorum. Geçen hafta söz ettiğim ve bütünüyle benimsemediğimi söylediğim "Evrimsel Psikoloji", 1990'larda bu yana var olan özel bir psikoloji düşünce okulu. 

Genel olarak evrim kuramıyla uyumlu herhangi bir psikoloji anlayışı değil.

"Evrimsel Psikoloji" adının, genel olarak evrimsel ilkelerin ötesinde çok daha özel "modülarist" tezlere dayanan bir yaklaşıma verilmiş olması, yanlış anlamalara neden olabilecek talihsiz bir durum. Bu sebeple vurgulamayı önemli buluyorum.

Yani, evrim kuramını benimseyen bir psikoloji kuramcısı olabilir ama aynı zamanda bu söz ettiğim "Evrimsel Psikoloji" yaklaşımına (kısmen veya bütünüyle) karşı çıkabilirsiniz. 

Benim geçen hafta belirttiğim konumum da aslında tam bu.

"Evrimsel Psikoloji" alanının en önde gelen iki ismi, Kaliforniya Üniv. Santa Barbara'dan iki akademisyen, Leda Cosmides ve John Tooby.

Kendi kurdukları araştırma merkezi sayfasından, "Evrimsel Psikoloji" yaklaşımının özetini okuyabilirsiniz (İng.): https://cep.ucsb.edu/primer.html

— / —

Geçmiş bir programda, "Evrimsel Psikoloji" okulunun öne sürdüğü zihinsel modüllerin ne olduğunu,  "sahtekar yakalama" ('cheater detection') modülü bağlamında ele almıştık: https://acikradyo.com.tr/podcast/156708

Yine "sahtekar yakalama modülü" hipotezinden yola çıkarak, biyolojik dünyada yanıltanlar, aldatanlar, ve kendini kandıranlardan konuştuğumuz ve komplo kurguları konusuna da yakın gelen algı operasyonları psikolojisinden söz ettiğimiz program da şurada:

Sahtekârlar ve Kendini Kandıranlar

Son olarak, Açık Bilinç'te evrim kuramının doğru anlaşılması amacıyla, konunun önde gelen uzmanlarıyla evrimsel süreçleri çeşitli açılardan ele aldığımız iki düzine kadar program yaptık.

Konuyu anlamak için iyi bir giriş külliyatı oluşturan arşiv sayfası: Açık Bilinç'te Evrim Kuramı

— / —

Bu terminoloji notunu böylece kapatıp, asıl konumuza geleyim.

Evrimsel biyolojinin, komplo kurgularına inanma eğilimini anlamak konusunda ne faydası olabilir?

Bence bu soruya, biyolojinin insan hayatını bütünüyle belirlediği tezini kabul etmeden (çünkü etmiyor) cevap vermek mümkün.

Bu şekilde bir yandan bilimsel tartışmaların hep odağında olmuş doğa-kültür ("nature-nurture") konusuna da değinmiş olacağız.

— / —

Biyoloji, insan hayatını bütünüyle belirlemiyor, ama içini farklı şekillerde doldurma özgürlüğüne sahip olduğumuz üst sınırlar çiziyor. Bu sınırları anlamak, zihinsel mimarimize ışık tutacak nitelikte.

İnsan türünün yaklaşık son 200 bin yıldan bu yana, büyük bir yapısal mutasyon geçirmediği düşünülüyor.

Yani 200 bin yıl önce yeryüzünde yaşayan insanlarla bizler arasında kayda değer bir fiziksel/biyolojik fark yok.

Ama insan hayat tarzının çok büyük değişimler geçirdiği açık.

Bu evrimsel süreci zihnimizde şöyle canlandırabiliriz:

Bir "zaman makinası"yla 200 bin yıl öncesine gitsek ve bir bebeği bugüne getirsek, o bebek bizler gibi bir insan olarak büyür ve aramızda sorunsuzca yaşar.

Ama özgün ortamındakine göre çok farklı bir hayatı olacağı kesin.

Aynı örneği tersinden düşünmek de mümkün: 2020 doğumlu bir bebek, 200 bin yıl öncesinin ortamına gitse, o zamanın diğer bebekleri gibi bir yaşamı olur. 

Muhtemelen bugün bildiğimiz anlamda doğal bir dili olmaz, okumayı yazmayı bilmeden bugünkünden çok farklı bir yaşam sürer.

İnsan türünün yaşam tarzındaki bu büyük değişikliklerin hepsi, biyolojik bir fark olmadan ortaya çıkmış farklar. 

Oysa, yine evrimsel bir yapı değişikliği geçirmeden bugüne gelmiş bir hamamböceğinin 200 bin yıl önceki hayatı muhtemelen bugünkünden pek farlı değil.

Biz insanların adım adım edinip birbirimize aktardığımız bilgi, teknoloji, ve yaşam pratikleri, aynı biyoloji içinde çok farklı kültürel yapıların mümkün olabileceğini gösteriyor.

— / —

Öte yandan -şimdi "biyolojinin çizdiği sınırlar" meselesine geleyim- bedensel mekanizmalarımız, doğuştan gelen (örneğin dil edinem konusundaki) eğilimlerimiz, bizi diğer canlı türlerinden farklı kılan fiziksel özelliklerimizin bir kısmı, büyük bir değişim göstermeden sürüyor.

200 bin yıl öncesine göre hayat pratiklerimiz çok farklı ama bir yandan da aynı bedensel varlıklarız.

Kültür ve öğrenme yoluyla, biyolojimizi değiştirip kanat çıkartıp uçmayı, veya yetişkin beynimizin 1.5 değil 3 kg.lık olmasını beceremiyoruz.

Biyolojik sınırdan kastım, bunlar.

Peki, bu "biyolojik sınırlar"a bakarak, zihin yapımız hakkında aydınlatıcı bir şeyler öğrenebilmek, oradan da konuyu komplo kurgularına inanma eğilimimize bağlamak, her ne kadar spekülatif bir akıl yürütmeyle de olsa, mümkün mü?

— / —

Bu soruya gelmeden önce, ne kastettiğimi biraz daha iyi açıklayabilmek için, günümüz teknolojisinden ödünç aldığım bir analojiye, yani benzeşime başvurayım.

"Akıllı telefon" benzetmesi.

Yeni bir akıllı telefon aldınız. Telefonun içinde sistem uygulamaları haricinde başka bir uygulama yoksa, kullanma alanlarınız sınırlı olacaktır.

Ama bir dizi uygulama yükleyerek, fiziksel bir değişiklik yapmadan, aynı cihazı bir çok farklı araca dönüştürebilirsiniz.

Örneğin telefonunuz, yükleyeceğiniz uygulamalar sayesinde, bir radyoya, büyütece, el fenerine, basınç ve yükseklik ölçer bir barometreye dönüşebilir.

Bunları mümkün kılacak donanım telefonun fiziksel yapısında mevcut, ama gerçekleştirecek olan yazılımı sizin eklemeniz gerekiyor.

Telefonunuzu yükleyeceğiniz uygulamalarla zenginleştirmeniz mümkün (hepimiz böyle yapıyoruz). 

Ama aynı zamanda, telefonun fiziksel donanımı, bu cihazın kullanımında bazı üst sınırları da belirliyor.

Örneğin telefonunuzu uygulama yükleyerek uçan bir cihaza dönüştüremiyorsunuz.

Telefonunuzun donanımı yerine, 200 bin yıldır aynı kalmış olan biyolojik bedenimizi, yazılımı yerine de bu donanımın üzerinde inşa ettiğimiz kültür ve yaşam pratiklerini düşünebilirsiniz.

Mükemmel bir benzeşim olmasa da, bu örnek meramımı anlatmaya yardımcı olur diye umuyorum.

— / —

Şimdi komplo konusuna geri döneyim.

(Nöro)biyolojimizin belirlediği zihin mimarimizin, yani insan zihninin farklı boyutları arasındaki sistemik ilişkiler ağının, hemen her bireyde birbirine benzer yapılar oluşturduğunu görüyoruz.

Algılıyoruz, hissediyoruz, düşünüyoruz.

Hangi kültürden olursanız olun, bu zihinsel mimari değişmiyor.

Bilişsel bilim kuramları, bütün insanları aynı şekilde kapsama iddiasında.

Duygular konusunu ayrı bir programda kendi başına ele alacağım. Burada, komplolar bağlamında, algı-düşünce ayrımı üzerinde durmak istiyorum.

— / —

Duyusal algı, yani görme, duyma, koklama, dokunma yoluyla edindiğimiz bilgiler, bize hep "şimdi ve burada"yla ilgili bir şeyler söylüyor.

Geçmişte var olup kaybolmuş bir şeyi artık göremiyoruz. Henüz ortaya çıkmamış bir sesi duyamıyoruz.

Yani duyularımız bize hep ve yalnızca şu an ve hemen burada olan biteni aktarıyor.

İnsan dışındaki pek çok canlı türünün yaşamı, bütünüyle böyle bir "şimdi-ve-burada" ile şekilleniyor olabilir.

Ama biz insanları, duyusal algıdan öteye taşıyan bir melekemiz daha var: Düşünce.

Düşüncemizin içeriği şimdi-ve-burada ile sınırlı değil. 

Geçmişte olmuş, veya ileride olabilecek, veya belki hiç olamayacak şeyleri bile zihnimizde canlandırabiliyoruz. 

Bu anlamda düşünce, duyusal algıya göre, aşkın ("transandant") bir niteliğe sahip.

— / —

Felsefe tarihinde, düşüncenin bu aşkın özelliğinin insanı duyusal algının şimdi-ve-burada alanından öteye taşıyan, özgürleştirici bir yanı olduğu sıkça vurgulanır.

Algı ile düşünce arasındaki bu ayrım, bazen de bu melekelerin pasif-aktif olmaları tarzında ifade edilir.

Duyusal algı pasiftir, çünkü algılamak için bir çaba sarfetmemiz gerekmez. 

Gözümüzü açtığımızda önümüzde ne varsa otomatik olarak onu görürüz. Hatta, görmeden yapamayız. 

Algımızın içeriğini (çok büyük ölçüde) kendi çabamızla değiştiremeyiz.

Düşüncenin ise, bütün bu noktalarda duyusal algıdan farklı olduğu kabul edilir.

Düşünce aktif bir melekedir, çünkü (her zaman olmasa da) ne düşüneceğimize kendimiz karar verebiliriz. 

Düşünce, dışsal uyaranlara bire bir bağlı değildir. İçeriğini yönlendirebiliriz, değiştirebiliriz.

Günümüz bilişsel nörobilimi, algı-düşünce ayrımının bu kadar keskin şekilde çizilemeyeceğini gösteriyor. Yani felsefe tarihinde kabul görmüş olsa da, bu sorunsuz bir ayrım değil.

Yine de, en genel çizgilerle, algıyla düşünce arasında önemli ve konumuzla ilgili bir fark var.

— / —

Uyaranların güdümünde olan duyusal algıya oranla, bütünüyle dışsal etkilerle yönlendirilmeyen düşünce, olmamış ve olamayacak içeriklere meyletmek konusunda çok daha elverişli bir bilişsel meleke.

Yani, düşüncenin doğasında, yersiz ve boş içeriklere kapılma potansiyeli var.

Eğilim demiyorum, potansiyel diyorum. 

Her düşünebilen canlı, kör inançlara, boş kurgulara meyletmiyor. Ama bu potansiyel, düşüncenin doğasında mevcut.

Yani tezim şu: Komplo kurgularına inanma potansiyeli aslında düşünebilme yeteneğimizin doğal bir yan ürünü olarak görülebilir.

Bu tez doğruysa, düşünebilen canlılar olarak bizi komplo kurgularına inanmaya eğilimli kılan özelliklerin, komplolar dışında da hayatımızın bir çok alanında kendini göstermesi beklenir.

Bunun gerçekten de böyle olduğunu düşünüyorum; bir kaç hafta içinde bir örnekle aktaracağım.

Bu akışın en başında, "farklı zihinlerde durum ne olurdu" diye sormuştum.

Bu tezden çıkan bir başka sonuç, bu soruya da cevap veriyor.

Eğer insan aklına benzer bir akıl için şimdi-ve-burada'dan haber veren duyusal algının ötesinde, uyaranların güdümünde olmayan ve daha özgür seyreden bir düşünce sistemi gerekliyse, o zaman daha farklı ama akıllı canlılar olarak evrilseydik de, benzer bir potansiyelimiz olacaktı.

Yani komplo kurgularına inanma (eğilimi olmasa da) potansiyeli, konuya biyoloji ve zihin mimarisi açısından yaklaştığımızda, son derece yaygın.

Ama bu, elbette, yersiz boş inançlardan, komplolardan kaçış yok anlamına gelmiyor.

— / —

Komplolara inanma potansiyelini başka türlü şekillendirmek, sürekli boş inançlara meyleden değil, eleştirel düşünceyle bilişsel filtreleme yapabilen yetişkinler haline gelmemiz mümkün.

Doğru eğitimle, gelişim sürecinde sağlıklı zihinsel alışkanlıkların yer etmesiyle mümkün.

Bu da, gelecek haftaki programın konusu olacak.

Yani haftaya, biyolojinin bize verdiği donanım üzerine, bebeklikten yetişkinliğe uzanan süreçte hangi zihinsel yapıları inşa ettiğimizin önemini, düşüncenin iç dinamiklerini ve bunun komplolara inanma eğilimiyle ilişkisini ele alacağız.