Aralık 2015

Yıl Sonu Değerlendirmesi
-
Aa
+
a
a
a

Paris saldırısı sonrası başta Avrupa kıtası olmak üzere bütün dünyayı içine alan olağanüstü hal durumu, “dünyanın kaderini belirleyecek” görüşmelerin gerçekleşeceği düşünülen COP 21 zirvesi öncesinde yine Fransa'nın başkenti Paris'te somut bir şekilde kendini gösterdi.

Ayın Sözü:
 

"Diyarbakır’dan bütün Türkiye’ye sesleniyoruz: Koşar adım içsavaşa gidiyoruz, farkında mıyız?

Vatanın bölünmesinden kaygı duyanlara sesleniyoruz: Vatan bölünüyor, yürekler bölünüyor, farkında mıyız?

Savaş kararı alanlara sesleniyoruz: Kan-ölüm-yıkım üzerine iktidar kurulmaz. Bir durun, bir görün, bir anlayın; savaş kararınız kurşun olup, bomba olup, ateş olup insanları öldürüyor, doğayı, tarihi, kültürleri, insanlık mirasını, dostluğu, kardeşliği yıkıyor; farkında mıyız?
 

Ortak vicdanı temsilen sesimizi duyurmak için buradayız: Eller tetikten çekilsin, silahlar susturulsun, ölmeye öldürmeye son verilsin. Acilen çözüm masasına dönülsün, Meclis de sürece dahil edilsin, demokratik ortamda oturup konuşulsun.

Aslolan ölüm değil hayattır; aslolan insandır, insanın özgürlüğü, insanın mutluluğudur. Artık yeter! Çocuklarımızı kurban etmeyin, bizleri kurban etmeyin; geleceğimizi, bin yıllık kardeşliğimizi kurban etmeyin.
 

Yarın çok geç olacak, farkında mısınız?"
 

30 Aralık 2015 Çarşamba günü Türkiye'nin dörtbir yanından gelen barışseverlerin oluşturduğu Barış Grubu'nun Diyarbakır'ta yaptığı Ziyaret Programı, 2015 sonunda katledilen hukukçu ve insan hakları aktivisti Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi'nin "hoşgeldiniz"konuşması ve arkasından, 2007'de katledilen gazeteci ve insan hakları aktivisti Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in ziyaret grubu adına "hoşbulduk" konuşmasının ardından okunan Barış Bildirisi.

(Açık Radyo)

***

 

İndirmek için: mp3, 44.7 Mb.

Paris saldırısı sonrası başta Avrupa kıtası olmak üzere bütün dünyayı içine alan olağanüstü hal durumu, “dünyanın kaderini belirleyecek” görüşmelerin gerçekleşeceği düşünülen COP 21 zirvesi öncesinde yine Fransa'nın başkenti Paris'te somut bir şekilde kendini gösterdi.

 

 

 

Tarihin en büyük iklim adaleti eylemini gerçekleştirmek için belki bir milyon kişiyi sokağa dökmek üzere aylardır hazırlanan aktivistler zirvenin hemen öncesinde göz altına alınıyor, zirve boyunca ev hapsinde tutuluyor ve evinden çıkabilecek kadar şanslı olanlara da Fransız çevik kuvvetinin silahlarından çıkan gaz bombaları reva görülüyordu.

 

Zirvenin ilk günlerinde arzı endam eden dünya liderleri günümüzün en önemli sorunu iklim değişikliği ile alakalı bir kaç kelam ettikten sonra bulaştıkları krizlere gömülüyor, yerlerini uzun saatler boyunca gezegenin sıcaklığını –tam bir yıkım manasına gelen–  2 derecenin altında tutsak mı tutmasak mı tartışmasına tutsak olacak heyetlere bırakıyorlardı.

 

Sivil toplumun dahil edilmediği, medyanın kapının dışında bırakıldığı, şeffaflığı kendinden menkûl tartışmalar sonunda varılan Paris Anlaşması ile tarihi bir an yaşandığı, fosil yakıt çağının sonuna gelinmek üzere olduğu açıklandı.

 

 

 

Ne var ki, fosil yakıt çağını bitirecek anlaşmanın metninde fosil yakıt kelimeleri bir kez bile geçmiyordu. Kömür, petrol, doğal gaz da öyle. Yenilenebilir enerji bir kez geçiyordu, o da Afrika için özel bir durumda. 31 sayfalık anlaşma 196 ülke tarafından kabul edilmiş olsa da gerçek hareket, tek çözüm, sokaktaydı. Karar vericileri ancak sokaklar ve tarlalar harekete geçirecekti.

 

Gezegenin doğal dengesini yerli yerine oturtmak için bir türlü ceplere gitmeyen eller, silah ve savaş konusunda ise ceplerden çıkmıyordu. İsveç Barış Enstitüsü'nün (SIPRI) derlediği rakamlara göre 2014 yılında dünya çapında silah satışlarında Batı Avrupa ve ABD'de minimal düşüşler, Rusya'da muazzam artışlar görülse de, artık fiili olarak da savaşta olan ülkeler dünyayı devasa bir cephanelik haline getirmeye devam ediyordu.

 

İngiltere parlamentodan onay çıkar çıkmaz Suriye’de hava saldırılarına başlamış, Fransa   IŞİD'in Irak'taki yapılarını ilk kez havadan karaya güdümlü füzelerle vurmuştu. Rusya'nın İdlib şehrinde düzenlediği bombardımanlarda  200'e yakın Suriyelinin hayatını kaybettiği, çok sayıda Suriyelinin yaralandığı söylendi. İnsan Hakları İzleme  örgütü (HRW), Rusya ve Suriye rejim güçlerinin, Suriye'deki muhalif gruplara karşı 30 Eylül'den bu yana misket bombası kullandığını açıkladı. 

 

Dünya Gıda Programı’nın büyük bir kıtlığın eşiğinde olduğunu söylediği Yemen'de oldukça kırılgan bir ateşkese girilmiş, kırılgan bir ateşkesi yıllardır sürdüren Ermenistan ve Azerbaycan mevzileri arasında ateş değiştokuşu yüzünde 3 asker hayatını kaybetmişti.

 

Irak Hükümeti, IŞİD'e yapacağı operasyon öncesi Enbar vilayetinin merkezi Ramadi halkına nereye gideceklerini söylemeden 72 saat içinde kenti boşaltmaları uyarıları yapıyor, Afganistan'da Kabil yakınlarında düzenlenen intihar saldırısında 6 NATO askeri ölüyordu.

 

ABD'nin California eyaletinde engellilerin hizmet aldığı binaya düzenlenen silahlı saldırıda 14 kişi öldürüldü. Daha sonra yapılacak olan açıklamalarda saldırıyı gerçekleştirenlerin Işid'e biat etmiş olduğu belirtildi. Bu, sonradan doğrulanmasa da, 2015 yılının son ayında Işid terörünün korkusu Avrupa'dan ABD'ye bulaşmıştı.

 

Savaş halinde olmayan taraflar arasındaki durum bile oldukça kırılgan haldeydi. Sınır ihlali gerekçesi ile gerilen Türkiye Rusya ilişkileri artık kendini her alanda belli ediyordu.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesini Işid ile petrol üzerinden ticari ilişkiler kurmakla doğrudan itham eden Rus hükümeti Türkiye'ye özel ticari-ekonomik tedbir getirilmesini öngören kararnameyi imzaladı. Limon ve fındığın yanı sıra, Türk Akımı doğalgaz boru hattı ve Akkuyu Nükleer Güç Santrali projelerinin de yer almadığı kararnamenin üzerine Rus lider Vladimir Putin "Türkiye'nin mevcut lider kadrosuyla ilişkilerin geliştirilmesi ihtimalini görmediğini" söyledi ve bu kadroyu ABD ile -pek diplomatik dille anılamayacak bir şekilde- garip ilişkilere girmekle suçladı.

 

Bir Rus savaş gemisinin İstanbul Boğazı'ndan geçişi sırısında bir askerin sırtında füze taşırken poz vermesi, bir başka Rus gemisinin bir Türk balıkçı teknesini taciz ettiği iddiası ve NATO’ya ait gemilerin İstanbul boğazına demirlemesi, krizin su üstündeki küçük kısmıydı.

 

Doğal gaz bağımlısı haline gelmiş Türkiye yeni yollarını ayırdığı stratejik ve ticari ortağı Rusya'nın ardından türlü arayışlar peşindeydi. Vizesiz geçiş hakkını kaldırmaya karar veren Rusya'nın yerini ve gazını doldurur mu bilinmez ama Katar Emirliği’nden likit doğaz gaz ve vizesiz geçiş anlaşması yapan Cumhurbaşkanı ve çok sayıda bakan yurda muzaffer döndüler.

 

Kasım sonunda Avrupa Birliği ve Türkiye liderlerinin, büyük kısmı ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilerden oluşan göçmenlerin AB ülkelerine akınını kontrol altına almak için yaptığı çabalar sonuç verdi: Taraflar, birlikte çalışma ve işbirliği konusunda uzlaşmaya vardı. Göçmenlerin Türkiye'de tutulması ve AB tarafından istenmeyenleri kabul etmesi karşılığında AB'den para, üyelik sürecinin hızlandırılması, vize serbestisi ve bir kısım Suriyeli göçmenin yasal yollarla AB'ye alınması taahhütleri verildi.

 

İsrail ile “one  minute” krizi ve Mavi Marmara saldırısı ardından askıya alınmış olan diplomatik ilişkilerin yeniden canlandırılmasına girişildi. İsrail televizyonu Kanal 10'a göre İsrail, Mavi Marmara saldırısında ölenlerin ailelerine 20 milyon dolar tazminat ödeyecek, Büyükelçiler başkentlere geri dönecekti. Ve tabii ki İsrail yeni elde ettiği doğal gaz rezervinden Türkiye ve AB ülkelerinin faydalanmasının yolunu açacaktı. Türkiye (Erdoğan)  tarafının Gazze ablukasının kaldırılması yolundaki 3. şartının ne olduğundan bahseden yoktu.

 

Mısır bile Türkiye ile ilişkilerin eskiden olduğu gibi normalleşmesini umduğu yolunda açıklamalar yaptı. Ne de olsa onlar artık yeni müttefiklerdi. Teröre karşı savaş açmış iki müttefikin dargın durması ise pek yakışık almayabilirdi.

 

34 ülkenin yer aldığı “Teröre karşı İslâm ittifakı” kuran Suudi Arabistan kadroya, Ürdün, Tunus, Katar, Libya (Işid'in kontrol etmediği tarafı), Mali, Fas, Bahreyn gibi ülkelerin yanı sıra birbirine küs Mısır ve Türkiye gibi iki ülkeyi de aynı çatı altında toplamıştı. Listede adı bulunan Pakistan'ın bu çatı altında olduğundan haberi bile yoktu. Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip Endonezya ise her ne hikmetse İslam ittifakında yoktu.

 

Teröre karşı İslam İttifakı'nın ne yapacağı henüz bilinmese de, listede yer alan ülkelerin birçoğu kendi içinde bir ateş çemberine çekilir gibiydi. Aynı Türkiye gibi.

 

Tahir Elçi'nin naaşı daha yeni kaldırılmıştı ama vurulduğu Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki 4 ayaklı minare çatışmaların ortasında kalmaya devam etti. Diyarbakır'da Askeri Hastaneler otomatik silahlarla taranıyor, kentteki ilk Osmanlı eseri Fatihpaşa Camisi'nde (Kurşunlu Camisi) yangınlar çıkıyor, öğretmensiz ve öğrencisiz kalan okullar yanıyordu.

 

 

 

Sokağa çıkma yasağının hüküm sürdüğü Sur Sokaklarında günlük hayat ve ticaret durma noktasına geldi. CHP'den Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı ve İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner'in hazırladıkları rapora göre, 24 binlik kişinin yaşadığı ilçede 22 bin kişi göç etmek zorunda kalmış, iki haftada 361 esnaf dükkan kapatmış, 50 esnaf işyerini taşımıştı. Duvarlarda yazılan yazılarla, zırhlı araçlardan yapılan anonslarla vatandaşlara küfür ve hakaret edildiği söyleniyordu.

 

 

 

Cizre ve Silopi'de de durum pek farklı değildi. Hendek ve barikatlar ile Topçu ve tankların arasında kalan halk beyaz bayraklarla evlerini terk etmeye çalışıyordu. Cudi, Nur ve Yasef mahallelerinde çok sayıda ev, işyeri ve araç hasar görmüştü. Gıda ve elektrik sıkıntısının baş gösterdiği bölgede aileler bodrum katlarında kendi deyimleriyle “çoluk çocuk ölümü bekliyorlardı.”

 

 

Evet çocuklar ölüyordu. 'Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz' Girişimi'nin araştırması bu vahim tabloyu herkesin gözleri önüne seriyordu.  26 Temmuz-30 Kasım 2015 arasında, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkâri ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk hayatını kaybetmiş, en az 52 çocuk da yaralanmıştı.

 

Operasyon veya çatışmalar sırasında vurulan, gösteriler sırasında vurulan, bomba patlaması sonucu, sivil alanlarda bulunan mühimmatın patlaması sonucu, hasta olup hastaneye götürülemediği için, sokağa çıkma yasağı sırasında parkta veya evin önünde oynarken vurulan, eve isabet eden kurşun veya patlayıcı ile vurulan, polisten kaçarken apartmandan düşen, polis tarafından dövülerek, açılan ateşte vurulan çocuklardı bunlar.

 

Çok sayıda asker, polis ve militanın hayatlarını kaybettiği çatışmalar batıda, doğuda, kuzeyde ve güneyde, yani Türkiye'nin her yerine cenazelerin taşınmasına neden oluyordu. Artık savaş olarak adlandırmakta bir çekincenin kalmadığı çatışma ortamında, entelektüellerin, avukatların, eğitimcilerin ve her şeyden önemlisi annelerin barış sesi her zamankinden daha keskin çıkıyor ve gerekli hale geliyordu.

 

Medya mensupları için hiç de aydınlık geçmeyen yılın, yine en karanlık aylarından biri olan Aralık ayında ana akım medya ülkenin doğusunda yaşanan bu olayları ya görmez haldeydi ya da teröre karşı verilen kahramanlık beyitler halinde işlemekteydi.

 

 

Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutukluluğuna yapılan itiraz üst mahkeme tarafından reddedilmişti, yazar ve gazetecilerin Silivri cezaevi önünde tutmaya başladığı nöbet her geçen gün kalabalıklaşmaktaydı.

 

Hasan Cemal'in 'Delila/Bir Genç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri' ve 'Çözüm Sürecinde Kürdistan Günlükleri' ile Tuğçe Tatari'nin 'Anneanne, Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim' kitapları için toplatma kararı verildi. Kitapevleri yıllardır raflarda olan kitapları raflarından kaldırmaya başladı. Türkiye Yayıncılar Birliği başta olmak üzere bir çok kesimin tepkisi duyulmaktaydı.

 

Uluslararası yazarlar birliği PEN International, Türkiye raporunda dijital ortamda ifade özgürlüğünün ciddi biçimde kötüleştiği uyarısı yapıyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye'den YouTube'a erişimin engellenmesinin "ifade özgürlüğünün ihlali" olduğuna karar veriyordu.

 

Yüzüklerin Efendisi filmindeki "Gollum" karakteri ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını yan yana koyarak sosyal medyada paylaşan Dr. Bilgin Çiftçi hakkında açılan hakaret davasında mahkeme, "Gollum"un kötü karakter olup olmadığının araştırılması için bilirkişi incelemesine karar verdi.

 

Yılın son günlerine girilirken İngiltere’den Uruguay’a beş kıtada seller, sular, fırtınalar, kuraklıklar, sıcak dalgaları, orman yangınları ve bunların yol açtığı maddi-manevi kayıplar kol geziyordu. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de, Libya’da, Güney Sudan’da savaşlar ve iç savaşlar kol geziyordu. Savaştan, sellerden, kuraklıktan, kıtlıktan, açlıktan kaçan mültecilerin sayısı II. Dünya Savaşı günlerindeki rekoru kırıyordu.

 

 

 

 

Türkiye’de Güneydoğu’da bazı şehirlerin bazı mahallelerinde sokağa çıkma yasağı bütün Aralık ayını kapsıyor, şehirlerin mahalleleri yerle yeksan oluyor, üç aylık bebeklerle 80 yaşındaki dedeleri ölüyor, onlara morglarda yer bulunamıyor, tank, top tüfek sesleri bir an olsun durmuyordu. Yılın son günlerinin en çok kullanılan kelimeleri şunlardı: İhanet, terör, suikast, siyasi suikast, siyasi intihar, provokasyon, fantezi, hezeyan, ve ihanet – evet gene!

 

Ve evet ve gene: Aralık ayı, dünyanın en güçlü ve zorlu polis teşkilatlarından birinin, Fransız özel harekât polisinin ve askerinin denetimindeki yasağa rağmen, dünyanın dört bir yanından gelen 20 bin aktivistin Paris’te iklim adaleti için sokakları, bulvarları ve meydanları doldurup  herşeye meydan okuduğu tarihi bir sivil itaatsizlik eylemine şahit oldu.

 

Ve evet ve gene: Yılın sondan bir önceki günü Türkiye'nin dörtbir yanından gelen barışseverlerin oluşturduğu Barış Grubu Diyarbakır’da buluştu: Ziyaret, 2015 sonlarında katledilen hukukçu ve insan hakları aktivisti Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi'nin "hoşgeldiniz"konuşması ve arkasından, 2007'de katledilen gazeteci ve insan hakları aktivisti Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in "hoşbulduk" konuşması ile açıldı ve ardından okunan güçlü bir barış çağrısı ülke semalarına yükseldi.

Binbir türlü musibetin vuku bulduğu dünya adlı gezegende 2015 yılı sonunda insanlar gerçek bir eylemin umuduyla bekliyordu. Belki de bu eylemin ilk adımı, ölümünün 65. yılında büyük İngiliz yazar George Orwell'ın şu cümlesinde saklıydı:

"Sahtekârlığın ve yalancılığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde gerçeği söylemek, devrimci bir eylemdir."