"Yoksula yoksulluk katarak seçim kazanılan bir ülke hatırlamıyorum"

Vakayiname
-
Aa
+
a
a
a

Türk lirasının değer kaybetmesiyle ekonomide yakın gelecekte ne olacak? Yaşadığımız ekonomik krizin siyasi iktidarla bağları neler? Güncel ekonomik durumun arkaplanını ekonomist Uğur Gürses anlattı.

Döviz bürosu
Faiz, enflasyon, döviz kurları... Ekonomik gidişat ne yöne?
 

Faiz, enflasyon, döviz kurları... Ekonomik gidişat ne yöne?

podcast servisi: iTunes / RSS

(26 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Vakayiname programında yayınlanmıştır.)

 

Güven Güzeldere: Vakayiname’ye hoş geldiniz! 95 FM Açık Radyo’dasınız, programı Ömer Madra, Özlem Tekin ve ben Güven Güzeldere birlikte hazırlayıp sunuyoruz. Bugün konuğumuz iktisatçı Uğur Gürses. Hoş geldiniz Uğur bey!

Uğur Gürses: Hoş bulduk!

Ömer Madra: Merhabalar, hoş geldiniz!

UG: Merhaba!

Özlem Tekin: Merhabalar, konuğumuz ekonomist, yazar Uğur Gürses, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü’nden mezun. Merkez Bankası (MB)’nda başladığı bankacılık kariyerini 2001 krizi öncesinde bırakarak medya alanına geçti. TV kanallarında ekonomi yorumculuğu ile Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına sırasıyla Yeni Binyıl, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde devam etti. Kendisi 2018’den bu yana da kişisel bloğunda ekonomik gelişmeleri yorumlamayı sürdürürken güncel ekonomi üzerine konuşmacılık yapmaya da devam ediyor. Hoş geldiniz!

UG: Hoş bulduk!

GG: Bu programda ne konuşacağımız belli; bu hafta özellikle TL’nin değer kaybının ivme kazandığı bir hafta oldu. Biraz böyle freni patlamış bir araba gibi yokuş aşağı gidiyoruz hali var. Bu his çoğu insanda da var aslında, olmamasına da imkan yok herhalde ama bir iktisatçı olarak sizin değerlendirmenizi isteyeceğiz Uğur bey, sahiden nereye gidiyoruz?

"AB’den müzakere tarihi alındığı yılın ertesinde Türkiye’ye oluk oluk döviz geldi"

UG: Ben Türkiye’deki son gelişmelere baktığım zaman bunu tek başına bir ekonomi politikasının sonucu ya da reçetesinin bir sonucu olarak görmüyorum. Bu bir politik krizin yanında taşıdığı bir bagaj diyebilirim ve tabii ki o bagaj herkese mal oluyor yani tüm yurttaşlara mal olan bir bagaj. Türkiye 2001’de bir kriz yaşadı malum ve orada döviz kuru rejimini değiştirdi, işte İMF geldi. İMF, o yıllarda milli gelir kabaca 250 milyar Dolar seviyesindeyken 25 milyar Dolar’a yakın bir fon sağladı Türkiye’ye ama tabii “şunları, şunları, şunları yapacaksın, bunları, bunları yapmayacaksın!” dedi IMF. Sancılı bir süreç oldu, bazı işyerleri kapandı, insanlar işsiz kaldı, yani o acı reçeteyi yine toplum bir şekilde ödedi ama işin öbür tarafından ‘o bahçe temizliği’nden sonra ekonomide gerçekten bir toparlanma süreci başladı. Nasıl başladı? Türkiye’nin yeni bir şeyi vardı, tabii IMF’den aldığı para vardı ama Türkiye aynı zamanda AB gibi bir çapaya sahip oldu. Şunu hatırlıyorum ben; Türkiye AB’den müzakere tarihi aldığı yılın ertesinde Türkiye’ye oluk oluk döviz geldi, çünkü şöyle bakılıyor, AB ile eklemleşme süreci diye görülüyordu, o başladı diye düşünülüyordu ve oluk oluk para geldi. İşte bugünkü koşullarda döviz kurunun yükselişini falan konuşuyoruz, o yıllarda döviz kuru çok fazla düşmesin diye Merkez Bankası piyasadan döviz satın alıyordu ve baş edemiyordu, yani düşüşü engelleyemiyordu. Ben şunu hatırlıyorum, yani bir yıllık bir dönem içerisinde kabaca 13-14 milyar satın aldı MB ki o zaman döviz rezervlerinin toplamda 20-30 milyar Dolar olduğu seviyeden bahsediyorum. Bu tabii yeni bir pencere açtı Türkiye’nin önüne; IMF anlaşması var, işte oradan ekonominin tekrar toparlanıp gideceğini herkes görüyor, uluslararası piyasalarda buna güven var, yani Türkiye’ye güven var, tek parti iktidarı var yani siyasi istikrarsızlık da yok. En önemlisi de bence AB’den bir müzakere tarihi almış olmamız ve Türkiye’nin bir süre sonra herhangi bir Avrupa ülkesi gibi bir ekonomik patikaya çıkacağıydı. Bu çok önemli bir şeydi, hem demokratikleşme şeyleri de vardı tabii, hukukun üstünlüğü, işte demokratikleşme gibi değerlerde çok çok iyileşmeler, reformlar yapıldı. Burada tabii Türkiye’yi bir İspanya, İtalya gibi görmeye başladı yatırımcılar ve bu yüzden de Türkiye’ye para aktı. Bir küçük pencere açayım burada; lafı çok fazla uzatmak da istemiyorum ama o yıllarda TL’ye olan güvenin artmasıyla oluk oluk işte döviz geldi hatta yabancı kuruluşlar TL borçlanmaya başladılar. Bu borçlandıkları TL’lerde yine çok düşük faizlerle Türk bankalarına borç verdiler. O neyin kapısını açtı? Şunu açtı; bu hani, bugün çok şikayet ettiğimiz betonlaşmanın kapısını açtı. Nasıl açtı? Çok ucuz konut kredileri verilmeye başlandı ve bu konut kredileri bir talep yarattı. Tabii aylık 1%’in altında ucuz kredi ciddi bir pencere açtı ve inşaat projeleri patladı. Hükümet şöyle gördü tabii, hani hiç bu hesapta olmayan bir şeydi ve tabii bunun üstüne atladı hükümet. Yani bu inşaatla büyüme hikayesi orada başladı. Bu döngü olarak devam etti, yani talep, talebin üstüne krediler büyüdü derken 2008’e kadar bu şekilde geldi. 2008-2009’da biliyorsunuz bir küresel kriz patladı. O krizde ne olacağız falan derken hükümet açısından siyasi açıdan yeni bir sörf dalgası geldi. Ekonomik olarak tam o açıdan öyle olduğunu söyleyemeyeceğim çünkü bu da şunu getirdi; bütün dünyadaki gelişen ülkelere, gelişmiş ülkelerle basılan bu ucuz para, bol para akmaya başladı. Bu akış tabii hiç şeye bakmıyordu, yani “o ülke demokratik mi değil mi, kurallar var mı, kuralsızlık var mı?” falan diye bakmadan oluk oluk para gelmeye başladı, çok devasa bir fon. Hatta şöyle söyleyeyim, Gezi protestolarının başladığında Türkiye’ye gelen para kabaca 100 milyar Dolar’dı son bir sene içerisinde. Halbuki Türkiye’nin cari açığı 50 milyar Dolar’dı. Yani o yılda rekor bir cari açık ama rekorun da iki katı kadar bir döviz geldi Türkiye’ye. Bu tabii şeyin en zirvesiydi, nitekim işte kişi başı milli gelir, düşük enflasyon, yüksek büyüme diye bakıldığı dönem 2013’tür ama hükümet bunu tabii, Gezi protestosu başladı o yüzden “ekonomimize suikastlar başladı” diye anlattı ama işin başka bir tarafında da şu vardı; Amerikan Merkez Bankası’nın o dönem başkanı Ben Bernanke “biz artık bu bol para döneminden çıkacağız” açıklamasını yapmıştı Gezi protestoları başlamadan birkaç gün önce. Bu tabii Amerika’da bile faizleri patlattı ve Türkiye’de de, gelişen ülkelerde de sarsıntı oldu. Hatta buna “taper tantrum” denirdi, bir “tapering” depremi anlamına gelebilecek, finansal piyasalarda böyle adlandırıldı.

"Darbe girişiminin ertesindeki süreçte ekonomi politikasında da çok keyfi ve maceracı bir yola girildi"

Şimdi 2010’dan sonraki dönemden bugüne kadar olan dönemde giderek Türkiye’ye gelen döviz miktarı azalmaya başladı ve maalesef ki siyasi iktidar da “nasıl olsa bol para geliyor” diye başladığı bir şey vardı. Demokratik değerlerden uzaklaştı, hukuktan uzaklaştı. “Ben ne yaparsam yapayım bunun ekonomiye olumsuz yansıması olmuyor nasıl olsa” diye düşünmeye başladı, böyle aksiyon almaya başladı. Ama biz bunu görüyorduk, yani ödemeler dengesinde Türkiye’nin döviz girdileri azalıyor ve yüksek bir miktarda borçlanma var, bu borçlar ödenmeye başlanacağı, fatura ödenmeye başlanacağı zaman o sorunlar ortaya çıkacaktı, ortaya dökülecekti. Hatta şunu diyorduk o dönemde “şu eforyaya boş verin, şu içkileri birisi kaldırsın masadan, parti biraz sakinleşsin!” ama maalesef işte bizim gibi ekonomistlere, iktisatçılara “kötümser bakıyorsunuz” falan denildi. Ama geldiğimiz nokta şurası; 2015’te biliyorsunuz bir darbe girişimi var, darbe girişiminden sonra bir olağanüstü hal dönemi var ve 2018’de de Türkiye ‘Türk tipi başkanlık rejimi’ne geçti. Bu tabii Türkiye için çok büyük bir dönüm noktasıydı, ekonomik olarak da; çünkü ekonomi politikasında da çok keyfi ve maceracı bir yola girildi. Ne gibi? İşte faizleri çok düşük tutarak, negatif reel seviyesinde tutarak ekonomiyi “büyütme” ve “şahlandırma” çabasına girdi hükümet ama biz diyorduk ki “negatif reel faizle ve uluslararası bu konjonktürde bu olmaz”. Nitekim bir dolarizasyon ve Türkiye’ye gelen döviz girişlerinde bir yavaşlama, azalma, hatta döviz çıkışları -özellikle Bronson krizi patlak verdikten sonra- böyle bir patlama oldu. Bugüne geldiğimiz zaman da bunun yansıması olarak görüyorum. 2020’de pandemi patladığı zaman da yine devasa kredi büyümesine gitti hükümet. İşte cumhurbaşkanı damadını koymuştu ekonominin başına ve bu kredi patlaması asıl çok büyük bir döviz talebini ortaya çıkardı. Şöyle örnek vereyim, Türkiye daha önce görmediğimiz kadar yüksek miktarda altın ithalatı yaptı, 25 milyar Dolar’a yakın bir altın ithalatı yaptı. Yani pandemide eve kapanıyorsunuz, siz bir şekilde işinden, gücünden uzak kalan, işsiz kalan, geliri düşen insanlara çek dağıtmanız gereken yerde ki Amerika, İngiltere bunu yaptı, böyle saçma bir politika izlendi ve bu da Türkiye’nin dövizlerini eritti. Bugün geldiğimiz nokta bunun devamı; yine keyfi bir yönetim var, bu keyfi yönetimde MB’nın faizleri düşürerek enflasyonu düşüreceği, büyüme sağlayacağı gibi bir çıkarsama var ya da bir saplantı var. Öyle yolda ilerlerken işte son 3-4 aydır da yeni bir MB başkanı, yani başkanlık rejimi içeresinde dördüncü MB başkanı TL’yi feda ederek, yani Ankara, MB, hükümet TL’yi serbest düşüşe bırakarak faizleri düşürüyor ve ister istemez TL de hızlı bir şekilde değer kaybediyor. Yani enflasyon %20-23’lük  bir patikada giderken insanlar, iş kesimi, hane halkı tabii ki bunu çok görüyorlar. Bugün mevduata aldığınız %15’lik faiz sizi korumuyor, enflasyona karşı korumayacaktır. Bundan sonra da korumayacak. İnsanlar da gidip dövize yöneliyorlar, altına yöneliyorlar çok doğal olarak. Altın ve döviz geçmişten beri geleneksel olarak enflasyona karşı koruma kalkanı olarak düşünülüyordu, tekrar o eski şeye geri dönüldü. Ne sayesinde? Bu yanlış politikalar sayesinde. Bugün yaşadığımız çalkantı budur. Özellikle cumhurbaşkanının “enflasyonun sebebi faizdir” diye düşünerek belki de çok ciddi bir şekilde hayata geçirmediği düşünce, “teori” eylül ayından bu yana hayata geçiriliyor ve biz bunun çok acı sonuçlarını yaşıyoruz. Burada temel sorun şu; hani ihracat artacak diye bekleniyor, dünyada böyle bir örnek yok, yani “biz kuru patlattık, devalüasyon yaptık, ihracat arttı, istihdam arttı” diye bir şey yok. Bugün Türkiye’de ihracatçıların önemli bir kısmı ya da kendi ihracatları proporsiyon olarak önemli ölçüde ara malı ithal ediyorlar yurtdışından ve bu dövizle yapılıyor. İster istemez, hani bugün, ilk gün belki kazançlı çıkıyorsunuz ama yarın tekrar yüksek kurdan o ara malı satın almak zorundasınız. 

ÖM: Ara malı ne demek acaba?

"Türkiye’de 17 milyona yakın bir yoksul kitle var ve bu politikayla siz onların hayatını daha da beter hale getireceksiniz"

UG: Ara malı, üretimde kullanılan girdi; yani bu şey de olabilir, biraz daha işlenmiş hali diyelim, kor demir, yani madenden çıkan demir gerçekten hammadde, biraz işlenmiş hali bunun ara malı yani sanayide çelik üretiminde kullanıyorsunuz ya da tencere tava üretiminde kullanıyorsanız, yarı işlenmiş hali de ara malı. Yani birçok şeyde biz bunu görüyoruz; mesela un ekmek sektöründe bir ara malı baktığınız zaman ya da diğer unlu mamuller sektöründe. Bugün yine aynı şeyi konuşuyoruz, yani uluslararası piyasalarda evet, bir ara malı ya da diğer emtia fiyatlarında bir artış var ama Türkiye’de kur yılbaşına göre 60-70% artmış durumda. Yani onun da çok çok üzerinde bir şey var. Bu tabii Türkiye’nin çok, belki de son 20 yıldır yaşamadığı büyük bir enflasyon dalgasını getirecek. Şu anda yaşıyoruz zaten ama daha da rakamlara yansıyacak diye düşünüyorum. Bunu da bir şekilde, hani bu yaşadığımız krizi bir dönüm noktası olarak görüyorum. 2001 krizi bir dönüm noktasıydı, 1994 krizi bir dönüm noktasıydı geçmişti, bu da hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak bir dönüm noktası olduğunu düşündürüyor bana ve o sürecin içindeyiz, şu anda onun içindeyiz diye düşünüyorum.

GG: Yani hükümet cenahından gelen işte “3-4 aya kadar biz bu stratejimizin sonuçlarını alacağız” haberlerinin doğru olmadığını düşünüyorsunuz ve bu yolun aslında iktidara seçim kazandıracak bir strateji olarak da bir faydası olmayacağını söylüyorsunuz diye anlıyorum.

UG: Evet. Mesela uluslararası iktisatçılar da bunu teorik düzeyde söylüyorlar. Paul Krugman’ın çoklu denge yaklaşımı var; döviz kuru arttığı ölçüde biraz üretiminiz artıyor gibi görünür ama arkasından üretim geriliyor ve önceki dengenin daha gerisine düşüyorsunuz. Az önce söylediğim, işte ihracatçı örneğinde olduğu gibi, önce kendinizi biraz ihracatınızda fiyat avantajı elde etmiş zannediyorsunuz, ediyorsunuz da kısmen ama sonra bu tekrar maliyet kanalından sizi vuruyor ve siz rekabet avantajında ya da maliyet açısından ilk noktaya göre daha geriye düşüyorsunuz. Ben “ihracata biraz etki yapabilir mi?” diye düşünüyorum ama bu, yani şöyle bir şey var; diyelim ki biz 10 milyar Dolar’lık fazla bir ihracat yaptık ama soru şu: “Neyin pahasına yapmış olacağız bunu?”. Benim kefenin öbür tarafına koyduğum bir şey; Türkiye’de 17 milyona yakın bir yoksul kitle var ve bu politikayla siz onların hayatını daha da beter hale getireceksiniz, neden? Kur, yani TL değer kaybediyor, değer kaybettikçe ürün ve diğer sokaktaki hayatta kullandığımız tüketim maddelerinin fiyatları artıyor, hayat pahalı hale geliyor, geçim sıkıntısı oluyor. Şimdi şunu söyleyeyim; bizim ya da TÜİK’in ölçtüğü enflasyon bir ortalama üzerinden gidiyor ama yoksul insanların harcama sepetine baktığınız zaman onların harcama sepetindeki gıda ve barınmanın ağırlığı daha yüksek. Biz bunu biliyoruz ki gıda son bir yılda 30% artmıştı. İşte bugün haberlerde, birçok mecrada var, ekmek fiyatına zam geliyor, akaryakıta zam geliyor, barınma ve kiralarda artışlar var. Bütün bunlar en fazla yoksulu vuracak çünkü harcanabilir gelirini tırtıklayacak ve düşürecek. Böyle olduğu için de muhtemelen 17 milyon yoksul daha yoksul hale gelecek. Bence en acı olanı da şu; hani “biz orta sınıfa çıktık, daha refahımız arttı” diye düşünen kesimler de yoksul tarafa doğru kayacaklar. Yani bunu orta sınıf içerisinde de hani nasıl bir örnekle verebilirim bilmiyorum ama mesela geçmişte biraz para biriktirip çalışmasıyla yurtdışına tatile gitmeye, en azından yakın ülkelere gitmeye çalışan orta sınıf artık o imkana sahip değil diye düşünüyorum. Hatırlarsanız bayram tatillerinde Yunanistan’a giden Türkler’den bahsediyorduk, artık o mümkün değil gibi görünüyor orta sınıf için. Ya da bir takım tüketim ürünlerinde, mesela cep telefonlarında, bilgisayarlarda, laptoplarda giderek çok daha fahiş bir fiyat göreceğiz. Fahişten kastım şu; yani onların fiyatı şişirdiği değil ama kurlardan dolayı daha pahalı hale gelen bir tüketim segmenti var. Her şey pahalı yani. Ortalama, belki çamaşır makinesi, buzdolabı gibi yabancı markaları da insanlar, orta sınıf satın alabilirken artık alamayacaklarını düşünüyorum. Bu tabii ki refahta aşağı doğru kayış demek. Nereden bakarsanız bakın daha kaliteli ürün yerine daha düşük kalitede ürün almanız refah kaybı demek. 

GG: Herhalde bu yönde geçirilen her gün mevcut iktidardan sonra iktidara gelecek ve ekonomi politikasını bir şekilde değiştirmeye çalışacak insanlar için de daha güç hale getiriyor olsa gerek?

"Seçim sonrasında iktidar değiştiği zaman muhtemelen döviz kurunda çok ciddi bir düşüş olacak"

UG: İki boyutu var; oluşan enkaz açısından evet, daha güç hale getiriyor. Daha kolay getiren tarafı şu; Türkiye’deki insanların, yurttaşların döviz tutma, altın tutma saikini ortadan kaldıracağı için daha demokratik, daha hukuka saygılı bir iktidarın… O zaman şöyle bir şey var; insanların döviz tutma saikini ortadan kaldırıyorsunuz ya da azaltıyorsunuz. Benim tahminim şu -hani çok iddialı gelebilir- seçim sonrasında iktidar değiştiği zaman muhtemelen döviz kurunda çok ciddi bir düşüş olacak. İşte yani bugün seçim olsa kur 12 seviyesinde ve muhtemelen en az 2-3 lira aşağı gelecek diye tahmin ediyorum. Sebep şu; elinde döviz bulunanlar artık bu döviz tutma ki en önemli saikin ben güvensizlik olduğunu düşünüyorum, yani bu ister siyasi iktidara güvensizlik olsun, ister keyfi yönetim, ister kararların kurala dayalı olmaması -yani akşam başka karar sabah kalkıyorsunuz- başka karar olması gibi birçok faktörden dolayı bu güvensizlik unsurunu azaltacağını düşünüyorum. Bu yüzden de TL’ye olan güvenin de bununla bağlantılı ve koşut olarak artacağını düşünüyorum. O tabii yeni gelecek bir iktidar için çok kolaylaştıran bir şey; yani TL’ye güveni tekrar tesis etmiş olması ve bunun da orada kalıcı, sürdürülebilir bir patikada ilerleyecek olması bir iktidar için çok çok önemli bir unsur bence bu. 

ÖM: Peki mevcut iktidarın bu güveni tekrar tesis edebilme ihtimali var mı? Yani bu demin konuştuğumuz ekonomik güvensizlik anlamında söylüyorum ya da mesela işte biraz önce, yayına girmeden önce konuştuğumuz İslam Ticaret, Sanayi ve Tarım Odası Başkan Vekili Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun bir çeşit İslami finans modellerini yaygınlaştırma gibi farklı bir model önerisi de var, bunların güveni sağlamakta bir işe yarayacağını düşünüyor musunuz?

UG: Hayır. Ben, işte az önce de konuştuğumuz gibi, bu tür konuşmaları oradaki, yani bulunan ortama göre yapılan konuşmalar olduğunu düşünüyorum. Yani İslami finans ya da İslami ülkeler toplantısında, işte iş çevresinden giden bir iş insanının bu şekilde ortama uygun bir konuşma yaptığını düşünüyorum. Yoksa hani geniş çerçevede bakarsak Türkiye’de İslamcı bir partinin iktidarı var son 20 senedir ve burada, Türkiye’de katılım bankacılığı çok fazla bir mesafe alabilmiş değil. Bunu şeyden de görüyoruz, yani toplum belki AKP’ye oy veriyor ama akşam gidiyor işte kanallarda diziler seyrediyor, parasını faize yatırıyor dolayısıyla aslında kendine ait bir hayat tarzı var. Yani oy verdiği partinin arzusu olan hayat tarzını yaşamıyor. Dolayısıyla onun çok fazla şansının olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de İslami finans, tabii ki o konuda insanlar, ona duyarlı insanlar var, inanışına göre faize hassas insanlar var, onlar zaten bir şekilde katılım bankacılığını kullanıyorlar, mevduat değil de katılım hesabı açıyorlar. Bana sorarsanız faiz hesabıyla aynı gidiyor katılım hesabından alınan gelirler, kazançlar ama o inançtır, kendisini öyle rahat hissediyorsa öyle yapar, ona bir itirazım yok ama toplam bankacılık mali sistemi içerisinde katılım bankacılığı ya da İslami finans ilerleyebilmiş değil. Tamam, öyle ürünler olsun, yani isteyen bunu alsın ama yani toplam mali sektör içerisinde çok çok yüksek bir oran da değil.

BAE'nin 15 milyarlık yatırımı mevcut krizi çözmek için ifade edilen bir "söylem"

ÖT: Ben de bu noktada bir şey sormak istiyorum; aslında başlangıçta AB ile yürütülen olumlu süreçlerin nasıl fonlara, döviz akışına sebep olduğunu belirttiniz ama son yıllarda hükümetin dümen kırdığı, yine İslami ülkelerden, mesela Katar üç yıl önce 15 milyar Dolar’lık hızlı bir fonlamadan bahsetti ama bunda, sizin de belirttiğiniz gibi 1/10’undan azının geldiğini görüyoruz. İimdi de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) üzerinden benzer bir senaryo yazılıyor. Burada açılım yapabilir misiniz? Yani bu dümen kırmanın bize maliyeti nasıl olacak?

UG: Ona ben çok çok fazla önem atfetmiyorum yani bu tür açıklamalara. Ne o dönemde… Yani Ağustos 2018’de Bronson krizi patlak verdiğinde Katar Emiri geldi ve cumhurbaşkanıyla beraber bir açıklama yaptı. Tabii o açıklamada Türkiye’ye 15 milyar Dolar’lık doğrudan yatırım yapılacağını -yani doğrudan yatırım şu; ister gelip bir fabrika kuruyorsunuz ya da mevcut bir fabrikayı satın alıyorsunuz belli bir iş düzenine ya da işletmeye- böyle bir şey olacağını düşünmüyordum zaten, yani yapılacağını. Bunun tamamen o dönemde bir kamu diplomasisi söylemi olarak düşünmüştüm. O da zaten kendini gösteriyor zaten; aradan üç yıl geçti, işte kriz vardı, kriz sakinleşti sonra başka krizler çıktı ama Katar Emiri gelip de Türkiye’de kayda değer bir yatırım yapmadı. Katar’ın son üç senede yaptığı yatırımın toplamı 1.3 milyar Dolar. Onun da üç kalemde arttığını görüyoruz, yani böyle yaygın bir artış olduğunu görmüyoruz, yani blok şeyler, büyük kupon yatırımlar. Çok büyük bir rakam değil. Şeyde de aynı şekilde yani, bu BAE’nin yaptığı açıklamada da “biz 10 milyar Dolar tahsis ettik, ayırdık” demek hani uzun vadede hepimiz ölüyüz, Keynesyen bir kafayla konuşursak, BAE herhalde önümüzdeki 20-30 yılda muhakkak yapacaktır, ona bir itirazım yok ama bugünkü krizi çözmek için ifade edilen bir söylem diye düşünüyorum. Bir kamu diplomasisi bu da. Hani Türk halkına hoş görünmek, Katar Emiri ne yaptıysa BAE Emiri de aynı şeyi yapıyor yani, farklı bir açısı yok. Doğrudan yatırım dediğiniz şey aslına bakarsanız, yani onlar da Katar Emiri de -yani Katar da BAE de- bakarsanız onların yatırım ofislerinin başlarında çok profesyonel insanlar var. İşte bugün muhatap oldukları, bürokrat düzeyinde kendi muhatapları arasında bile çok çok nitelikli uzmanları var, işte İngiliz finansçılar falan var ve onlar büyük şeyler yaparak, kılı kırk yararak yatırım yapıyorlar. Onun için de hemen bir yatırım beklememek gerekiyor. Hani onların yatırım tarzı gerçekten batılı, makul bir çizgide ilerliyor. Bunu tamamen bir kamu diplomasisi söylemi olarak görüyorum. 

GG: Peki yani, işte -şimdi programın son dakikalarına geldik- sizin bloğunuzun başlığı “Ekonomi Alla Turca”, böyle alaturka bir şekilde birtakım hamleler yapılıyor, biz de tabii merak ediyoruz yani kurdaki değişiklik bilerek, kasten yapılan bir şey mi? Yoksa -faizle ilgili bir takıntı diyeceğim- faiz nedeniyle istenmeyen bir yan etki olarak mı ortaya çıkıyor? Ama “Alla Turca” bir durum olduğu açık gözüküyor. Programı kaparken sözü yine bıraksak ve şu noktada, yani 2021 senesi biterken ekonomik gidişat hakkında ne söylemek istersiniz?

"Buradan daha da iyi bir sonuç çıkacağını düşünüyorum"

UG: Evet gerçekten “alaturka” bir çizgide ilerliyor. Yine en başta söylediğime geri döneceğim, bu bir ekonomik çaba değil tam tersi politik bir çaba içeriyor. O da şu; genel seçimlere 1,5 yıl var kabaca ve kamuoyu anketlerinde de AKP + MHP’nin toplam olarak bakıldığı zaman 40% veya altı civarında olduğu görülüyor. Bütün kurşunlar atılmış olduğu için döviz rezervleri eritilmiş, işte ekonomik olarak kredi genişlemesine gidilmiş ve buna rağmen işte Türkiye’de istenen ekonomik refaha ulaşılamadığı, tam tersi gerileme yaşandığı için, işte pandeminin çok kötü yönetilmesi, pandemi döneminde hâlâ işsizlerin, yani örtülü işsizlerin sayısının artmış olması aslında bize şunu söylüyor; iktidarın bu işi yönetemediğini gösteriyor. Onlar da muhtemelen farkındalar bunun. Onun için “kalan 1,5 yıl içerisinde ekonomik bir atılım yapalım da istihdam ve büyümeyi sağlayalım, halkın refahını biraz arttıralım da oyları tekrar toparlayabilelim” düşüncesi var ama bu şekilde olmayacağı çok açık. Yani Türk Lirasını feda ederek, yoksula yoksulluk katarak seçim kazanan bir ülke ya da siyasetçi ben hatırlamıyorum. O yüzden bu böyle palas pandıras bu şekilde gidecek. Şunu söyleyeyim, bizler açısından, vatandaşlar açısından, iş kesimi açısından gerçekten sancılı bir dönem içerisindeyiz. Bu, bu yönetim tarzı altında devam edecek ama şurada ben iyimserliğimi koruyorum; bu yeni yıl içinde bir dilek olarak yer alsın, iyimserliğimin sebebi şu: Türk halkı hiçbir zaman için refah kaybına razı olmadı yani bu derece bir hızlı refah kaybına razı olmadı. 1994’te, 2001’de iktidarı değiştirdiler. Dolayısıyla bu bir siyasi değişim getirecek diye düşünüyorum. Onun da izlerini görüyoruz zaten. Yani 2019’dan beri böyle kademe kademe gelen bir değişim var. Toplum değişim istiyor ve bunun da siyasete yansıyacağını düşünüyorum. Muhtemelen yani erken seçim olur-olmaz tartışması bir tarafa ama 2023’e yaklaşırken biz yeni bir siyasi tablo göreceğiz ve bunun da en iyi tarafı şu; bir parti seçimi kazanacak şeklinde değil, bugün muhalefette bulunan farklı mahalledeki siyasi görüşlerin ortak konsensüse gelmiş olması, neyin nasıl olacağına birlikte karar veriyor olmaları, bir manifesto etrafında birleşiyor olmaları. Bu bence çok önemli bir şey. Buradan daha da iyi bir sonuç çıkacağını düşünüyorum. Türkiye’nin demokratik, hukuka daha saygılı bir ülke olması, ekonomik refahını daha sürdürülebilir kılması için önemli bir patikanın açıldığını ya da rayın döşendiğini düşünüyorum. O açıdan gayet umutluyum. 

GG: Tamam, harika! Biz de böyle umutlu şeyler duymak ihtiyacı içindeyiz aslında. Bugün Türkiye’nin ekonomik gidişatını ekonomist ve yazar Uğur Gürses’le konuştuk. Gelecek hafta da 2022’ye yaklaşırken Türkiye’nin siyasi gidişatını bu kez Bekir Ağırdır’la konuşuyor olacağız. Uğur bey çok teşekkür ederiz. 

ÖM: Çok teşekkürler.

UG: Ben teşekkür ederim hepinize, iyi yıllar dilerim şimdiden peşinen. 

ÖT: Teşekkürler.

GG: Görüşmek üzere. 

ÖM: Görüşmek üzere.