“Türkiye bir dış politika cehennemi yaşıyor”

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge’nin gündeminde Türkiye’nin Rusya’yla ikinci S-400 anlaşması ve anlaşma eksenindeki dış politik sorunları yer aldı.

Satranç taşlarını tutmaya çalışan Türkiye bayrağı manşetli bir el
Görsel kaynağı: Insight Turkey
Ekonomi Politik: 22 Ağustos 2022
 

Ekonomi Politik: 22 Ağustos 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(22 Ağustos 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhaba.

Ali Bilge: Merhaba, herkese iyi haftalar, iyi yayınlar. 

Ö.M.: Bir hafta aradan sonra daha da yoğunlaşan bir gündemden hangi konuyu seçiyoruz?

A.B.: Öncelikle bir kaybımızdan, Bingöl Erdumlu’dan söz etmek istiyorum. Türkiye'de 1960’lardan beri toplumsal mücadelelerin her evresinde yer alan önemli bir figürdü. Erdumlu'nun mücadelesinin içinden gelen biri olarak onu ismen tanıyordum. Açık Gazete aracılığıyla tanışmıştım ve zaman zaman konuşuyorduk. Sadece üniversite gençlik hareketinin değil, 60’lardaki gençlik hareketi dışında sendikal işçi ve emek dünyasının içinden gelmiş olması önemliydi. O döneme ilişkin en yapıcı ve doğru teşhisleri koyması açısından da önemli birisiydi. Sonraki evrelerde iklim, hayvan hakları gibi mücadelelerin içerisinde yer alan, Büyükada düşkünü, Adalar’daki sorunların üzerine giden bir isimdi. Sizin [Ömer Madra’nın] kuşağınızdan birisiydi. Ona bir selam vererek programa başlayalım.

Ö.M.: Günaydın diyelim.

A.B.: Program yapmadığımız süre içerisinde önemli gelişmelerden bir tanesi Rusya ve S-400’le ilgili gelişmelerdi. Yıllardır S-400 meselesini takip ediyoruz ki en son konuşmalarımızdan bir tanesi ikinci S-400 sözleşmesinin onaylandığına ilişkin Rus tarafının açıklaması üzerineydi. Savunma Sanayi Başkanlığı yalanlasa da bu işin Rusya tarafından teyit edildiğine dair bir açıklama duyduk. S-400 muamması Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çok önemli pasajlarından biri. Bu dönemin siyasi tarihi yazılırken tarihçilerin Rusya’yla ilişkilerimizi göz önünde bulundurmaları gerekir.

S-400 hem uçaksavar hem de füzesavar savunma sistemi olarak tanımlanıyor. 2010’lar itibarıyla Türkiye bu meseleye dair hazırlık yapmaya başlıyor. “Orta ve uzun menzilli füzesavar ve uçaksavar sistemlerinden edinmek istiyoruz. Bu kimlerde var?” diye soruyor ve diyor ki, “Rusya'da var, Amerika'da var. Biz bir NATO ülkesiyiz. NATO silahlarına entegreyiz.” Bir de Fransa-İtalya ortaklığının füze sistemleri var. Bu ülkelerle de görüşülüyor ve ihaleye çıkılacağı açıklanıyor. Türkiye daha önce F-16 projelerinden edindiği tecrübeyle “yerli katkı”, offset anlaşmalarıyla ilgileniyor. General Dinamics, F-16 projesi vs, 80’lerde ABD'yle offset anlaşmalar meselesinde çok uğraşıld. Offset’ten kastımız projenin yerli tarafının olması. Sadece satın alınacak ülkede değil, Türkiye'de de belli parçaların üretilmesi ve bir katma değer yaratılması. Bu bağlamda ülkelerle ihale şartnameeri görüşülüyor; ilk olarak yerli katkıya en önem veren ülke Çin devreye girdi, Amerika Birleşik Devletleri ilk önce yüzde sekiz verdi, Rusya meseleye sıcak bakmadı ve yerli üretime dair herhangi bir teklifte bulunmadı. İhale sonuçlandı ve birinci sırada Çin çıktı. Çin'le görüşmeler devam ederken buna NATO, ABD ve Avrupa ülkelerinden itirazlar geldi. Bu sırada Türkiye Rusya’nın teklifini yok saydı. Dikkat çekilmesi gereken husus şu ki, burada ihale yapıldı. Daha sonraki süreçte ihale yapılmadan birinci S-400 füze sistemi paketi direkt satın alındı. Putin bu işin peşini bırakmadı ve teklifler tekrar değerlendirildi. Yine Çin birinci sırayı aldı. Sonrasında ABD, NATO ve Türkiye'deki silah sistemleriyle uyumlu Patriot teklifinde yerli katkı oranını yüzde otuza çıkardı ve bu görüşmeler devam etti. Çin, grup sistemiyle Türkiye'de üretim yapmayı önerdi. Bir muamma oluşsa da Çin'le sözleşme imzalanmadı. Daha sonra Fransa-İtalya ortaklığıyla yapılan SAMP/T’ye (Surface-to-Air Missile Platform/Terrain – Karadan Havaya Hareketli Misilleme Platformu) yönelik imzalar gündeme geldi. Ancak o anlaşma da yürümedi ve Türkiye Eylül 2017’de ihaleye muhatap ve yerli üretim söz konusu olmaksızın, Erdoğan'ın deyimiyle, “Türkiye'ye dönerken kaporayı verdik,” diyerek imzaların atıldığını söyledi. ABD’yle görüşmelerde Erdoğan tarafından öne sürülen gerekçe teknolojiyle ilgiliydi. “Teknolojiyi bize vermiyorlar.” dedi. Dünyada bu tür sistemleri Çin, ABD, Rusya ve Fransa-İtalya ortaklığı üretiyor. Kaynak kodlarından açık olanlar veriliyor ama açık olmayan kaynak kodları gizli ve gömülü. Hiç kimse kaynak kodlarını paylaşmıyor. Rusya zaten ne yerli üretim katkı payı verdi ne de, “Bu kaynak kodlarını sizinle paylaşacağım,” dedi. “Rusya'ya kaporayı verdik, S-400'leri aldık.” dedikten neredeyse bir ay önce ABD’nin İran ve Rusya’ya uyguladığı bu meşhur CAATSA (Countering America's Adversaries Through Sanctions Act) [ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası] yaptırımları yayınlanmıştı. Bu süreçte bunlar takip edildi ve anlaşma yapıldı. CAATSA, yani ABD’nin düşmanlarına uyguladığı yaptırımlar onaylandıktan bir ay sonra Rusya'dan birinci parti S-400 füze sistemlerinin satın alınması söz konusu oldu. 2,5 milyar dolar civarında “tık para” dediğimiz şekilde alınan bir paraydı bu. Süreç şeffaf bir şekilde ilerlemediği için detaylarını bilmiyoruz. Bu alımlar darbe ve OHAL sonrası karşımıza çıktı. Bütün bu gelişmeler içerisinde darbe girişimi, Rusya’nın bize koyduğu ambargo, Rus uçağının düşürülmesi, elçisinin öldürülmesi, Suriye'yle yaşananlar, yapılan harekâtları not etmek lazım. Sonrasında göz göre CAATSA yaptırımları Türkiye'nin gündemine geldi. CAATSA yaptırımları, “Bu ülkelerle savunma sanayinde işbirliği yaparsan bu yaptırımlardan en az beşini uygularım,” diyor.

“S-400'lerin Türkiye'nin neresinde olduğunu, ne için kullanılacağını bilmiyoruz”

Ö.M.: CAATSA’nın açılımı nedir? 

A.B.: ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası. Sonrasında Türkiye'nin NATO'yla ilgili problemleri, Rus savunma sanayiyle Türkiye arasındaki ilişkiler, Türkiye-Rusya ilişkilerinin girift hâli diye gidiyor… Akkuyu Nükleer Santrali’nden, gaz, petrol, tahıl, turist tedarikine kadar içimizdeki Rusya'nın gücü çok artmış durumda ve dış politikanın belirlenmesinde de son derece etkili. Türkiye'nin Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz'le olan meselelerinde yakını gibi gözüken Rusya'yla da ciddi problemleri var ve hem Putin'le hem de İran'daki üçlü görüşmede Türkiye'ye Suriye'yle olan ilişkilerin düzeltilmesi tebliğ edildi. “Bu meseleyi çözmek için Suriye ve Esad rejimiyle görüşmeniz gerekiyor,” dendi ve adımlar atıldı. İsrail, Suriye, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri dahil karşı karşıya geldiğimiz pek çok ülkeyle ilişkileri düzeltme yoluna gidildiğini görüyoruz. 

S-400’lerin 2,5 milyar dolarlık bir paket olduğu söyleniyor. Biz bu S-400'lerin Türkiye'nin neresinde olduğunu, ne için kullanılacağını bilmiyoruz. Buna ilişkin anlaşmanın içeriği de belli değil. Aynı zamanda bunların konuşlanacağı yer nerede? Şu anda aktif bir şekilde kullanılmadığı, bir ambarda bulunduğu söyleniyor ama Rusya’nın ne tür eğitimler verdiğini, bu eğitimlerin tamamlanıp tamamlanmadığını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin envanterine geçen bu sistemlerde yetkinin kimde olduğunu bilmiyoruz. Fakat bu yaptırımlar Türkiye satın alır almaz karşımıza çıktı. Daha önce de karşımıza F-35 meselesi çıkmıştı. Biz bu silahları, uçakları çoğunlukla ABD’den alıyoruz. ABD’yle ilişkilerimiz silah üzerine. Türkiye ABD’nin NATO ülkeleri için geliştirdiği F-35 uçak programından çıkarıldı ki Türkiye’nin daha önce ödediği 1 milyar 250 milyon dolar para da orada kaldı. Ayrıca offset anlaşması gereği Türkiye’de 11,5 milyar dolarlık üretime de başlanmıştı ama bu da durdu. Bunun durmasıyla birlikte ABD’yle diğer projeler ve bazı silah alımları da durdu. Türkiye helikopter, tank geliştiriyor; bu helikopterin motorları İngiliz-Amerikan, tanklar da  galiba Alman. Bunlar bu motorları vermeyince bu iki proje de aksadı. Türkiye Pakistan'la 1,5 milyar dolarlık Atak helikopteri anlaşması imzalamıştı. Üç buçuk sene geçince Pakistan bunu iptal etti ve Atak saldırı helikopteri de üretilemez oldu. Türkiye hep NATO, ABD endeksli olduğu ve bu Patriotları düşündüğü için -galiba 2009’da- Awacs uçaklarından satın almıştı. Yani bir anlamda çaydanlıktan önce demliği satın aldı. Awacs uçakları 2011 civarı Türkiye'ye geldi ve bu uçaklar da boş duruyor. Buna da 1,5 milyar dolar ödenmiş durumda. Aldığımız S-400’leri şu anda nerede kullandığımızı bilemiyoruz. Ayrıca Türkiye bu füze savunma sistemine neden ihtiyaç duyuyor? Türkiye'de balistik füzeleri bulunan iki ülke var: Rusya ve İran. Rusya'yla zaten “Kardeşim Putin” vaziyetindesin, İran'ın kullandığı silahlar da zaten Rus kaynaklı, yani orası da Rusya. Türkiye'yi vurabilecek iki ülke Rusya ve İran. Suriye'nin böyle bir füzesi yok. İkinci parti S-400’ler Suriye'de Esad rejimiyle ilişkiye geçilen döneme denk geldi. 18 milyar 250 milyonluk bu ikinci partiye ve az önce saydığımız rakamlara birinci partinin 2,5 milyonu da eklendiğinde Türkiye'nin 20 milyar 750 elli milyon dolarlık kaybı var.

Ö.M.: Çok ciddi bir rakam.

A.B.: Pakistan'a satamıyorsun, diğer projelerini yerine getiremiyorsun, NATO'dan da çıkmıyorsun, çünkü S-400'ün NATO silahlarına uyumlu değil… S-400’ün radar sistemleriyle uyumunu sağlayacak korsan yazılımların üretilmeye çalışıldığı iddia ediliyor. Ruslar da dahil dünyanın hiçbir yerinde bu teknolojilerin gizli kaynak kodları paylaşılmıyor. Bu, ülkelerin elinde olan bir şey. Çin de vermiyor. Kamyonunu, bataryasını, lastiğini yerli üretmekte bir şey yok ama bu kaynak kodları verilemiyor. 

Savunma sistemleri üzerinden baktığımızda F-16'ların da miadı dolmuş. Biden yönetimiyle yenilenmeleri için Washington'da görüşmeler başladığında Türkiye, “Bizim bu 1,250 milyar dolarımızı vermiyorsunuz, bari F-16’ları yenileyin,” dedi. S-400’ler ambarda ya da hurdacıda  duruyor, neredeler bilmiyoruz. Akkuyu’yu mu savunacaklar, nereye verildi? Türkiye'nin içinde mi, dışında mı, bunun eğitimleri tamamlandı mı, Türk ordusunun envanterinde mi, ne durumda? Bir demokrasi içerisinde olsak bunlar öğrenilir. Otokraside yapıldığı için ihale direkt verildi. Dolayısıyla bir süre sonra ABD’ye, “Paramızı verin,” dendi, ABD 1,250 milyon doları vermedi. Bunun üzerine, “F-16’ları yenileyin,” dendi. Onun görüşmelerindeyken Rus temsilcisi, “Türkiye'yle ikinci parti imzalandı,” dedi. Savunma sanayiinden, hükümetten bir açıklama duymadım ama savunma sanayii, “Anlaşma görüşmeleri sürüyor, kastedilen bu değil,” dedi ve mevzu kilitlendi.

Nükleer santral projesinde Rusya'nın Türkiye'deki yerli müteahhiti diskalifiye etmesini geçen haftalarda konuştuk; S-400 meselesi de nükleer santralden farklı değil. Türkiye NATO toplantılarına katılıyor ama ABD’den ambargo yemiş durumda. Geçen haftalarda söyledik, Rusya ambargoyu Türkiye üzerinden deliyor, Rus şirketlerin üssü hâline geldik. Hem ithalat hem ihracat Türkiye üzerinden yapılıyor çünkü Türkiye ambargoya uymuyor. ABD ticaret bakanı veya yardımcısı Türkiye'yi aradı ve bunların da ayrıca bir yaptırım konusu olabileceğine işaret etti çünkü Rusya dünya ile ticaretini en yakın ülke olan Türkiye üzerinden yapacak ve dünyaya ürünlerini Türkiye menşeili gibi gösterecek. O yüzden Türkiye bir üs hâline geldi. Buna dikkat çektiler. 

Türkiye, “Biz NATO’ya bağlıyız,” diyor. NATO ise, “Böyle bağlılık olmaz, ya onu ya bunu tercih edeceksin,” diyor. “NATO'dan çıkacağız,” da diyemiyor çünkü Türkiye NATO'dan Şangay Beşlisi’ni öne sürerek çıksa bu örgütün NATO'yla ilişkisi yok. Türkiye başka bir dünyanın içerisine de giremiyor. NATO'dan çıkılsa, ki iktidar çevrelerinden zaman zaman bu tehditleri de duyuyoruz, en büyük mesele -bizim Rum tarafı dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti. Kıbrıs NATO’ya kabul edilecek ve o zaman Yunanistan'la Akdeniz'deki tüm sorunlar NATO sorunu hâline gelecek. Bu da Türkiye'nin en derin mahfillerinde önemli bir husus. 

“Türkiye'nin sağlam bir dış politika ekseni olmadığını herkes biliyor”

Ö.M.: Dış politika düzenlemelerinde son birkaç yıldan beri -son on yılda Rusya politikalarında olduğu gibi- NATO'yla da söylenenlerin tamamen aksine gelişmeler oldu. Mesela dünyanın en büyük suçlarından biri olan Cemal Kaşıkçı cinayetinin soruşturmasından vazgeçip meselenin Suudi Arabistan'a devredilmesi veya İsrail'de özellikle son zamanlarda çocukların dahil olduğu sivillere, sivil toplum savunucularına saldırı ve tutuklamalara rağmen İsrail'le son derece yakın ilişkilerin olduğuna dair büyük çelişkiler var. Aynı şekilde Suriye'de de. Pek çok tavırdan geri dönülmesi durumu var. Bu nasıl bir sonuca bağlanır sizce? 

A.B.: Son yirmi yıl içerisinde bölge ülkeleriyle -“dostumuz Putin”i de dahil ederek- bu zikzakları üç kez yaşadık. Türkiye'nin kişilikli, sağlam bir dış politika ekseni olmadığını herkes biliyor. İsrail'le ilişkilerimizi düşündüğümüzde Gazze'de, Şam’da namaz kılacaktık, değil mi? Şimdi bu sözlerin hepsi yutulmuş durumda.Hem CAATSA yaptırımları uygulanıyor hem de “F-16’larımızı iyileştir” diye bir milyarın peşine düşüyorsunuz. Öte yandan Türkiye'nin yirmi küsur milyar dolara mâl olan bir zayiatı da ortaya çıkıyor. Bakkal hesabıyla ortaya çıkıyor çünkü bilinmiyor. Türkiye bir dış politika cehennemi yaşıyor. Maalesef partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinden beri Türkiye'nin tüm ayarları bozuldu. Hem iç ayarları hem ekonomik, politik ayarları, hem de demokrasiyle ve dış politikayla ilgili ayarları bozuldu. Başbakanlık, dışişleri bakanlığı, ekonomik müesseseler gibi yaklaşık iki yüz yıldır var olan kurumsal yapılar heba oldu. 

Ö.M.: Bir de eğitim tabii. 

A.B.: Cumhurbaşkanlığı rejiminin merkezinde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir odak var. Dışişleri Bakanlığı protokollerinden tutun Milli Eğitim Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi kurumların Diyanet İşleri Başkanlığı'yla ilişkilerini ortaya koymak gerekir. Yapılan protokolleri bulamıyorsunuz. İlçe müftülüğüyle ilçe milli eğitim müdürlüğü arasında bile protokoller var. Bu anlamda Türkiye, dış politikasında hakim olan siyaset geliştirme tecrübesini ortadan kaldırdı. NATO'ya, Amerika'ya endeksliydi ama bir kurumsal yapı vardı. Bugün artık bunlar yok. 

Ö.M.: Bunu herhalde çok konuşacağız. Kurumsal anlamda giderek muğlaklaşan büyük bir çöküntü görünüyor.

A.B.: S-400 başlı başına bir mesele. Suriye ve Rusya ilişkileri son derece önemli. O yüzden seçimlere olağan bir seçim gözüyle değil, yeni bir Türkiye inşası perspektifiyle bakmak gerekiyor. Adayları değil, yeni bir demokrasi ve Türkiye projesini ortaya koymak gerek. 

Ö.M.: Peki, çok teşekkür ederiz. Hoşçakalın.