‘Dünya Güzeldir Hâlâ’: Bejan Matur ile söyleşi 

-
Aa
+
a
a
a

Everest yayınlarından yeni çıkmış olan şiir kitabı “Dünya Güzeldir Hala”, Kalan müzikten çıkmış olan “Yedi Gece” şiir-albümü ile Bejan Matur konuğumuz. 

Banu Kanıbelli: Çok mutluyum. Uzun zamandır beklediğim bir buluşmaydı bu Bejan, hoş geldin.

Bejan Matur: Hoş bulduk

Banu K.: Tebrik ediyoruz öncelikle. Hem kitabın hem de albümün için... 

Bejan M.: Çok teşekkür ederim.

Banu K.: Sorularıma geçmeden, sözü sana vermeden, dinleyiclerimiz için, seninle ilgili kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum izninle.

Bejan Matur, günümüz şiirinin en önemli temsilcilerinden. Deneme ve makaleleriyle de tanınan, ödüller alan, pek çok ülkede sayısız konferansa konuk olan Matur’un dokuzu şiir, toplam 11 kitabı var. “Yedi Gece” albümü, Matur’un dünyada 36 dile çevrilen şiirlerinden özenle seçilen 5 şiirin yanı sıra, yeni kitabı “Dünya Güzeldir Hâlâ” da yer alan 2 şiirden oluşuyor. 

Albümün müzik, aranje ve prodüktörlüğünü Serkan Duran yapmış. Bejan Matur’un şiirini ve sesini 1994’den bu yana tanıyan Duran, 7 bestesiyle, bu sanat buluşmasına imza atıyor. 

Bugüne kadar, İngiliz Kraliyet Operası, King’s Place London, Princeton Üniversitesi, Rotterdam, Berlin, Ubud/Bali şiir ve edebiyat festivalleri gibi önemli sahnelerde şiirlerini solo ve müzik eşliğinde geniş izleyici topluluklarına sundu bugüne dek. Bejan Matur, bu albümle yıllara yayılan çalışmalarını ve deneyimini kalıcı hale getiriyor.

Nasıl bir heyecan bu sevgili Bejan? Bir doğum, çifte doğum hatta? Müzikle birlikte bu kez. 

Bejan M.: Evet, yoğun oldukça… Uzun süredir hazırladığım son iki çalışma ortaya çıkınca tatlı bir yorgunluğu var. Ama başka bir heyecan tabii. Ben ilk kitabımı 96’da yayınlamıştım, 11 kitap oldu, alıştığım bir şey  kitap yayımlamak. Ama albüm kısmı bana daha çok heyecan veriyor. Kitabın nasıl izleneceğini merak ediyorum. Nasıl okunacağını merak ediyorum. Ama albüm yepyeni bir mecra. Senin de başlarken söylediğin gibi daha önce pek çok okuma yaptım. Dünyada pek çok salonda, çok geniş izleyici topluluklarının karşısında şiirimi bazen müzik eşliğinde, bazen sadece şiir okuyarak sundum ama sesin kaydı başka.  Bir obje olarak sunumu benim için yeni., CD’nin yanı sıra, plak( LP) olarak da basıldı. Özellikle plak olması beni gerçekten farklı bir şekilde heyecanlandırdı ve merakla bekliyorum nasıl karşılanacağını. 

Banu K.: Evet, böyle gelecek zaman adına konuşuyoruz sevgili dinleyiciler, çünkü bizim bu kaydı yaptığımız tarih 1 Nisan ve birkaç saat sonra çıkacak olan müziğini bekliyoruz bir taraftan. Ama programı dinlerken hep birlikte aslında müziğin çıkmış ve bu soruların yanıtı yavaş yavaş gelmeye başlamış olacak. Şimdi sana hazırladığım bazı sorular var Bejan. Ben onları açayım önüme ve sana sormaya başlayayım. 

“Dünya Güzeldir Hala” kitabında, “Gerçek Sessizlik Sesle Doludur” şirinde şöyle diyorsun: ‘kelimeler doğamdır benim, müzik kanım’... Bir söyleşinde de, şiirin sana önce ses olarak gelmesinden bahsediyorsun. Müziğin ya da sesin şiire dönüşümünü nasıl yaşıyorsun içinde? Nasıl duyuyor ve nasıl yazıyorsun? 

Bejan M.: Ben şiiri, öncelikle ses olarak duyuyorum, kelime olarak değil. Şiir bana hep bir müzik, bir ses anaforu içinden hissettiğim bir duygu gibi gelir ve sonrasında kelimeye dönüşür. Eğer kalemim, defterim varsa ya da kaydedilecek bir şey varsa oturur yazarım yahut kaydederim (son yıllarda dijital teknolojiler gelişti.ve yürürken kaydetmek daha kolay hale geldi) çünkü ben şiiri daha çok yürürken yazıyorum, yoldayken yazıyorum. Doğada, ıssız bir yerde ya da yolculuk halindeyken. Sanırım atalarımın göçebe genleri içimde duruyor ve ben daha çok yolda ve akış halindeyken o sesi hisseder, duyarım. Sözsüz bir sestir ilk gelen, ona doğru giderim. Şiirin beni beklediğini bilirim. Belli bir coğrafyada ve hareket halindeysem bir şiire doğru çekilirim. Hissederim orada beni bekleyen bir şiir  olduğunu ve o anafora doğru akarım. Ve o an elimde kalemim defterim, ki her zaman olur- not tutmak için, evin anahtarını unuturum ama defter ve kalemi asla unutmam. - o anda o duyduğum sesi hemen oturur kaydederim. O kaydı yapamıyorsam, kağıda geçiremiyorsam şiir uçup gidiyor zaten, rüzgara karışıp kayboluyor. Ve hep şöyle hissediyorum, nota yazmayı bilseydim, belki de senfoni yazardım, bestelerdim. Çünkü ses duyuyorum daha çok. 

Şiirin, aslında sanatların çoğunda müzik çok temel bir özü oluşturuyor. Yani müziksiz sanatı düşünemiyorum, kaidesi gibi aslında bütün sanatların.  Müzik, kâinatın da kaidesi gibi. O bambaşka bir boyut… Onu tabii müzisyenler çok daha iyi anlatabiliyorlar. Ama ben de bunu sezgisel düzeyde, şiirin içinden görüyorum ve onu kelime yapabiliyorum ancak.

Banu K.: Evet, aslında müzisyenler de galiba tam olarak anlatamıyorlar. Belki de hiç kimse. Hala anlamaya çalışıyoruz müzik bizi nasıl etkiliyor? Biz mi onun içindeyiz, o mu bizim içimizde…

Bejan M.: Aslında ben bütün kainatı bir müzik olarak düşünüyorum, hissediyorum. Sanki bizim derin sezgilerimizle, ucundan çok az kavrayabildiğimiz, birazını yakalayabildiğimiz büyük bir müzik, büyük bir hakikat. Sanatçılar yaklaşabildikleri kadar ucundan alıp insanlığa onu aktaran kanallarmış gibi geliyor bana hep. 

Banu K.: Ve sen yeni çıkan kitabında- “Dünya Güzeldir Hala” da -ve hatta aynı ismi taşıyan şiirinde şöyle diyorsun: “Dünya güzeldir hala ve müzik doludur” diyorsun. “Büyük koroların tanrısallığı ile böceklerin serzenişi arasında sızlayan bir kalptir dünya”. Duyduğum sesler içinde büyüdüm gizlice diyorsun ve “insanın macerası kendine karşı sürerken”- geri dönüp kâinata bakıyorsun, yeni bir dil gördüm diyorsun. Duyduğun, içinde büyüdüğün müzikle ilişkin nasıl devam ediyor? Müzik değişiyor mu? Yoksa aynı müziği duyuşumuzda mı yaşıyoruz değişimi? 

Bejan M.: Ben müziğinin az önce de konuştuğumuz gibi bir hakikati olduğunu ve onun devasa ve kuşatılamaz olduğunu hissediyorum. Bu anlamda kainatın tamamını bir müzik olarak algılıyorum. Biz insanlar kainattan alabildiğimiz kadarıyla, kabımız kadar, (herkes kabı kadar alır zaten) alıyoruz. Soruna gelecek olursam sanıyorum bizim algımız değişiyor. Yoksa müzik hep var. Yani kalbimizi, ruhumuzu açtığımızda o büyük, tanrısal, mistik boyutta bambaşka bir halimizi yaşıyoruz. Sanat bu anlamda çok kıymetli, çok önemli bir araç ve sanatçının yaptığı çok büyük bir yorum ve aktarım. Yaşadığımız dönem, çağın dili, enerjisi, coğrafyası, ülkeden, siyasetten etkileniyoruz. Canlıyız, organik birer organizmayız, bizi kuşatan her şeyden etkileniyoruz. Bazen ruhumuz kapanabiliyor, bazen de çok açık olabiliyoruz ve çok daha berrak duyuyoruz. Yani geçmişte, klasik müziğin başlangıcından bu yana, insanlık tarihinde yapılmış müzikleri var eden ve bize aktaran büyük deha dediğimiz ruhların dinlediği ve duyduğu berraklıkta duymuyoruz şu çağda. Artık dijital dediğimiz çağda her şey gibi insan da değişiyor. 

Hani ‘dünyanın sadece yıldız ışığıyla aydınlandığı akşamlardan’ söz eder filozof. Öyle bir zamanda yaşamıyoruz maalesef. Algılarımız maalesef çok kapalı ve yorgun, kulaklarımız geçmişteki sıcak canlı kayıtlara değil, dijital seslere daha uygun hale geldi. Biz de değişiyoruz. Ama  sanat, benim hikayemde şiir, beni hep o berraklığa, o daha temiz duyabileceğim hale zorladığı için kendimi biraz şanslı görüyorum. 

Banu K.: Sohbetimiz çok güzel. Ancak bence dinleyiciler de merak etmeye başladılar. Müzik ve şiir nasıl bir araya geliyor? Programın başında da söylediğim gibi bu “Yedi Gece” albümünde yeni çıkan kitabından iki şiir ve “Son Dağ” kitabından da üç şiir var. Ve onlardan bir tanesi “Saroyan’a Ağıt”, albümün de ilk şiiri. Onu dinleyerek başlayalım mı? Önce dinleyelim, sonra belki sen bir şeyler söylemek istersin. 

Banu K.: Sevgili dinleyciler, Bejan Matur’un çok yeni çıkmış olan albümü “Yedi Gece”den “Saroyan’a Ağıt” dinledik. Bir şiir-müzik albümü bu. Sevgili Bejan, “Saroyan’a Ağıt”a dair söylemek istediklerin var mı? Müzik sonrasına bırakmıştık çünkü sohbetini… 

Bejan M.: Saroyan şiiri, benim için çok özel bir şiir. Duygusu, okurken her zaman beni etkileyen, diğer şiirlerimden başka bir yerde duruyor. Bir geriye dönüş hikâyesi. Saroyan’ın kökleri Anadolu'dan, Bitlis’ten. Kaliforniya'da doğan çok büyük bir yazar. Amerika’nın en bilinen, kendi kuşağının önemli yazarlarından biri, Ermeni. Ama hep Anadolu hikayesiyle, kökleriyle ilgili hikayelerle büyüdüğü için hep merak ediyor ve görmek istiyor. Sonrasında bir fırsat bulup Türkiye’ye geliyor. Ara Güler ve Fikret Otyam’la bir yolculuk yapıyorlar Bitlis’e. O yolculuğun biyografik notları var kendisinin tuttuğu.  “Kaliforniya'dan Bitlis’e” adıyla kitap olarak da Aras yayınlarından çıkmıştı. Ben o kitabı okuduğumda, bazı hikayeler, bütün o yol boyunca ruh hali, o köklerine doğru gitmesindeki heyecan… Yaşlı bir adam artık geldiği zaman ve Türkçe bilmiyor tabii.  Ama yaşadığı bir diyalog var burada anlatmayayım, dinleyenler merak edip kitabı alsınlar ve okusunlar.  Erzurum’da susadığı zaman küçük bir çocuktan ayran istiyor ve orada yaşadığı bir an var. Kitaptan, hikayenin tamamından çok etkilendim elbet ama özellikle orası, o “sonra…” kelimesiyle bağlanan anı çok etkilemişti beni. Ve ben o sırada oturup yazdım ve yazdığım zaman da yine doğuda bir yerdeydim, Diyarbakır’daydım. Benim çok kalbime dokunan ve kendi hikayem gibi yaşadığım bir hal. Çünkü sonuçta bir kök hikayesi. Bütün bu trajediler, bütün bu yaşanan kopuşlar ve arayışlar, hepimizin ortak hikayesi aslında. Bu Anadolu coğrafyasına sığamamış olmanın maalesef büyük trajedisi ve bireyin o trajediyi yaşama şeklini çok güzel özetleyen bir anlatı. O yüzden özellikle istedim bu şiiri. 

Banu K.: Bu şiirin nereden geldiğini bilmek de çok değerli okurken ve dinlerken, teşekkür ederiz paylaştın bizimle. Müzik tarafından konuşalım mı biraz da? Burada seçilmiş yedi tane şiir var. “Saroyan’a Ağıt”ı okumak ve müzikle okumak arasındaki farkı sana sorabilirim. Çünkü çok kez dinleyici, büyük dinleyici toplulukları önünde şiirini müzikle birlikte okudun. Sen nasıl hissediyorsun? Müzik sen okurken neyi değiştiriyor ya da dinleyende nasıl bir etki yaratıyor şiirle birleşen müzik? 

Bejan M.: Şunu ben çok net olarak kendi deneyimimde gözlemliyorum. Müziğin insanı daha doğrudan etkileyen, daha ayartıcı bir gücü var şiirle kıyaslandığında. Şiir daha zor. Şiir kendini çok zor açan bir metin. O yüzden şiir müzikle buluştuğu zaman; mesela Kings Place’da- Londra’nın çok önemli yeni salonlarından biri - 350 kişilik bir topluluğa bir İtalyan caz piyanisti ile Stefano Battaglia’yla şiir ve müziğin bir araya geldiği bir sunum yaptık.  O zaman şunu gördüm, sunumumuz bittiğinde inanılmaz bir alkış aldık. Toplantıyı organize eden hanımefendi geldi ve benim kulağıma eğilerek dedi ki “Burayı bir tapınağa dönüştürdünüz. Kutsal bir hava oluştu ve ben böyle bir şey yaşamadım bugüne kadar.” Ben müziği şöyle yaşıyorum; müziğin sanki kanatları var, şiiri alıp kanatlandırıyor, bir akışa doğru. Çünkü şiirsel derinlik ona inmeyi gerektiriyor ve bu herkes için kolay değil. Evet, kainatı sanatçılar  müzik olarak algılar ama yaşanan dünyanın da müziği eksiktir. İnsan duyamıyor çünkü yeterince. Şiir bile bazen duyuramayabiliyor. Tabii bunun olabilmesi, formla çok ilgili. Hangi formda, nasıl bir müzikle şiirin bir araya getirildiğiyle çok ilgili.  Bazen basit bir enstrümanı sözle bir araya getirip onu icra etmek, şiirin içindeki kodları, hakikati açığa çıkarmaya yetmeyebiliyor. O yüzden şiir ve müziğin yani  iki formun uyumunda çok başka bir şey gerekiyor. O da bir sihir tabii. Her zaman olmayabiliyor, bazen denenir ama olmaz. Ben de yaşadım bunu. Ama bu son yaptığım çalışmada,“Yedi Gece”de, Serkan Duran’ın müzikleriyle karşılıklı bir konuşma imkanı bulduk. Serkan sanki, şiirin içindeki şarkıyı ortaya çıkarmak üzere bir emprovize alanını açabildi. Orada konumlandı. Bana da bu alan ilginç geldi. Çünkü söylediğim gibi sesimi kaydetmek ve onu dinlemek konusunda çok zorlanan biriyim ben. Yani sesimi duymayı  çok istemem, tercih etmem. Özellikle şiir çok derin, çok mahrem bir duyu alanı benim için. Yani şiire sesini vermek, şiirin kendisi zaten inmeye her zaman gücümün yetmediği duygusal bir derinlikken, ona ses vermek o derinliği daha da yoğunlaştırabiliyor. mahremi açmak gibi bir anlamda…Bu sebeple, beni de rahatlatabilecek o alanın oluşması bulunan müzikal  formla ilişkili diye düşünüyorum. Serkan Duran’ın müziğinde karşılıklı bir konuşma yapma imkanı bulduğum için ikna oldum albüm fikrine. 

Banu K.: O zaman bu imkân ve bu çok güzel çalışmanın içinde, benim en sevdiğim şiirlerden bir tanesi de “Dünya Güzeldir Hala” oldu, yani müzikal olarak da… Aynı zamanda kitabından gelen şiir bu, son çıkan kitabından... Onu dinleyelim şimdi. 

Bejan M.: Gılela şiirini ilk dinlediğim anı çok iyi hatırlıyorum, “Gılela”yı dinlediğimde, albümün ikinci şiiri- sanki kendimin dışına çıkıp kendimi gördüm. Bir ayna gibiydi ve bunu müzik yaptı. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Hiç bir okumamda. Sanki kendi şiirimi müzik dolayısıyla anladım ilk defa. Oradaki ruhu, oradaki gizleri, sırrı gördüm. Tabii başta çok zordu. Tekrar tekrar dinlemek. Bazen fazla yoğun geliyordu. Çünkü şiir içine o kadar güçlü şekilde alıyor ki seni. Ama sonrasında biraz da olsa alıştım. Yayın aşamasına getirene kadar çok titiz çalıştık Serkan da, ben de.  Çok eleme yaptık. Başka şiirler de vardı ama biz bu 7 şiiri seçtik.

Banu K.: Çok etkileyici gerçekten. Serkan’ın seni çok iyi tanıması, yirmi beş yıllık bir tanışıklık var değil mi, şiirin müziğini anlaması ve o emprovize alanında seni de içine alacak şekilde o yakınlığın kurulması herhalde çok önemliydi bu süreçte.

Bejan M.:Çok, evet. Biz 94’ten bu yana tanışıyoruz. O zaman fakültedeydik. Ben hukuk okuyordum Ankara’da, Serkan da müzik okuyordu. Serkan ilk şiirlerimi yazdığım zamnı, “Rüzgar Dolu Konaklar”ı yazdığım yılları bilir ve o şiiri hatırlar. Sonra arada çok uzun bir dönem var. Herkes kendi yoluna gitti ve kendi sanat yolculuğunu yaptı ama sanki hiç karşılaşmadan, görüşmeden de o konuşma devam etmiş gibi hissettik bir araya geldiğimizde tekrar. Yani o müzikle bir yolculuk yapmış, ben şiirle başka bir yola gitmiştim. O yüzden bir kökten filizlenmiş bir şeyin ayrışıp tekrar buluşması gibi… 

Banu K.: Ne mutlu ve bu müzikle oldu. Albümden başka bir şiir dinleyebiliriz. Hangisini dinlememizi istersin? 

Bejan M.: “Laleş”i dinleyelim, “Laleş” çünkü form olarak ilginç. Müzikal olarak da… 

Banu K.: Sevgili dinleyiciler, şair Bejan Matur’un “Yedi Gece” albümünden “Laleş”i dinliyoruz. 

Banu K.: Çok güzel… Ben sana son olarak şöyle sorabilir miyim? Şiirlerinin yanında vücut bulmuş müzikle, müziğinle buluşmuş olmanın içinde, bir tür ‘tamamlanmak’ hissi var mıydı Bejan? Şiirlerinde çok sık vurguladığın bir şeydir bu ‘eksik olanı tamamlanması ümidi’. Müziğin buna bir katılımı oldu mu? Nasıl bir canlılık veriyor?

Bejan M.: Bu soru o kadar değerli ki benim için, o kadar kıymetli ki… Bunu görmen çok, çok değerli, çok teşekkür ederim. Kesinlikle var. Çünkü az önce de söylediğim gibi, şiire ses vermek, kelimeyi sesle düşünmek, benim için o ses ilk duyduğum ve kelimeye geçtikten sonra da, dönemediğim bir boyut aslında. Bu biraz da benim çok erken yaşlarda, 19 yaşındayken Ankara'da yaşadığım o büyük travmayla, gözaltı süreciyle ilgili. Ankara emniyetinin DAL denilen biriminde tutulduğum 28 günde yaşadıklarımla. O zifiri karanlık hücrede, sürekli tekrarladığım bir sesin içine girerek, bir tür ayin yaparak kendi kendime karanlığın içinden kelimeleri bulana kadar yaptığım bir ritüelin hikayesi var şiirimin arka planında. Kendi sesimle ilişkim, bedenimle ilişkim, şiirin beni nasıl iyileştirdiği, o travmadan çıkardığı hala dilini kurmakta zorlandığım gerçeğim… Yani o daracık hücrede, karanlığın içinde, kendi etrafımda dönerken kelimeleri birer elmas gibi gördüğüm andan sonra hayatta kalabileceğimi fark ettim. Ölümün sınırında, 19 yaşında, zifiri karanlık bir hücrede tutulan bir insanın hikayesi. Ve kelimelere tutunup, bulduğu sese tutunup hayatta kalıyor. 

Aslında ben bütün çocukluğumdan itibaren, ilkokuldan üniversiteye kadar olan süreçte her zaman şarkı söylemek istedim. Ve söyledim de, korolardaydım hep. Her türlü koro, Atatürk’ün sevdiği şarkılar korosundan, en son Ankara Üniversitesi’nin klasik batı müziği korosunda aryalar söylerken hatırlıyorum kendimi. Hep bir müzik vardı ama bu Ankara'da yaşadığım o korkunç gözaltı ve tutukluk sürecinden sonra, sesimi büyük oranda kaybettim ve o sese geri dönemedim. 

Aslında şiirle kendimi iyileştirmeye çalışıyordum yıllardır. Şiir bana bu şifayı verdi. ve şimdi görüyorum ki, benden çıkan o şiir okura şifa oluyor, onu görüyorum. Okurun nasıl beklediğini görüyorum şiiri. İşte, tamamlanma dediğin şey bu.

İnsan yaş aldıkça, belli bir zamandan sonra, bütün hayatının dışına çıkıp başka türlü bakabiliyor ve bakacak cesareti buluyor, bakacak sesi buluyor. Biraz da öyle bir döneme rastladı. Ben buna benzer bir kaydı 20 sene önce mümkün değil yapamazdım. Şunu hatırlıyorum… Londra da, bir okumama Fransız bir arkadaşım gelmişti, Terry. Bir arkadaşı vardı yanında. Program bittikten sonra yanıma geldi ve kendisini tanıttı.İsmi Marco, Dedi ki, “Ben Tanita Tikaram’ın yapımcısıyım.  şiirlerini dinledim. Çok ilginç.  Sesinin ilginç bir tınısı var, sound’u  enteresan. Ayrıca Türkçe de egzotik bir dil. Sen de dili  yumuşak kullanıyorsun. Seninle bir çalışma yapalım”. Söylediğim 99 senesi. Tabii o zaman mümkün değildi benim bunu düşünmem. Acım çok tazeydi henüz. Çok canlıydı hala içimde bütün hikaye. Yani şiiri böyle bir stüdyoya girip kaydedeyim müzikle falan, hiç hiç bir zaman düşünemedim. Ama işte bütün o yaralar biraz iyileşince, şiirle, sanatla, hayatla, bir tür tamamlanma hissediyorsun ve dışına çıkıp başka türlü bakmayı öğreniyorsun. Başka türlü yaşamayı… Sanırım bu albüm biraz da bütün bunların özeti gibi.

Banu K.: Güzel kalbini bize açtığını için çok teşekkür ederiz Bejan. Sanıyorum bir şiirin için daha yerimiz var. Bu hangisi olsun istersin? 

Bejan M.: “Gılela” var. “Gece o kadar gidiyor ki geriye” diye başlayan bölüm ve sonrası…

Banu K.: Hatta tümünü bile çalmaya vaktimiz olacak. Gılela dinliyoruz. 

Banu K.: Sevgili Bejan, sana ve Serkan’a çiçeklerden değil ama müziklerden bir kutlama hediyemiz var. Bu bir çalma listesi. Adı da “Dünya Güzeldir Hala”. Bu listeyi, Açık Radyo program olan “Dünyanın Cazı” programı ekibinden müzisyen dostumuz Asena Akan ile birlikte hazırladık. İçinde “Yedi Gece” albümünüzden şiir-müzikler ve kitabından temaları ve dünyanın güzel olduğuna dair işaretleri kalbimize hissettiren başka müzikler. 

Bejan M.: Evet, çok güzel, çok güzel...

Banu K.: Evet, çok teşekkür ediyoruz Bejan, uzun zamandır bekliyordum hakikaten bu buluşmayı. Çok mutluyum, hem yeni şiirlerinin ve şiirlerin müziğinin ilk heyecanını yaşayabildiğim ve hem de Açık Radyo aracılığıyla bu güzelliği paylaşabildiğimiz için. 

Bejan M.: Çok teşekkür ederim Banu, çok keyifliydi. Çok teşekkür ederim. İnsan en nihayetinde anlaşılmak için yapıyor ya tüm bunları… O yüzden anlayan bir kalple karşılaşmak çok kıymetli. 

Banu K.: Eminim çok fazla sayıda insan birbirimizi anlıyoruz şu anda. Açık Radyo’nun bir programında bir araya gelmek demek, bu demek çünkü. Sevgiyle, kal, hep müzikle kal sevgili Bejan. Biz kâinatın bu köşesinde, hep öyle yapmaya çalışıyoruz çünkü. 

Biraz önce bahsettiğim gibi, Serkan Duran ve senin için hazırladığımız “Dünya Güzeldir Hala” çalma listesi, Spotify’da Banu Kanıbelli hesabının içinde, Sahibine Şarkılar çalma listelerinin sonuncusu olarak bu akşam itibariyle dinlenebilir olacak. Orada hem “Yedi Gece” albümünden şiirler, hem de dünya güzeldir hala şiir kitabından müzikal yansımaları bulacağımız şarkılar olacak. Sevgili Asena Akan ile birlikte hazırladık bu çalma listesini.