“Organizasyon yetersiz değil, organizasyon yok”

-
Aa
+
a
a
a

Türk Tabipleri Birliği İkinci başkanı Dr. Ali İhsan Ökten, Adana Tabip Odası başkanı Dr. Selahattin Menteş, Çalışma Eski Bakanı Nihat Matkap ve Dr. Ümit Bal’la depremin ardından son duruma sağlık çalışanlarının ve bu alanda hizmet verenlerin gözünden bakıyoruz.

Fotoğraf: DHA
“Organizasyon yetersiz değil, organizasyon yok”
 

“Organizasyon yetersiz değil, organizasyon yok”

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)

Selim Badur: Hepimizin içinin karardığı, oldukça karamsar ve insanın ne söyleyeceğini bilemediği günler yaşıyoruz. Bu programda, sevgili Ayşegül'ün katkılarıyla, pandemi döneminde de olduğu gibi, deprem bölgesindeki çeşitli sağlık kuruluşlarının yetkilileriyle, orada görev yapan arkadaşlarımızla ya da Ankara ve İstanbul'daki merkezlerden, oralarla bağlantısı olan, oraya lojistik destek veren çeşitli kuruluş ve sağlık çalışanlarıyla konuşacağız. 

Ayşegül Tözeren: Selim hocam çok iyi ifade etti durumunuzu. Kalbimiz o bölgelerle atıyor şu anda. Tabii ki o bölgede depremi yaşayanlar çok daha büyük acıların içindedir, ondan eminim. Ama bizim de kederimiz ölçüsüz ve tarifsiz. Çok sevgili dostlarımız orada. Şimdi o sevgili dostlardan birine bağlanacağız, adı Hatay’la bir anılır: Çalışma Eski Bakanı Nihat Matkap’la görüşeceğiz. Nihat bey merhaba.

Nihat Matkap: Merhabalar Ayşegül Hanım. İyi yayınlar size ve Selim Bey’e.

S.B.: Sağ olun, sağ olun teşekkür ederiz. Aslında böyle bir günde, koştururken bize vakit ayırdığınız için şimdiden çok teşekkürler. İstanbul'daki ve Türkiye'deki tüm Açık Radyo dinleyicilerinin de sizin anlatacaklarınızı duyması, hislerinizi, duygularınızı paylaşması önemli diye düşündük. Tekrar tekrar teşekkürler.

N.M.: Sağ olun, çok teşekkür ederim Ayşegül Hanım.İlk tespitim, binlerce insanın enkaz altından çıkarılmayı beklediği. Tabii ben de depremi yaşadım. Onun getirdiği travma belki de 35-36 saat sürdü bende ama sonrasında toparlanıp yardım etmeye başladım. Beni en çok üzen, enkaz altından insanları çıkarma konusunda çok büyük yetersizliklerin söz konusu olması. Burada benden yardım istiyorlar. Siz de televizyondan izliyorsunuz. Gelişmiş ülkeler listesinde 20-21-22. sırada yer almış bir Türkiye'nin bu hallere düşmemesi gerekirdi.

Ayrıca bu kurtarma arama kurtarma çalışmalarını depremin olduğu illerden beklemek çok yanlış bir şey. Anında diğer illerin organize olup oraya gitmesi lazım. Çünkü deprem yaşayan illerde arama kurtarma çalışmasında görevli olanlar da yardıma muhtaç durumda. Örneğin belediyelerden hizmet bekleniyor ama o belediyelerin başkan yardımcıları, çalışanları da şu anda enkaz altında.

Hayatta olanların, hayatta kalanların yaşamını kolaylaştırmalıyız. Bunun için zaten büyük bir dayanışma söz konusu. Dün Türkiye'deki bütün belediyeler, yardım kuruluşları, sivil toplum örgütleri bu konuda üzerlerine düşeni yapmaya başladı. Bunlar ikinci derecede önemli konular benim için. Ama birinci öncelik bu yıkılan binaların altından insanları kurtarabilmek. Bu konuda çok ciddi bir çalışma yapmak gerekiyor.

Geçmişte böyle olmadı. Ben Adapazarı depremi sırasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Saymanı’ydım. Adapazarı'na, Yalova'ya oradaki çalışmalara katılmaya gitmiştim. Çalışmalar daha derli topluydu, organizasyon daha iyiydi. Ama şimdi görüyorum ki son yıllardaki kurumsallaşma, devlet mekanizmasını tartışılır hâle getirmiş, onlara zarar vermiş. Liyakatli olmayan kişilerin bu kurumları yönetiyor olması çok ciddi biçimde tartışılmalı. Tabii bunları önümüzdeki günlerde daha rahat konuşacağız.

Dağınıklığın devam ettiğini söyleyebilirim. Can kaybı 18 binlerde gösteriliyor. 50 binin altında olacağını düşünmüyorum. Birinci Dünya Savaşı'nda bu kadar kayıp vermedi bu bölgeler. Defin işlemleri bile aksıyor. Defin işlemleri için bile benden, arkadaşlarımızdan yardım isteniyor. Orada bile bir dağınıklık var, organize olunamıyor. Yedek subaylık dönemimde “mezar kayıt” bölümü olduğunu hatırlıyorum. Üç ayda bir tatbikat yapılırdı, olur da savaşa girersek ölüleri nasıl defnedeceğiz diye. Askerlerden medet umuluyor şu anda ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısı da çok değişti. Onlar da profesyonelleşti ve bununla ilgili olarak bir eğitim çalışması yok. Bir deprem fakültesi mi kurmamız gerekir? Bütün bunları konuşmalıyız. Ama önce hayatta kalanların yaşamını kolaylaştırmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.

Üç gün boyunca iletişim kuramadık. Çünkü Turkcell hiç çalışmadı. Başka bir firmanın operatörleri hafif hafif çalıştı, bu da çok berbat bir şey. Sosyal medyanın bilinçli bir şekilde durdurulması da çok zararlı bir şey. Belki enkaz altındaki insanların mesajlarıyla daha iyi hareket edilebilir, daha sağlıklı işler yapılabilirdi. O da yapılamadı. Yani facia devam ediyor.

Prof. Dr. Celal Şengör geçen gün katıldığı bir televizyon yayınında, teknik olarak depremi, fay hatlarını anlattı. Biri 7.8 şiddetinde biri 7.6 şiddetinde iki büyük depremden sonra, depremi yaşayan illerde bir yıl ya da 6 ay içinde bir deprem daha olabilir dedi.

Antakya’yı bilenlere söyleyeyim: Antakya yıkıldı. Antakya'nın o güzel, o tarihi yerleri yok artık. Toparlaması, şehrin eski haline gelmesi belki aylar, belki de yıllar alacak. Her şeyden önemlisi o kaybettiğimiz insanlar, şu an kurtarılmayı bekleyen insanlar. Hiçbir insan hak etmez böyle bir ölümü.

Bir sıkıntı daha var şu an, fırsatçılar devrede. O insanlar evlerini terk etti çünkü evlerinde yaşama şansları yok. Evleri ya tam yıkıldı ya yarı yarıya yıkıldı ya çeyrek yıkıldı. Kimse evinde barınma cesareti gösteremiyor. Ayrıca yağmacılar devrede şu an, il dışından da gelen yağmacılar var. Belki bunların bir kısmı sığınmacı tabii, bilemiyorsunuz. Yağma faaliyetleri de berbat durumda.

S.B.: Hep silahlı kuvvetlerin, ordunun devreye girmesi gerektiği, bir de madencilerin bu işte çok daha deneyimli ve çok daha hızlı ilerledikleri söyleniyordu. Ordudan, askerlerden ve madencilerden gelen var mı Hatay’a?

N.M.: İlk 3 gün yoktu. Çünkü iletişim yoktu. Şimdi Antakya içinde bir kilometrelik yol gitmeniz için belki bir saate ihtiyacınız var. Antakya trafiği kitlendi, çalışmıyor. Çünkü binalar karşılıklı yıkılmış, yollar kapalı.

S.B.: Havalimanının durumu nedir?

N.M.: Havalimanı da yıkıldı. Onu bugün aldığım duyuma göre Ankara Büyükşehir Belediyesi imar ediyor. İskenderun Limanı’nı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi üstlenmiş. O da berbat durumda. Otoyollarda da yarılmalar var. İnsanlar göç ediyor diğer illere mecburen. Çünkü çıkacak, sığınacak, kalacak hali yok. Bir gün arabada kalır, iki gün sokakta kalır. Ondan sonra ne yapacak?

Ben Ukraynalıların Rusların savaş sırasında ülkelerini terk etmelerine şaşırmıştım. Ne yapsınlar? Barınacak yer bulamıyormuş. Öyle ya benzer durumlar yaşanıyor.

S.B.: Hatay'da yabancı ülkelerden gelen yardım ekipleri çalışıyor mu?

N.M.: Evet, dün başlamış. Ben görmedim ama yaptığım görüşmelerde haberlerini aldım.  Muhtelif ülkelerden 50-60 kişi ekipler halinde gelmiş. Bazı gelenler de trafik sıkışmasından dolayı varamamış hâlâ. Çok iyi niyetli yardım çalışmaları var, bunlar üçüncü, dördüncü, beşinci gün toparlanabilir. Bunlar çok ciddi çalışmalar ama keşke arama kurtarma çalışmalarında acz içinde kalmasaydık.

“Bilim insanlarıyla birlikte, onlardan bilgi alarak siyaset yapın, onları dışlamayın”

A.T.: Sayın Nihat Matkap, siz çok deneyimli bir siyasetçisiniz. Siz yine bakan olsaydınız şu anda ilk elden ne yapardınız? Siyasetçilere önereceğiniz bir iki şey ne olurdu?

N.M.: Devlet yönetmek çok ciddi, siyaset ötesi bir iş. Normalde siyasi çalışmalarda kendi ideolojinizi anlatırsınız, yaparsınız, edersiniz ama devleti yönetmenin standartları vardır.

Eğitim ve bilimsel çalışmalar çok önemli. Ben olsam üniversitelerle buluşarak Türkiye'yi yönetmeye çalışırım ama şu an üniversiteler tamamen bağımlı, kendi yönetimini seçemeyecek bir halde. Devlet yönetiminde sivil toplum örgütleri yok, meslek odaları yok. Hepsinin birikimi dışlanmış durumda, böyle bir yönetim olamaz. Demokrasi 5 yılda bir seçime gitmek demek değil ki; her şeyi sivil toplum örgütleriyle, kamu kurumlarıyla, meslek odalarıyla, üniversitelerle birlikte, ortak şekilde yapmak demek. Bugün bu kurumları aynı padişahlık döneminde olduğu gibi basit bir azınlık yönetiyor. Bunların sonuçlarını yaşıyoruz.

Bilim insanlarıyla birlikte, onlardan bilgi alarak siyaset yapın, onları dışlamayın. Kadroların liyakati gerçekten çok önemli. Bir Başbakan veya şu anki yönetim tarzında yalnızca Cumhurbaşkanı, sadece koordinatör, yani orkestra şefi olmalı. Ülke tüm kurumlarıyla kendi kendini yönetmeli, özerk olmalı. Sorumlu Afad ise hesabını Afad'tan sorarım böyle olduğunda. Çünkü ben onu her türlü imkânı vereceğim ama işine karışmayacağım.

Gerçi bizde tam bağımsız olması gereken Merkez Bankası bile bağımsız değil.

Eğer siz devleti yönetmek için referanslarımızı 1400 yıl önceki inançlardan almaya kalkarsanız, bunların kaçınılmaz sonuçları olur Ayşegül Hanım.

A.T.: Çok teşekkürler sayın Nihat Matkap. İleriki programlarımızda da görüşeceğiz.

Evet, hattımızda birden fazla isim var. Sağ olsunlar zaman ayırdılar, her birine teşekkür ediyoruz. Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği Yönetim Kurulu'ndan sayın doktor Ümit Bal İzmir'den katılıyor. Onların da acı bir deneyimi oldu, yaşananları bu deneyimle karşılaştıracak. Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Doktor Ali İhsan Ökten ve Adana Tabip Odası Başkanı Doktor Selahattin Menteş bizimle. Acının kalbi Hatay’la başladık. Doktor Ümit Bal'dan afet yönetimini öğreneceğiz. Çünkü afette ambulans birincil önemdedir. Ama önce Osmaniye, Hatay ve Antakya hattında gidip gelen Ali İhsan Ökten’e soralım, afet yönetimi tam mı diye.

Ali İhsan Ökten: Öncelikle tüm Türkiye’ye ve tüm vatandaşlarımıza başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Genel tabloya baktığımız zaman, tabii ki iyi bir şey söylemek mümkün değil. Tablo çok kötü çünkü 7.7’nin ardından 7.6 şiddetinde iki deprem yaşandı ve dünyada benzeri olmayan bir deprem örneği olduğu için etkilediği alan da çok geniş oldu.

Konu çok daha ciddi ele alınmalıydı ancak benim Adana'da, Osmaniye, İskenderun, Hatay ve bazı ilçelerde gördüğüm örneklerde ne yazık ki konunun baştan beri ciddiyetle ele alınmadığı görülüyor. Çok ciddi bir plansızlık ve koordinasyonsuzluk var sahada. Özellikle Hatay, Adıyaman ve Maraş bölgelerine arama, kurtarma ve yardım çalışmaları çok geç ulaştı. Bundan dolayı kurtarabileceğimiz belki de binlerce insan, ne yazık ki geç kalınması ve özellikle geceleri sertleşen hava şartları nedeniyle vefat ettiler. Sağlık sistemi açısından baktığımızda Osmaniye'de ciddi bir hasar var ama sağlık hizmetleri sunulabiliyor hâlâ. Eski İskenderun Devlet Hastanesi tamamen yıkılmış durumda, hizmet veremiyor. Yeni İskenderun Devlet Hastanesi’yse hasarlı ancak üçüncü gün acil kısmını açarak sağlık hizmeti sunmaya başladı. Hindistan'dan gelen bir ekip orada seyyar hastane açarak hizmet vermeye başladı.

Hatay'da ise durum en korkuncu gerçekten. Yeni yapılan Şehir Eğitim Araştırma Hastanesi’nin içine girilemiyor. Bahçesine çadırlar kurulmuş, orada sağlık hizmeti verilmeye çalışılıyor. Hastalar, ilk yardım hizmeti yapılıp sevk ediliyor. Sadece Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin acil servisi açılmış, çok sınırlı bir hizmet veriyorlar orada ama her taraf hasta dolu. Üçüncü günden sonra ancak iki oda açabilmişler, ameliyat yapabilmeye yeni başlamışlar. Şartları oldukça kötü. Samandağ Devlet Hastanesi iyi ancak oraya da trafik tıkalı olduğu için ulaşımda sıkıntı var ve yollar da çok hasar görmüş. Bölgenin sağlık yükünü Adana çektiği için üç dört gündür fazla sayıda hasta geldi ve çevre illere sonradan bunun dağılımı yapıldı.

İlk aşamadan itibaren helikopterler de burada devreye sokulabilirdi. Hasta nakli için kullanılacak helikopterler üçüncü günden sonra devreye sokuldu. Askeriye ilk anda devreye sokulup hem güvenlik ve asayiş sağlanabilirdi hem kurtarma çalışmalarına katılabilirlerdi hem de yollarda trafiğin düzenlenmesini sağlayabilirdi ancak o da yapılmadı. Sonradan yağma ve hırsızlıkların artması gerekçe gösterilerek iktidar olağanüstü hâl ilan etti. O güne kadar niye bunu yapmadıklarını sormak lazım. Eğer orada yağma oluyorsa veya insanlarımız kurtarma çalışmalarının gecikmesi nedeniyle gereksiz yere ya da Afad'ın başarısızlığı nedeniyle diyelim, koordinasyon sağlanamadığı için öldüyse bunun sorumluları kendileridir. Çünkü Türkiye'nin de o bölgenin de deprem hattında olduğu, bunların olacağı biliniyor. İstanbul'da bunun kadar şiddetli bir deprem olasılığı her an var. Ama siz toplanma alanlarını dahi ranta açarsanız, Hatay'da olduğu gibi Afad binası dahi hasar görürse bunu nasıl yapacaksınız? Her şeyi ben yaparım, her şeyi ben bilirim zihniyetiyle bunu götürme imkânınız yok.

Dayanışma için ta ilk günden itibaren Türk Tabipleri Birliği olarak Sağlık Bakanlığı’na gönüllü listesi yollayıp arkadaşlarımız orada görev alabilir diyoruz. Oradaki depremzede hekimleri, sağlık çalışanlarını daha ne kadar çalıştırabilirsiniz? Arkadaşlarımızı ihtiyacımız yok diye geri gönderiyorlar. Böyle bir zihniyet nasıl olabilir? Oraya gönüllüler gitsin, siz koordine edin, siz görevlendirin diyoruz; onu da yapmıyorlar. Biraz önce arkadaşımla görüştüm, gönüllü olarak İstanbul'dan gelmişler. Hiçbir yerde çalışma alanı sunmamışlar. Öncelikle siz onlara çalışma alanı sunacaksınız ki biz de gelen insanları koordine edelim.

Selahattin Başkanım da söyler, biz Adana'yı Türk Tabipleri Birliği'nin lojistik merkezi yaptık. Oradan tüm yardımları sağlamaya çalışıyoruz. Artık kendi sistemimizi kendimiz kurmak zorundayız. Havaalanında bekleyen bir sürü hekim, sağlık çalışanı, kurtarma ekipleri var. Hatay'a gittiğim zaman yardım için bekleyen kilometrelerce uzunlukta tırları yollarda gördüm. Vinçlere konmuş tırlar yollarda bekliyor. Bunları bir an önce çalışma sahasına ulaştırmak durumundasınız. Siz en kısa zamanda, bir iki gün içinde sahra hastanesi kurmak zorundasınız. Bunları yapmıyorsunuz, ondan sonra Sağlık Bakanı çıkıp 77 tane sahra hastanesi kurduk diyor. Hayır, öyle bir şey yok. Bir çadır kurup içerisine iki tane yatak koymakla oraya hastane diyemezsiniz. Sahra hastanesi yaptığınız zaman, onun içine en azından cerrahi girişim de yapmak durumundasınız. Sahra hastanesinin görevi gelen hastalara ilk yardımı yapıp sevk etmek değildir. O zaman iki gün sonra Adana’da yaptığınız gibi tüm hastaneleri tıkarsınız. Bizim burada ameliyat ettiğimiz, stabilize ettiğimiz hastaları başka yere göndermezsiniz, bu sefer oralar da tıkanır iki gün sonra. Bunların planını yapmak lazım. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok deyip gelen yardımları ve çalışmak için gelen insanları reddederseniz olmaz. Böyle bir zihniyet olmaz.

Demokratik kitle örgütleriyle, meslek birlikleriyle, sağlık, emek örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla bir dayanışma ağı kurmak gerekir. Buradan ancak böyle çıkabiliriz. Bunlar arasında bir iletişim var mı, bir ilişki var mı? Hayır, öyle bir şey hâlâ yok.

S.B.: Evet, Saint Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olan, çok sayıda ortopedist, cerrah ve yoğun bakım hekimi havaalanında bekliyorlarmış. Çok fazla sayıda hekim ve diğer gruplar bu başıbozukluk ve organizasyon eksikliği içerisinde afet bölgesine gitmeyi bekliyorlar. Bu durum 72 saattir dile getiriliyor ve en ufak bir düzelme yok. Yazık, herkes kendi başının çaresine bakıyor ve bir şekilde herkes birbirine yardım eli uzatmaya çalışıyor. Tabii iktidar ya da yönetim kendine yakın görmediği insanları tamamen dışlamaya, karalamaya, onların yaptıkları işleri lekelemeye ve onlara iftara atmaya çalışıyor. Bu da çok yanlış, tehlikeli, gereksiz ve ilkel bir durum.

 “Bu ülkenin jandarması, askeri sahra hastanesi kuramayacak durumda mı?”

A.İ.Ö.: Deprem bölgesindeki arkadaşlarımız da depremzede, yakınları enkaz altında. Siz onları orada daha fazla çalıştıramazsınız. Onların yerine çalışacak gönüllü hekimler ve bir sürü sağlık çalışanı var, görev bekliyorlar. Onları göndermemiz lazım. Bu her anlamda insani bir durum. Oradaki arkadaşlarımıza izin dahi vermiyorlar. Onlar daha ne kadar çalışabilirler? Hem olayın travmasıyla hem de yakınlarının enkaz altında olmasıyla karşı karşıyalar. Anlamak zor gerçekten.

Biz sadece illerden, il merkezlerinden konuşuyoruz şu an. İlçelerde, kasabalarda köylerde durum nedir; o belli değil daha. Tamam illere kısmi de olsa yardım edildi ama artık köylere, kasabalara da gidilmesi lazım. Oralara da bizim çağrılarımızın olması lazım. Devletin oradaki insanlara yiyecek, içecek, barınma, ısınma vesaire, yardım sağlaması lazım artık.

S.B.: Kırsaldan hiç haber yok gerçekten, çok haklısınız. Çok tuhaf bir şey.

A.T.: Olanlar da iyi değil. Selahattin Menteş, Adana Tabip Odası Başkanı.

Adana merkez olma görevini üstleniyor. Adana’dan haberler ne?

Selahattin Menteş: Öncelikle hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun. Adana depremzede ama sadece depremzede değil, aynı zamanda da depremzede vatandaşların yarasını sarmak için belirlenmiş olan bir üs konumunda. İlk depremde hepsi 14 katın üzerinde 6 bina yıkıldı. Hepsi yerle bir oldu. Yıkılan binaları incelediğinizde ya da gördüğünüzde yan yatmış olmadıklarını, tamamen çökmüş bir şekilde, kolon yokmuş gibi yıkıldıklarını görebilirsiniz. Maalesef bu binalardan çok sayıda vatandaşımız cansız olarak çıkartıldı. Adana'da şu anda 400’ün üstünde ölü, 7.500 civarında yaralımız var. Ali İhsan Başkanımın da söylediği gibi Adana diğer illere göre kısmen daha iyi durumda olsa da diğer illerden gelen hastalara hizmet vermek zorunda kaldı. Çünkü Antakya'da, Maraş'ta ya da Osmaniye'de insanlara ulaşılamadı. İnsanlar kendi hastanelerinin yıkıldığını görünce Adana'ya yüklendiler. Yani öyle kötü şeyler oldu ki. Organizasyon kötü demek istemiyorum, organizasyon yok.

1999 depreminde ailemle beraber yan yatmış bir evden çıkmış biriyim. ‘99 depreminde yan yatmış evden çıktığımda ve hastaneye koşarak gittiğimde ilk ışıklarla beraber ortada organizasyon vardı, askeriye sokaklara inmişti. İstanbul çok hızlı bir şekilde İzmit'e yardıma gelmişti. Gerçi şu var, burada korkunç bir şekilde 10 ili kapsayan etkisi geniş bir afet oldu, doğru. Ama afetin ikinci gününde Sınır Tanımayan Doktorlar Adana Tabip Odası’na geliyorlar ve Ankara’dan çalışma izni verilmesini bekliyorlar hâlâ. Dün Hatay'a Adana’dan 10 kişilik bir doktor ekibini nakletmeye çalışıyordum. Hatay'dan başka bir telefon geldi, 70 doktor, “Adana'ya geçmek istiyoruz, burada bir işe yaramıyoruz” dedi. Ankara'dan gelen 4 pediatrist arkadaşım, üçüncü günde “Burada bir şey yapamıyoruz başkanım. Biz geri dönüyoruz” dedi. O kadar kötü ve korkunç bir organizasyon var ki kimin nereye gittiğini bilmiyoruz. İlk gün diyoruz ki tıp fakültesi öğrencilerini çalıştıralım ya da işte gönüllüleri çağıralım çalıştıralım. Şu an sağlıkçılara ya da bunlara ihtiyacımız yok deniyor ama görüyoruz ki tabii ki bunlara ihtiyacımız var.

Türk Tabipleri Birliği tarafından, Adana organizasyon merkezi olarak seçildi ve bütün dağıtımları ya da doktor nakillerini buradan yapmaya çalışıyoruz. Daha biraz önce Hatay’a ve Adıyaman'a doktor arkadaşlarımızı gönderdik. Doktor arkadaşlarımızı giderken malzemeleriyle gönderiyoruz. Orada nelerle karşılaşacaklarını hâlâ bilemiyoruz. Bugün olmuş sahra hastaneleri daha yeni kuruluyor. Üstelik dışarıdan gelen insanlar kuruyor bunu. Bu ülkenin jandarması, askeri sahra hastanesi kuramayacak durumda mı?

Maalesef ki buradaki enkaz çalışmalarımız devam ediyor ama ümidimiz kesilmiş bir şekilde, ölülerimize ulaşmak için devam ediyor. Ben de tıpkı Ali İhsan hocam gibi şehir hastanesinde çalışıyorum. Şehir hastanesi ve diğer hastaneler çevrenin bütün yükünü çekmeye çalıştılar. Aciller biraz sakinledi ama bundan sonra ameliyat ettiğimiz insanların, hastalarımızın takiplerini yapacağız. Kompartman sendromları ya da crushlar var. Böbrek yetmezlikleri var. Bölgede diyaliz merkezleri çalışamaz duruma geldi. Fasyotomi yapılan hastaların çok iyi takip edilmesi lazım. Ampütasyonlar da var.

Burada Ali İhsan Başkanın dikkat çektiği konu şu, biz evet işimizi yapmaya çalışıyoruz ama bu bölgedeki hekimler olarak biz de bir depremzedeyiz. Özellikle Antakya, Adıyaman ve Maraş'ta hekimler evlerinden gelemedi ki göçük altındalar. Kendi kardeşlerimizi de kaybettik biz. Şu an annesini, babasını, kardeşlerini kaybetmiş hekimler orada hizmet vermeye de çalışıyor. Bir an önce gönüllü hekimlerle, Türk Tabipleri Birliği’nin belirlediği hekimlerle bu dönüşümü yapmamız, yeni takviyenin mutlaka buraya gelmesi lazım.

Bir de hırsızlık olayları başladı. Biz tabip odasının kapılarını, deprem sabahı saat beşten itibaren vatandaşlarımıza ve doktorlarımıza açtık, burada da insanlar kalıyorlar. Daha dün tabip odasına hırsızlık için girmeye çalışanlar oldu. Güvenlik de yok ortada. İnsanların duygularından yararlanarak arayan, binalarınızı ücretli olarak kontrol edebiliriz diyenler de çıktı. Buradan sizin aracılığınızla onlara da seslenmek istiyorum: Bunları ciddiye almasınlar. Sevgili Ayşegül ve Selim hocam, sosyal medyadaki paylaşımlar önemli olsa da bizim işimizin neredeyse yüzde otuz artırıyor, zorlaştırıyor. Şu hasta nerede, bu hasta nerede diye aramaktan ve bulmaktan yorulduk. Paylaşımlardan yorulduk. Kimse tabip odalarıyla, sağlık müdürlükleriyle ya da belediyelerle irtibata geçmeden yardım da yapmasın. Biraz önce Hatay'a doktor arkadaşlarımızı gönderirken buradan yardımları da yüklüyordum ki götürecek kişi bana, “Hocam orada bütün malzeme var ama dağıtacak kişi yok”, dedi. Dağılımlarda da organizasyonsuzuz.

Bu yayın için çok teşekkür ediyorum. Burada sürekli yapacağımız bir şeyler var, yayından çıkmak zorundayım. Tabii bir de duygusal anlamda sorun yaratan “kimsesiz çocuk” kavramı var. Bu da herkesin yüreğini dağlayan bir durum. Herkes bunun için bir şey yapmaya çalışıyor. Biz bu çocukların kaçırılmasını da engellemeye çalışıyoruz Buna bile kalkıştılar. Acillerde bunlarla da uğraşıyoruz. Adana'ya gelmiş 50’nin üstünde böyle çocuk var, bunları da engellemeye çalıştık. Sevgili Ayşegül ve Selim hocam insanlar diğer illerden Antakya'ya kadar gidip kendi hastasını çıkartıp buraya getirdiler. İlk iki gün ambulanslardan daha çok araçlarla gelen bu hastalarla cebelleşti arkadaşlarımız. Gelenler de zaten üstünde başında bir şey olmayan, yani depremzedelerin depremzedeleri. Onlar kimsesiz çocukları bulmuş getiriyor ama kendisi de kötü durumda. Demem o ki bir an önce organizasyonun güçlendirilmesi gerekli. Hepinize Adana’dan selamlarımızı iletiyoruz. İyi yayınlar diliyorum.

A.T.: Çok çok teşekkürler. Tabip odasının soyulmak istenmesi ise yani artık benim kanımı dondurdu.

A.İ.Ö..: Buraya gelen çok sayıda kimsesiz çocuk var ve biliyorsunuz bu gibi durumlarda özellikle organ nakli gibi sebeplerle çocuk istismarları, çocuk kaçırmaları çok oluyor. Buna devletin, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun çok kısa sürede el atması lazım. Ne olduğu belirsiz insanlar dolaşıyor ortada, resim gösterip çocukları almak istiyorlar. Bu içimizi en çok yakan durumlardan bir tanesi ve ne yazık ki bir tanesi de iktidarın okulları tatil ettiklerine dair yaptığı açıklama. Bu bölgede süresiz okul tatili, ülkenin diğer bölgelerinde ise okullar belli bir süre tatil. Hayır, okullar en kısa zamanda açılmalıdır. Eğitim anlamında söylemiyorum, çocuklar ancak okullarda sosyalleşerek bu travmayı atlatabilirler. Çocuklar her gün televizyonda depremi izleyerek daha fazla travmatize oluyorlar. Milli Eğitim Bakanı bazı şeyleri hiç mi düşünmüyor veya kimse hiç mi akıl vermiyor onlara, bu iş böyle olmaz diye. Gerçekten anlayamıyorum.

Bunların çoğu annesini, babasını kaybetmiş çocuklar artık veya evlerimizdeki bizim çocuklarımız. Çocukları daha ne kadar evde tutabiliriz? Zaten pandemi boyunca okulları kapatıp en büyük hatayı yaptılar, her şeyden uzaklaştı çocuklar. Bu kadar travmayı kaldıracak gücümüz, fiziksel ya da psikolojik halimiz kalmadı. Buna rağmen dayanıyoruz ama burada toplumun genelini, bu ülkenin geleceğini düşünmeliyiz. Onlar ise sadece kendilerini düşünüyorlar.

S.B.: Hâlâ hayret ediyoruz değil mi Ali İhsan hocam?

A.İ.Ö.: Bu ülkede evet her gün hayret ediyoruz Selim hocam. Bazen bunları anlatabilmek için kelime bulamıyoruz.

S.B.: Hatay'dan ve Adana'dan bahsettik, peki size hiç Adıyaman'dan gelen haber var mı? Adıyaman'ın da çok kötü bir durumda olduğu söyleniyor.

A.İ.Ö.: Tabii ki Adıyaman'da arkadaşlarımız var, konseyden arkadaşlarımız bölgede; Gaziantep'te, Adıyaman'da, Adıyaman'ın ilçelerinde, Maraş'ta, Hatay'da. Sürekli bilgi geliyor bize. Adıyaman’ın ilçeleri çok kötü durumda, yardımlar, kurtarma ekipleri oralara da çok geç gitti. Mesela oradan yeterince bilgi akışı da olmuyor.

Pandemide olduğu gibi hâlâ gerçekler gizleniyor. Çünkü bu depremin boyutuna baktığımız zaman binlerce ölü olacak. Bir süre sonra baktığımız zaman vatandaşlarımızın olmadığını göreceğiz. Şu an en büyük sorun bazı bölgelerde insanların toplu halde gömülmesi ama kimlik tespitlerinin yapılmaması. Bunların ileride hukuki sonuçları olacak. Onlardan belki yaşayanlar var bir taraftan da. Kimse kalanlarına veya ölenlerine ne olduğunu bilmeyecek. Böyle bir düzensizlik nasıl olabilir? Gerçekten anlamak çok zor.

Köylerdeki bazı vatandaşlar da cesetlerini çıkarıp, gömüyorlar. Onların herhangi bir kaydı yok tabii. Ne dedi iktidar? “Biz şu anda sahibi olan vefat sayılarını veriyoruz,” dedi. Evet, siz gerçek rakamları vermeyeceksiniz, biz bunu böyle anlıyoruz. Ben çok teşekkür ediyorum hepinize.

A.T.: Çok teşekkürler. Biz bu yıla depremle devam edeceğiz. Dilerim bazı işler düzelir. Önümüzdeki aylarda güney illerimizdeki bu depremi konuşacağız aylarca.

“Yardım sadece benim elimden yapılacak düşüncesiyle daha çok can kaybederiz”

Evet, doktor Ümit Bal ile devam edeceğiz. Onlar da çok yakın bir zamanda İzmir depremini yaşadılar. Yaşanan daha lokalize bir depremdi. Afet yönetimi dediğimizde ne anlamalıyız? Afet yönetimi nedir? Bir kuruluşa yönet demek midir? Afet yönetimi ve tabii sağlık boyutuyla soruyoruz bunu.

Ümit Bal: Ben de sözlerime başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimle başlayayım.

Sağlık sistemini de içeren afet yönetim sistemi, birbirinden ayrı ama birbirini tamamlayan iki yönetim sisteminden oluşmakta aslında: Birisi zarar azaltma yani risk yönetimi, diğeri acil durum yani kriz yönetimi. Kökenleri ve gelişim hızları ne olursa olsun tüm afet olaylarıyla ilgili faaliyetlerde 4 ana aşama var: Bir, zarar azaltma; iki, hazırlıklı olma; üç, olaya müdahale ve dört, iyileştirme. Afet yönetim süreci bu 4 evreden oluşan bir halka. Zarar azaltma ve hazırlık aşamasıyla başlayan bu döngü afetten sonra müdahale, iyileştirme ve yeniden yapılanmayla devam ediyor. Ancak döngüde kırılma olursa başarı sağlanamıyor.

Kâğıt üzerinde risk yönetimi yapılıyor. Evet, deprem haritaları yapılıyor, olası zararlar hesaplanıyor. Yapılar şu özellikte olmalı diye yasalar bile çıkartılıyor. Ama yapım sırasında kontrol yeterince yapılamıyor. Bir de imar afları çıkarılınca yapılanların hiçbir anlamı kalmıyor. Örneğin, sağlık açısından hastane afet planlarını söyleyebilirim, her hastanede var ama tatbikatlar yeterince yapılamıyor. Pratik tekrarları yapmadan teorik bilginin fazla bir yararı olmuyor. Afet yönetiminin bir sürü aktörü var, devleti yöneten siyasi erki, kurumları, yerel yönetimleri, güvenlik güçleri, medya ve üniversite gibi. Tabii ki en sonunda da buna halkı ilave edeceğiz.

Toplumun her kesiminin yüklendiği görevler var. Afetlerde de çoğunlukla devlet kuruluşları bunlar. Marmara depreminde biz bunu inisiyatif alarak yaptık ama şu anda inisiyatif alamıyor kimse. Özellikle afet öncesinde, sırasında ve sonrasında eşgüdüm içinde çalışmak zorundayız. Meslek odaları ile sivil toplum örgütleri planlama ve senaryolar içinde aktif olarak yer almalı. Herkes “İşte şuradan emir gelmedi, o yüzden gidemiyoruz, yapamıyoruz” diye şikâyet ediyor ya, sivil toplum kuruluşlarında resmî kurumlarda olan bu bürokratik süreçler olmadığından gönüllü kurtarma ve ilk yardım hizmeti sunacak sağlık ekiplerinin daha kolay mobilize olduğunu söyleyebiliriz. Marmara depreminde inisiyatif alarak yaptık.

Meslek odaları ve sivil toplum örgütleri hızla hareket edebilen teknik becerilere sahip örgütlerdir. Yardım ve müdahaleler sadece benim elimden, kanalımdan yapılacak düşünce ve yaklaşımıyla daha çok can kaybederiz. Böylesi büyük afetlerde dünyanın neresinde olursa olsun, devlet kuruluşlarının yeterliliği olası değildir. Bunu hepimiz görüyor, izliyoruz zaten. Toplumsal yardım ve dayanışma zorunludur. Ancak daha da önemlisi bu birliktelik ve planlamanın afet öncesinde, sırasında ve sonrasında da devam etmesi gerekir. Çalışmalar toplumun tümünü kapsamalı. Bu nedenle hani eğitim şart diyoruz ya hep, hakikaten eğitim çok şart. Okullardaki müfredata, “afet yönetimi ve afetlerde davranış” dersi koyup herkesin afet sırasında bireysel olarak ne yapabileceği, ne yapması gerektiği öğretilmeli.

Afette sağlık hizmetleri konusunda çok önemli konular var. Nedir? Su ve gıda, çöpler ve tuvalet, ilaç ve ilaç kullanımları. Örneğin, bölgede şu anda birçok kronik hasta var. Vefat edenler hariç, kurtulanların ilaçlarına ulaşma sorunları var. Bunları ne yapacaksınız? Örneğin, eczacılar odası kanalıyla iletişime geçeceksiniz ilaçlar için. SGK bunu bir anlamda düzenlemeye başladı, belli hatları aradığınızda, eczaneler kişilerin ilaçlarını sisteme girip, o bölgede kurtulan kronik hastalara ilaçlarını verebilecekler. Ama burada eczacı odasının yani sivil toplumun veya meslek örgütünün önemi açığa çıkıyor. Süreç içerisinde psikososyal destekler gerekecek. Çocuk istismarları ve organ naklinde kullanılabilecek olaylar var. Ali İhsan hocam birçok ampütasyon yaptıklarını, crush sendromları yaşandığını ve tedavi edilmeleri gereken kişilerin sonrasındaki rehabilitasyon sürecinin çok önemli olduğunu söyledi. O yüzden yardımlara yüklenmek şu anda yanlış olacak, enerjimizi sürece yaymalı ve sivil toplum örgütleriyle meslek kuruluşlarının bu afet sistemine girişini kolaylaştırmalıyız. Birinci öncelik bu.

A.T.: Ümit hocam siz bir podcast hazırladınız ve o viral oldu. Her yerde, özellikle de doktor gruplarında çok paylaştık biz. Ondan bahsederseniz çok seviniriz. Çünkü o bölgeye gitmeyi düşünen bence çok doktor var. Şimdi gidemese bile belki aylar içerisinde gidecek. Mart’ta, Nisan’da gidecek ama hiç deprem bölgesinde veya afet bölgesine çalışmamış doktorlar da olacak aralarında. Nasıl gitsinler? Doktor diye kısıtlamayalım, sağlıkçı diyelim. Onlar veya gönüllüler nasıl gitmeli?

Ü.B: Şimdi çok önemli bir konuya temas ettiniz Ayşegül Hanım. Afet yerinde, giden kişiler, “Ben gideceğim, nerede çalışacağım, bana bunu gösterin,” diye bekliyor. Hayır, size bir şeyler gösteren olmayacak çünkü yer gösteren kişiler de afete uğradı. Bizim için özellikle ilk 72 saat altın değerinde saatler. Bu süreç bitti artık. Bundan sonra neye dikkat etmemiz gerekecek? Afet yerinde yardım alamayacakları için öncelikle kendilerine yeterli koşulları sağlayıp yola öyle çıkmaları gerekiyor. Uçaklarda bir kaza anında oksijen maskenizi önce kendinize takın, sonra başka kişilere yardım edin denir ya, burada bunun yapılması gerekiyor. Kendilerine en az üç gün yetecek kuru gıda ve yedi gün yetecek kıyafetlerle gitmeleri gerekiyor. Sanki oraya, dağ başına gidiyormuş gibi düşünecekler.

Empati yapmalarının gerekliliği çok önemli. Çünkü enkazdan çıkanlar sadece kendi bulundukları bölgede afet olduğunu sanıp isyan etmekteler ve bunu anlayışla karşılamak zorundayız. Halbuki etkilenen alan anlamında bakarsak olay yeri çok geniş. Nüfus anlamında bakarsak, komşumuz Yunanistan'ın nüfusundan daha fazla kişi etkilendi bu afette. Bunu da anlayışla karşılamak gerekiyor.

Biz gidecek arkadaşlara özellikle ses kaydı oluşturduk. Çünkü Whatsapp gruplarından gönderilen metinleri okumak çok zor olabiliyor. İki dakikalık bu ses kaydında yanlarına malzeme olarak neler almaları gerektiğini söyledik. Basitçe burada da söyleyeyim: Çadır, uyku tulumu ve mat. Çünkü orada uyuma koşullarınız uygun olmayacak. Elektrikler kesik olduğu için el feneri ve pil. Cep telefonu ve dolu şarj cihazları. Maske. Küçük not defteri, kalem, özellikle sağlık sorunu olanların kişisel ilaçlarını da almaları önemli. Islak mendil, kâğıt havlu, soğuk ve yağmurlu koşullara uygun mont, kaban, atkı, bere, eldiven, bot, yedekli iç ve dış giysi, tercihen termal olmaları da önerilir. Acil durum battaniyesi, uzay battaniyesi de diyoruz ama insanlar bunu yanlış algılıyor. Bu bildiğimiz ambalaj kağıtları gibi ince olan, deprem enkazından çıkarılan kişilerin üzerindeki kıyafetler gibi olanlardan. Herkes açılmamış durumdaki on tane acil durum battaniyesini cebinde bile taşıyabilir, Bankamatikler çalışmayabileceğinden gidecek kişiler bir miktar nakit para alsınlar yanlarına. Kuru meyve, çikolata, konserve, çerez, bisküvi, kraker gibi tok tutucu gıdalar. Bu üç gün için yetecektir. Çünkü üç gün sonrasında olay yerine Afad, Kızılay veya yerel yönetimler gelip sıcak yiyecek, içecek sunacaktır. Afet yerine ulaşınca koordinasyon merkezine başvurup nerede yardım edebileceklerini, mümkünse öğrenmeleri, hekimse tabip odasından veya gönüllüyse Afad'tan nerede yardım edebileceklerini öğrenmeleri çok önemli.

Musluklardan aksa bile su içmemeleri çok önemli. Çünkü bu bulaşıcı hastalıklara neden oluyor. Gidilen yerde altyapı da yıprandığı için içme sularına kanal kanalizasyon sularının katılması sonucunda daha büyük sorunlar olabilmekte ve sahada çalışan herkesin maske takması, bulaşıcı hastalıklara karşı tedbirli olunması anlamında çok önemli.

İlk haftadan sonra afet bölgesine gidenler için de ses kayıtları oluşturmayı planlıyoruz. Çünkü kişiler yolda bunu dinleyebilirler. Orada ne yapması gerektiğini anlatmak, hipotermiye crush sendromuna nasıl müdahale edeceğini öğrenmelerini sağlamak için de ses kayıtları oluşturmayı planlıyoruz.

A.T.: Evet, sanıyorum bundan sonra en önemli halk sağlığı sorunlarından biri salgın riski bölge için. Ümit hocam afetleri tanıyan birisi olarak sizce de öyle mi?

Ü.B.: Evet, doğru. Şu anda en büyük sorunumuz olay yerine ilk yedi gün içerisinde su ve gıda temin etmek. Çöp, tuvalet ve ilaçtan sonra da yataklı tedavi, psikososyal destek, birinci basamak sağlık hizmetleri, lojistik ve personel öncelikli olacak. Sağlık Bakanlığı'nın oraya gidecek sağlık personelini sadece kendi bağlı olduğu kamu kuruluşlarında çalışan kişilerden seçmemesi gerektiğini söylemekte yarar var. Sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinden de bu desteği alması gerekiyor. Çünkü Sağlık Bakanlığı benim gibi emekli olan hekimleri organize edemez, bilmez kimlerin nerede olduğunu. Bunu meslek örgütleri bilir ve onlar düzenleyebilir. Örneğin, İzmir Tabip Odası iki günde 300 kişilik gönüllü listesi oluşturdu ve Sağlık Bakanlığı'na iletti. Onların oraya uçak haricinde 12 saatten kısa sürede gitmesi mümkün değil. Bu yüzden deprem yönetiminde bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Örneğin, Marmara depreminde daha çok olay yerinde müdahale yaptık. Olay bölgelerinden tahliyesi gerekenleri de tabii ki tahliye ettik ama burada tahliyeyi öne almamız gerekecek. Depremden etkilenmemiş bölgelere ve illere hastaların taşınması ve bakımlarının burada yapılması daha kolay olacak bizim için. Çünkü oradaki personel de tükenme sendromu yaşayacağı için desteğin buradan oraya yapılması çok daha zor olacak.

Deniz Kuvvetleri'nin gemileriyle, ticari Roro gemileriyle veya ticaret odalarının düzenleyeceği gemi ya da otobüs seferleriyle, özellikle de tren yoluyla organize bir şekilde tahliye yapılması lazım. Mesela İzmir veya İstanbul bütün hasta yoğunluğunu karşılayamayacağı için, bu süreçte “Şu bölgenin hastaları oraya gidecek, bu bölgelerin hastaları oraya gidecek” gibi bir organizasyonun yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz. Tabii ki personel, lojistik ve birinci basamak sağlık hizmetleri bu süreçte yaşayacağımız en büyük sorunlardan olacak. Örneğin, yapılan bütün amputasyonları süreç içerisinde protez gerekecek. Bu kişilerin psikolojik tedavisinin yapılması gerekecek. Sahipsiz çocuklar için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Çocuk Esirgeme Kurumları’nın yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz. Süreç içerisinde onlara sağlanacak destek önemli olacak.

Maalesef organizasyon iyi olmadığı için malzeme gönderimi deprem bölgesindeki en büyük sıkıntılardan biri. Gerekli malzemeler haricinde bir şey gönderilmemesi gerekiyor, aksi halde gördük ki trafik oluşuyor, araçlar bir kilometrelik yolu bir saatte alabiliyorlar. Bizim oradaki hastaları ve sağlıklıları öncelikle buralara transfer etmemiz, hepimizin taşın altına elimizi koyup o bölgeden gelen insanları, yakınlarımızı veya tanıdıklarımızı evlerimize alıp destek olmamız gerekecek. Sadece devletin veya belediyelerin verdiği hizmetler yeterli olmayacaktır.

A.T: Çok teşekkürler doktor Ümit Bal. Podcastlerinizi lütfen sürdürün. İzin verirseniz bir kez daha Hatay'a dönmek istiyoruz. Bağlanabilecek miyiz emin olamadığımız için isim vermek istememiştim ama Hatay Tabip Odası başkanı sevgili Sevdar Yılmaz, şu anda hattımızda. Hoş geldiniz. Sevdar hocam ne diyeyim bilmiyorum yani oralardaki durumu Selahattin başkanla, Ali İhsan başkanla, Nihat Matkap’la konuştuk. Bir de sizden dinlemek istiyoruz. Emekleriniz için de bin teşekkür. İnsan üstü bir çabanız var orada, biliyoruz.

“Kadın doğum hekimlerine, diyaliz teknisyenleri ile hemşirelere ihtiyaç var”

Sevdar Yılmaz: Hoş bulduk. Ben dün itibarıyla il dışına çıkmak zorunda kaldım. Artık bizim de ne barınacak evimiz ne içecek suyumuz ne yiyecek bir lokma ekmeğimiz, hiçbir şeyimiz kalmadığı için aileyi alıp il dışına çıkarmak zorunda kaldım. Mersin'e getirdim bütün ailemi. Onları burada yerleştirdikten sonra tekrar Hatay'a döneceğim ama tabii ki telefonuma gelen bütün mesajlara, telefonlara cevap vermeye çalışıyorum. Yardım ulaştırmak isteyen birçok arkadaşımız, birçok kurum, kuruluş var. Onların yönlendirmelerini, ihtiyaç listelerini hazırlamaya çalışıyoruz. O konuda ciddi bir mesaimiz var. 7 gün 24 saat telefonumuz açık, arayan herkese cevap vermeye, sorunları çözmek için elimizden gelen her türlü gayreti göstermeye çalışıyoruz şu an için.

Baştan anlatmaya çalışayım size. Depremin merkez üssünün Maraş olması dolayısıyla mı, yoksa başka nedenlerle mi bilmiyorum ama o nedenleri aklıma getirmek istemiyorum; ilk 24 saat, hatta ilk iki üç gün de dahil de edilebilir bu süreye, biz kendimizi çok yalnız hissettik, yanımızda hiç kimseyi göremedik. Afetzedelerden biri de tabii ki bizdik. Annemin rahatsızlığı nedeniyle afet sırasında Akademi Hastanesi’ndeydim. Hastane yıkıldı, biz de içeride kaldık. Sarsıntı durduktan sonra hastanenin 30-35 derece bir eğimle durduğunu fark ettik ve paniklemiş bir şekilde dışarıdaki yıkımı görünce, hastane ikiye ayrılmasına rağmen büyük bir deprem olduğunu, anlayamadık. Önce annemi, kız kardeşimi, orada kalan bütün hastaları, 18-19 yaşlarındaki iki hemşire arkadaşımızı ve orada çalışan bir temizlik personelini indirdikten sonra hastaneden çıktım. Onları orada, geride bırakıp çıkmak hiçbir şekilde vicdanımın el vermeyeceği bir durumdu. Onları orada bırakmadan çıkabildiğim ve ondan sonra kendimi çıkarabildiğim için hayata yeniden başladığımı düşünüyorum. Ciddi bir travma yaşadık ve ciddi bir üzüntü var ama o kadar insanı oradan çıkartabildiğim için de çok mutlu hissettim kendimi. Öncelikle bunu ifade etmek isterim.

İkincisi, yıkım. Daha önce 17 Ağustos’u da gördüm, Van depremini de gördüm ama böyle bir yıkım, böyle bir dram görmedim. Antakya tarih sahnesinden, yeryüzünden silinmiş durumda. Binlerce apartman ve bina yerle bir oldu. Çatlamaları, kırılmaları falan saymıyorum. Şu anda Antakya Defne, Kırıkhan, Samandağ taraflarında oturulabilecek bina kalmadı. O kadar fazla enkaz var ki hani bin değil, 10 bin değil, belki 50-60 bin, belki daha fazla personele ilk gün ihtiyaç vardı ama o gün hiçbir personel gelmedi Hataya. Yardım da ilk gün hiç gelmedi. Sağlık personeli için söylemiyorum bunu. İlk günden itibaren UNKİ ekipleri, Sağlık Bakanlığı'nın görevlendirmiş olduğu yaklaşık olarak 500-600 doktor, hemşire, sağlık memuru ve sağlık personeli Hatay'a geldiler. Çadırlar kuruldu, müdahale alanları oluşturuldu ama Afad ekipleri ulaşamadı. Afad'ın kendisi de çok sağlam değildi. Dışarıdan organize olup gelmesi gerekiyordu. Yıkım hızlı algılanamadığı için hızlı da hareket edilemedi ve çok büyük bir yıkımın üstüne, ikinci bir yıkım daha oldu.

İnsanlar kendilerini yalnız hissettiler. Su için birbirleriyle yumruklaştılar, kavga ettiler. Şu an OHAL ilan edildi ama silahlı çetelerin kurulduğu telefonları geliyor. İnsanlar kendilerini korumak için de silahlanmış durumda. Özellikle de Harbiye taraflarında büyük bir kaosun yaşandığı söyleniyor. Ciddi bir şekilde güvenlik önlemlerinin alınması gerekiyor. Asker ve polis birçok yerde sahada ama periferilere kadar inmeleri gerekiyor. Sadece mağazaların ya da kalabalıkların olduğu yerlerde değil, mahallelere kadar güvenliğin sağlanması gerekiyor. Buna dikkat çekmek istediğim ilk şey. İkincisi ise artık beşinci güne kadar geldiğimiz için bundan sonra kurtulanlar mucize diyeceğimiz olaylar, vakalar olacak.

Dün ya da önceki gün itibarıyla Sağlık Bakanlığı’nın, İl Sağlık Müdürlükleri’nin halk sağlığı uzmanlarını sahaya sürmesi gerekiyordu. Sürdüler mi, bilmiyorum ama ikinci bir darbe salgınla olacaktır. Buna dikkat çekmek istiyorum. Başta ishaller olmak üzere Hepatit B, Hepatit A’lar başlayacak. Kızamık, menenjit salgınları olabilecek; zaten pandemi dönemindeyiz. İnfluenza, adenovirüs gibi salgınlar şu an var zaten. Birçok toplanma alanı toplu yaşam alanlarına çevrileceği için insanlar buralarda yaşayacak, ki çevrilmiş durumda olanlar da var. Salgınların önlenmesi için halk sağlığı uzmanlarının görüşlerinin doğrultusunda buralarda önlemlerin alınması gerekiyor.

Antakya merkezdeki ameliyat yapılabilen tek hastane Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi şu anda. Özellikle oradaki kadın doğum uzmanları tükenmişlik noktasına geldiler. Oraya kadın doğum uzmanlarının gitmesi gerekiyor. Diyaliz hastalarının uzun süre diyalize girmemeleri durumunda yaşamlarının sona ereceğini biliyoruz. Haftada 1-2 gün diyalize giriyorlar. Dozlarını, günlerini atladıkları zaman hayati tehlike başlıyor. Diyaliz konusunda çalışan doktorlardan İdris Emir canla başla çalışıyor. İsimlerini hatırlayamadığım birkaç arkadaşımız var. Onlar da diyaliz aletlerinin, makinelerinin çalışması için canla başla çalışıyor, ellerinden geleni yapıyorlar. Şu an bir diyaliz merkezi çalışmaya başladı ama mesela diyaliz merkezlerinin sahiplerinden biri olan hekim arkadaşımız aradı. Ekipmanları çalışır hale getirmişler ama depremde dört tane diyaliz hemşiresi vefat etmiş, kolu bacağı kırılmış ya da ailesinde vefatlar var. Birçok neden sayabiliriz bununla ilgili. Bu yüzden hemşire ihtiyacı var. Diyaliz hemşiresi veya diyaliz teknisyenine ciddi şekilde ihtiyaç var Hatay’da. Yaşananların zaten anlatıldığını siz de görüyorsunuz. Ben özellikle şu saat itibarıyla yapılması gerekenler üzerinden konuşuyorum. Siz ne sormak istersiniz? Ben size yanıt vereyim.

S.B.: Evet, kadın doğum uzmanları, kadın doğum hekimleri ve diyaliz teknisyenleri ile hemşirelerine olan ihtiyacı vurguladınız gayet spesifik bir şekilde.

S.Y.: Bunu duyurursanız çok iyi olur. Biz Türk Tabipleri Birliği ve Hatay Tabip Odası olarak bu konuda çözüm bulmaya çalıştık. İki hemşire, bir diyaliz doktoru dün akşam Ankara’dan yola çıktılar, Hatay'a vardılar. Birkaç hemşire arkadaşımız bana mesajla ulaştı ve onları da Hatay'a yönlendirdim. Yalnız onları orada barındırabileceğimiz bir ev, konteynır, çadır yok. Onların barınmalarını da sağlayacak birilerine ihtiyacımız var. Konteynır, karavan, çadır olabilir ama biliyorsunuz bunlar yapılırken tuvalet ihtiyacı da ortaya çıkacak. Banyoya ve hijyenik bir ortama da ihtiyaçları olacak. Bunların da sağlanması gerekiyor. Onları şu an, Hatay'da sağlayabilecek bir kurum yok. Sağlayabilecek kuruluşlar eğer en kısa zamanda bana ulaşırlarsa ben onları ilgili noktalara yönlendirebilirim. Onların, onları orada bekleyecek olan hekimlerle veya onları karşılayacak arkadaşlarla irtibat kurmalarını da sağlayabilirim.

A.T.: O zaman doktor Sevdar Yılmaz'ın çağrısının tekrarlayalım. Kendisi Hatay Tabip Odası Başkanı. Açık radyo dinleyicileri çok sadıktır, bu kara günlerde de dinlediklerine eminim. Hatay’da kadın doğum uzmanlarına, diyaliz hemşirelerine, diyaliz teknisyenlerine ihtiyaç var. Hekim ya da sağlıkçı olmayabilirsiniz ama o sağlıkçıların orada yaşamlarını sürdürebilmeleri için gelecek konuk hekimlerin, teknisyenlerin kalacağı, barınacağı konteynır, karavan, çadır ihtiyacını sağlayabilirsiniz.

S.Y.: Onların yaşamlarını idame ettirecekleri asgari şartları oluşturmamız gerekiyor.

Şu an için Antakya'da bunu oluşturabilecek bir konumda hiçbir kimse yok.

S.Y.: Diyaliz hastalarının depremden kurtulup diyalize giremedikleri için vefat etmeleri çok da kabul edilebilir bir şey değil. Eğer imkanlar varsa, ki ülkemiz bu imkanlara sonuna kadar sahip, bu insanların yaşamalarını sağlayalım.

A.T.: Çok teşekkür ederiz Sevdar. Biz süremizi fazlasıyla ama izin alarak aştık. Açık Radyo’ya da çok teşekkür ederiz. Deprem yayınlarımızı sürdüreceğiz. Selim hocamla biz inatçıyız, biliyorsunuz yıllardır COVID-19 yayını aralıksız yaptık. Şimdi de inatla deprem yayını yapacağız ve deprem bölgelerindeki sağlık sorunlarını, sağlık ihtiyaçlarını gündeme getireceğiz. Tabii ilk günlerin sıcaklığı ile sağlık konuşulamadı. Ama artık deprem bölgesinin sağlığının konuşulması gerekiyor. Doktor Ümit Bal’a da çok teşekkür ederiz. Daha sonraki programlarımızda kendisini konuk edip, ondan yine çok bilgi alacağız. 

Ü.B.: Bir şey daha eklemek isterim. Marmara depreminde yaz olduğu için hipotermi yaşamamıştık. Ancak bu depremde bölgede yaygın bir hipotermi sorunumuz var. Bilmeyen yurttaşlarımız için hipotermi soğuktan etkilenmedir. Kurtardıkları kişilerin el ve ayaklarını kesinlikle ovuşturmasınlar, çevre organlarda kan göllenmesine neden olup vücudun kalp, beyin, böbrek gibi organlarına kan akımını engelleyip kişinin kaybına, yitimine neden olurlar. Sadece acil durum battaniyesine sarıp götürsünler.

Ayrıca şu gerçeği kabullenmeniz gerekiyor: Biz bir deprem ülkesiyiz ve bu gerçekle yaşamayı öğrenmeliyiz. Ülkemizdeki afetlerin oranına bakıldığında yüzde 61’i deprem başta olmak üzere, sonra heyelan ve sel geliyor. Ancak Atatürk'ün manevi mirası akıl ve bilimden uzak bir tutumla, afeti kadere bağlama kolaycılığına sarılan yönetim anlayışıyla felaketlerle, afetlerle başa çıkmak çok zor. Kısaca, tehlike ve afet etkilerinin neden olabileceği konusunda öngörüde bulunamayan, önlem alamayan toplumlarda, afetler can ve mal kaybına neden olacak. Bunu bilmemiz gerekiyor ama başkasının acısını kendisi kendi acısı gibi hisseden insanlar var oldukça umut olacak. Afet dersi, biz nasıl davranmamız gerektiğini öğrenene kadar devam edecek, teşekkür ederim.

S.B.: Teşekkürler sayın Bal. Kendisi birçok televizyonda, radyoda, yayın organında ve sosyal medyada depremle ilgili haberler gerçekleştirmekte.

Sevgili Ayşegül'ün büyük çabasıyla, biz bugün çok değerli konukları, bölgeden Tabip başkanlarını, hekimleri, sayın Ümit Bal’ı yayına konuk alabildik. Herkesin konuştuğu, yardım geliyordu gelmiyordu konuları yerine, spesifik başka konuları konuşabildik. Örneğin, kadın doğum hekimlerine ve diyaliz teknisyenlerine olan ihtiyacı. Örneğin, hipotermide el ve ayakların ovuşturulmaması gerektiği gibi çok somut, gerçek ve önemli noktalara değindiğimiz bir program yaptığımızı düşünüyorum. Böyle bir dönemde bize vakit ayırdıkları için bütün konuklarımıza çok teşekkür ederiz.

A.T.: Bütün konuklarımıza çok teşekkürler. Haftaya konuşacağımız konu belli.

S.B.: Herkese iyi hafta sonları efendim, hoşça kal.