İkinci Olasılığın Gölgesi

-
Aa
+
a
a
a

İnsanın nereden başlayacağını ve nereye varacağını bilerek öykü yazması güvenlidir. İçinde biraz şımarıklık da barındıran 'yaratma sancısı'nı en aza indirir. Oysa pek çok yazar, yaratma sürecinin, bir şoförün elinde haritayla verilen adrese gitmesinden epey farklı olduğunu doğrulayacaktır. Okur, öyküsünü bitirmek için sanatçıya masasının başına oturana kadar zaman tanır. Genelde inanılan, kalemin ele bitmiş eseri kaydetmek için alındığıdır. Kaleme yapılan saygısızlık bir yana, bu yanlış kanı yazmayı amaçlayanların yol almasını engelleyen ciddi bir tuzaktır.

 

Parkta, dökülen yaprakları seyrederek yürüyen düşünceli bir adamın, o an kafasında güzel bir sonbahar öyküsünü baştan sona kurup bitirmesi kulağa ne hoş gelir. Sanatçı dostumuz evine dönecek ve bir çırpıda öyküsünü kaydedecek.

 

Yazmayı amaçlayanlar şunu bilmeliler: Kalem asla bir kayıt aracı değildir. İşin ciddi bir kısmı o eldeyken yapılır. Güzel bir sonbahar öyküsü yazmak istiyorsanız elbette kışa hazırlanan doğanın size söyleyeceği çok şey vardır. Elinize kalemi almadan önce kurumuş yapraklar üzerinde yürümek tabii ki faydalı olabilir. Gökyüzünde güneşe doğru uçan kuş sürülerini ve onların göçemeyen hasta arkadaşlarını da mutlaka görün. Parkta küçük torunuyla yürüyüşe çıkmış yaşlı kadını seyredin. Rengini kaybetmiş bir çiçeğe yakından bakın. Hepsi size öykünüzde kullanabileceğiniz farklı ayrıntılar sunacaktır. Yine de siz masalınızı kalemi elinize aldıktan sonra anlatmaya başlayacaksınız. Söyleyecekleriniz sözcük sözcük ezberinizdeyse, demek ki kalemi çok sıkı tutuyor ve yaratmanın gerektirdiği özgürlüğü ona vermiyorsunuz.

 

Yazarken, başlangıçta akılda olmayan ayrıntıları metne serpiştirmekten kaçınmamalı. Bunlardan bir kısmı kurguya renk ya da sağlamlık kazandıracak biçimde ileride bir yerlerde kullanılabilir. Ucu boşta kalanlar ise, yani o ilk sahnede gösterildiği halde patlamayan meşhur tabancalar, daha sonra asılı oldukları duvarlardan alınıp atılabilirler de. Öykünün son cümlesi yazıldıktan sonra da başa dönülüp üzerinde oynanabilir nasılsa. Denmek istenen şu: Herhangi bir sahnede, herhangi bir duvara canınız dededen kalma kamayı asmak istiyorsa korkmadan asın. Bunu ben ileride kimin göğsüne saplayacağım diye düşünmeyin. Kendinizi o kamayı kullanmaya mecbur hissedip durduk yerde katil de yaratmayın. Kurgu normal akışıyla ilerlemeli ve öykünün ayrıntıları hep aklın bir tarafında tutulmalı. Öykünün kendi doğal koşullarında kamaya uzanan bir el çıkarsa, duvardan alıp verirsiniz onu. Çıkmazsa da, öykünüzü yazdıktan sonra tekrar üzerinden geçerken alıp atarsınız işe yaramaz kamayı ve bir daha da kimseye bahsetmezsiniz ondan. Nasılsa bir kerede kusursuz öykü yaratmak diye bir zorunluluk yok. Zorunluluk bir yana, buna olanak da yok.

 

Kalemi serbest bırakmak ne kadar gerekliyse onu sıkı tutmak da o kadar gereklidir. Hani o meşhur örnekteki gibi: Kuşu elinizde çok sıkarsanız öldürürsünüz, çok gevşek bırakırsanız kaçar gider. Yazarken aklınıza gelen her ayrıntıyı kağıda döküp peşinden gitmeniz sizi nereye çıkacağı hiç belli olmayan bir labirentin içine düşürür. Ne geriye dönebilirsiniz ne de ileri gidebilirsiniz.

 

Belki de en mantıklısı, çok kaba da olsa ilk cümleden itibaren bir kılavuz kullanmaktır:

Sonbahardayım; doğayı seyrediyorum ve hüzünleniyorum. İlk kılavuz: Ben bu öyküde hüznü anlatacağım. Bana bu duyguyu veren içinde bulunduğum mevsim. Öyleyse seçtiğim duyguyu vermek için fon olarak sonbaharı kullanacağım. Hüzün için başka fonlar da kullanabilirdik, hatta daha da iyi olurdu, çünkü sonbahar bu konuda orijinalliğini çoktan kaybetmiştir. Şu an gerçekten bir öykü yazmadığımızdan, sadece yazdığımızı hayal ettiğimizden, boş verelim daha orijinalini aramaya. Şimdi doğayı anlatıyorum. Sararmış yaprakları, dökülen yaprakları, göçen kuşları, göçemeyen kuşları, anneanneyi, küçük kızı ve renkleri solmuş çiçeği... Hüzün nereden gelecek henüz bilmiyorum.

Gökyüzündeki sürüden bir kuş kopup küçük kızın önüne düşecek. Kız ölüme konduğunu bilmeden sevinçle eline alacak onu. Hayatın başında ve sonundaki iki insan; anneanne ile torun, yolunu bitirememiş kuşu eve götürürken çok farklı duygular hissedecekler. Biz kuşla birlikte onların kişisel yaşantılarına gideceğiz. Özellikle de anneanneninkine, çünkü onunkinde hüzün bulma şansımız daha yüksek. Sonra ne mi olacak? Bunu işte yazarken göreceğiz. Belki kuş ölecek ve çocuk yaşadığı büyük sevinçten ilk büyük acısının ortasına düşecek.

 

Sonbahar, küçük kız, anneanne ve göçemeyen kuşun rol aldığı sayısız çeşitlikteki öykülerden birini yakalamayı başaracağız ya da başaramayacağız. Yazmak, ikinci olasılığın gölgesine katlanabilme gücüyle mümkündür ancak.