15 Temmuz 2007Radikal Gazetesi
Havva, canım kardeşim, "Canım" dememin sebebi var. Geçen haftaki Radikal İki yazında zarf'ın güzeldi; kusursuz bir Türkçe. Mazruf'un güzeldi; daha üniversite okumadığın halde sistematik. Başı kapalı, fikri açık kızlarımızın birisin. Seninle konuşmak istedim. Başı kapalılar da, açıklar da okusun. Çünkü sen de söylüyorsun, her ikisinin de içinde ufku kapalılar ve açıklar var. Yalnız, birincisi, gençsin ve doğal olarak sabırsız bir radikalsin; kimi şeyler tam istediğin gibi ve hemen olsun istiyorsun. İkincisi, söylediğinin aksine seninle ilişkimiz katiyen seçmen-aday ilişkisi değil. En azından yaşlarımızı düşünürsen ve müsaadenle hoca-öğrenci ilişkisi. Bu sıfatla, "tam ve hemen değişme" konusunda kimi hususları dikkatine sunmak isterim: 1) Tarihsel derinlik: Devlet-din ilişkisi uygulamalarının değişmesi başka şeyin değişmesine benzemez. Üzerimizde tarihin ciddi ağırlığı var. En az iki açıdan. Birincisi, milliyetçiliğin çıktığı B. Avrupa'da ulusal kimliğin formülü "Tarih+dil" idi, Balkanlar-Ortadoğu bölgesinde hep "Tarih+din" oldu. Yani din faktörü ulusal kimliklerde fazla güçlü bir yere sahip. Bir Yunanlı Ortodoks değilse ve bir Türk Müslüman değilse, Yunanlı ve Türk sayılmaz. Korkutucu bir tarihsel miras bu. Baksana, birinci Cumhuriyet Mitingi'nde (Tandoğan) laik bir profesör çıktı kürsüye, "Hıristiyan misyonerliği başını alıp gitmektedir, elimize bedava İncil tutuşturuluyor" dedi. R. Ecevit "Din elden gidiyor" dedi; oysa son yedi yıl içinde Hıristiyanlığa geçenlerin sayısı 72 milyonda 244 kişi. Böyle bir ülkede değişiklik, yani "Yargıçlar da başörtülü olabilsin!" insanları haklı olarak ürkütür. Unutma; yüzde 98'i (İslamcı değil ama,) Müslüman bir ülkedeyiz. Çoğunluğun diktatörlüğü hiçbir şeye benzemez; en iyi senin bilmen lazım. İkincisi, B. Avrupa'nın aksine (nedenlerini anlatması uzun) bizim bölgede hep Devlet>Din oldu. Bizans'ta Vasileos>Patrik (zaten "Kayzerizm" terimi buradan gelir), Osmanlı'da Sultan>Şeyhülislam. Cumhuriyet'teki laiklik uygulamasının kökleri buradadır; Fransa'dan ithalatta değil. Ciddi köktür. 2) Üretim biçimi-ideoloji ilişkisi: Biliyorsun, feodal üretim biçiminin tutunum (temel) ideolojisi "din"dir (ulusal kapitalizminki de "milliyetçilik"). Devletler, din'e müdahale oranlarını feodaliteyi tasfiye başarılarına göre düzenlerler. Ör. Bir altyapı devrimiyle başarılı olarak tasfiye etmiş olanlar daha bir serbest bırakırlar. Bu açıdan İngiltere ile Fransa arasında bile fark vardır çünkü birincisi çok uzun bir süreç sonucu sağlam biçimde tasfiye etmiştir Kilise'yi, ikincisi ise ancak kanlı bir devrimle ve nispeten geç bir tarihte. Türkiye ise bir üstyapı devrimiyle yetinmek zorunda kaldığı için feodaliteyi tam tasfiye edememiştir; 2007'deki töre cinayetlerine bak demeyeceğim çünkü toprak ağalığı bile hâlâ var. Böyle bir ülkede, yasalarla çatışan kimi dinsel taleplerin engellenmesi için "sağlık" (Ör. Hacca giderken alkollü pamukla siliyorlar diye aşı yaptırmama) ve "standartlaşmış insan hakları" (Ör. Birden fazla kadın alma) ölçütlerine başvurmak bile yetmez. Devlet, "bütün dinlere eşit mesafede durmak" gibi nesnel bir gerekçe kullanarak çoğunluğun o güçlü dinine yani İslam'a mesafe almak zorundadır. Kaldı ki, Batılı ülkelerde ve feodalizmi hiç yaşamamış olan ABD'de bile resmî dairelerde dinsel simge takma meselesi fevkalade hassastır; benim "Küreselleşme ve Azınlıklar" kitabında epey örnek var. 3) Türkiye'de İslamcıların talepleri: Bu çok çeşitli talepleri iki açıdan alabilirsin Havva: a) Katılım amaçlı. Ör. Senin evde oturarak koca bekleyip başörtülü kızlar doğurmak yerine Mülkiye'ye "Milliyetçilik, Küreselleşme, Azınlıklar" dersime gelmek istemen gibi. Bunlara her türlü destek verilmeli; b) Kamu düzenine ve başkalarının haklarına müdahale sonuçlu: Ör. Cuma'ya gidebilmek için çalışma saatlerinin değişmesini isteme, içkili lokantaları kent dışına sürme, Ramazan'da özel şifreli TV'lerde bile erotik filmleri yasaklatma, vs. Bunlar asla kabul edilemez. Bunlara sadece benim karşı çıkmam yetmez, sen de karşı çıkmak ve sesini yükseltmek zorundasın tutarlı olmak için. Ben kendi türüme karşı çıkayım, sen çıkma. Olmaz. Tabii ki senin bu yaştaki narin omuzlarına yük yüklemekten bahsetmiyorum; gelinim anlayacaktır. Üstelik, bu tür talepler entegrasyona yönelik de değil. Kendini tecrite yönelik. Duble kabul edilemez. İşte böyle bir ortamda "tam ve hemen"i biraz düşünmen lazım. Daha da üstelik, bu kabul edilemez talepleri ileri sürenler Türkiye'de çok çok azınlıktalar (yüzde 8-10) ve çoğunluğun (yüzde 98) Müslüman olmasını kullanıyorlar.
1905'e gelindiği zaman Seni duyuyorum: "Peki, bu hep böyle mi devam edecek? Ben sizin asistanınız, doçentiniz, sonra da sizin yerinize kürsü profesörü hiç olamayacak mıyım? Ben demokratken ve bunca demokrat olmayan başı açık varken?" Benim gönlüm, güzel kızım, senin bu feryadının yükselmeyeceği bir Türkiye'yi özlüyor. Başını kapamak veya başka bir yerini açmanın hiçbir önem taşımayacağı bir ülkeyi. İnsanların kafasının dışındakine değil içindekine önem veren Türkiye'yi. Buna, inşallah, ülkemiz 1905 yılına girdiği zaman ulaşacağız. Bu tarih, daha önce de yazmıştım, Fransa'da "Çatışma Laikliği"nden "Birarada Yaşama Laikliği"ne geçiş tarihidir. Çünkü o tarih gelip çattığında Katolik Kilisesi iktidara (yani, insanların hayatını yönetmeye) talip olmaktan vazgeçmişti. Bizde ise bu süreç henüz başlıyor. Fakat, bırak RP'yi, şimdi iktidar partisi AKP'den gelen saçmasapan demeçler (Ör. "Dindar cumhurbaşkanı") ve uygulamalar (Ör. Ortaöğretim bodrumlarında mescit açmak) bir yana, "Çoğunluk bizde, istediğimizi yaparız" zihniyeti de bu süreci zorluyor. Bizde, açıkçası, ne uzlaşma kültürü var ne de azınlıkta kalana saygı. Oysa, demokrasinin 19. yüzyıl sonu tanımı "Çoğunluğun iradesi" idi, 20. yüzyıl sonu tanımı ise "Azınlıkta kalana saygı"dır. Bu durumda olay hangi noktadaysa orada kalıyor; yerinden oynamak istemiyor. Seni istemiyor. Ne yapmalı? Önce, herkes kendi "tür"ünün davranışını eleştirmeli. Katiyen, ama katiyen ona sırtını dayamayı seçmemeli. Unutma: AKP gibiler sana okula canının istediği gibi girmen için yardımcı olamaz; benim gibi laikler olabilir ancak. Zaten sen de o nedenle ve belki de içgüdüsel olarak o tutarlı grupla, Genç Siviller'le birlikte olmayı seçtin. Başörtünle asistan olabilinceye kadar, senin başörtünle okula girip okumanı savunan insanlarla omuz omuza ol; gençliğin verdiği bir itirazcılık içinde değil. "Silin benim görüntülerimi tanıtım filminden" değil. Tabii, kızını başörtüsü takacak biçimde yetiştirmek yerine serbest bırakacaksın, değil mi? İnsanların ne giydiğini veya çıkardığını tartışanların alay konusu yapılacağı Türkiye kurulana kadar sağlam duracağız kızım.