Bill Moyers'ın, Küresel Çevre Yurttaşı Ödülü'nü Alırken Yaptığı Konuşma

-
Aa
+
a
a
a

1 Aralık 2004 Çarşamba günü, Harvard Tıp Fakültesi, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi (Center for Health and the Global Environment) , dördüncü Küresel Çevre Yurttaşı Ödülü'nü Bill Moyers'a verdi. Merkez'in yönetim kurulu üyelerinden biri olan Meryl Streep ödülü sunarken, "Moyers, yurttaşların katılımını sağlamayı hedefleyerek, becerikli, cesur söyleşiler ve tartışmanın ön saflarında yer alan, kavrayışı güçlü sesler aracılığıyla, kuşatma altındaki çevreyi inceliyor," dedi. Bayan Streep'in ödülü sunarken yaptığı konuşmaya Moyers'in verdiği yanıtın metni:

 

Ben bu ödülü, kameranın ardında bulunan ve hiçbir zaman görmediğiniz tüm insanlar adına kabul ediyorum; çevresel değişimin günlük yaşamlarımızı nasıl etkilediğini anlatırken öykülerini haberleştirdiğimiz, biliminsanları, hak ve özgürlük savunucuları, eylemciler ve sıradan yurttaşlar adına da. Biz gazeteciler yalnızca, başka insanların bilgisi, başka insanların deneyimleri ve başka insanların bilgeliklerinin kıyılarındaki lodosçularız. Onların öykülerini anlatırız.

 

Bu ödülü esas hak eden gazeteci, dostum Bill McKibben'dır. Çevre yazılarıyla yaptığı öncü çalışmaları nedeniyle, benim gazetecilik mesleğindeki kahramanlar tapınağımın baş köşesinde o var. Bill'in çok satan kitabı The End of Nature (Doğanın Sonu), Rachel Carson'ın Silent Spring (Sessiz İlkbahar) kitabının bıraktığı yerden işe devam ediyor.

 

Bu yakınlarda Mother Jones dergisinde yazdığı bir yazıda, biz gazetecilerin gündelik olarak ele aldığı sorunların, yani bütçe açıkları ve kirlilik gibi işlenmesi kolay geleneksel konuların, nasıl karmakarışık, önceden kestirilemez ve ele avuca gelmez niteliklere bürünmek üzere olabileceklerini anlatıyor. Ona göre, bütün bu konuların ele alınması en zor olanı çevrenin gittikçe hızlanarak bozulmasıdır. Bu bozulma, Kuzey Kutbu'nun erimesine yol açan sera etkisi gibi, korkunç bir hızla gelen tehlikeler yaratıyor. Sera etkisi, Kuzey Kutbu'nun erimesiyle o kadar fazla tatlı suyun Kuzey Atlantik Okyanusu'na boşalmasına yol açıyor ki, Pentagon bile, zayıflayan Gulf Stream akıntısı, uygarlıkları çarpıcı biçimde değiştirebilecek türden, ani ve karşı konulamaz değişimler yaratabilir diye, gittikçe telaşlanıyor.

 

Biz gazetecilerin karşı karşıya olduğu bir zorluk şu: Kimsenin sözüne inanmadığı kahinler (Cassandra'lar) gibi engellerle karşılaşmadan; okudukları, duydukları üzerine eyleme geçmesi gereken ve olup biteni anlamasını en çok istediğimiz insanların ilgisini kaybetmeden, böyle bir öyküyü anlatmanın yolunu bulmak.

 

Bu zor bir iş, fakat gazetecilerin, okurlarını ve izleyicilerini depresyona sokmadan, girift konularda rahat okunabilir bir anlatım oluşturabilmesi için daha da büyük bir zorluk var: Bugün resmi politikalara hakim olan ideolojiyi etkileyebilmek. Yaşamım boyunca siyasette ortaya çıkan en büyük değişikliklerden biri, sanal olanın, artık marjinal olmaktan çıkışıdır; o artık kenardan içeriye girmiş, oval ofiste iktidar koltuğunda ve Amerikan Kongresinde toplantı halinde. Tarihimizde ilk kez, ideoloji ve tanrıbilim Washington'da bir iktidar tekeline sahip. Tanrıbilim gerçekliği kanıtlanamayan savlar ileri sürer; ideologlar ise genelde gerçek olarak kabul edilenle ters düşse de bir dünya görüşünde kuvvetle ısrar ederler. İdeoloji ve tanrıbilim birleştiğinde, onların ürünü her zaman kötü değildir; fakat her zaman kördür. Ve işte tehlike buradadır: gerçeklerden aynı derecede habersiz seçmenler ve politikacılar.

 

Başkan Reagan'ın ilk İçişleri Bakanı James Watt'ı hatırlıyor musunuz? Benim o "her zaman çekici" elektronik çevre gazetem Grist bize, James Watt'ın, İsa'nın beklenen pek yakındaki geri dönüşü ışığında, doğal kaynakların korunmasının önemi olmadığını, ABD Kongresi'ne nasıl anlattığını, hatırlatıyordu. Watt, verdiği resmi ifadede şöyle demişti: "İsa son ağaç kesildikten sonra geri dönecek."

 

Başkentte sıkışıp kalmış dar fikirli seçkinler bıyık altından güldüler. Onu izleyen basın ekibi ise neden söz ettiğini anlamadı. Fakat James Watt ciddiydi. Ülkenin dört bir yanındaki hemşehrileri de öyle. Bunlar, İncil'in kelimesi kelimesine doğru olduğuna inanan insanlardı, ya da yeni yapılan bir Gallup kamuoyu araştırması doğruysa, Amerikalı seçmenlerin üçte biri. Bu son seçimde, birkaç milyon iyi yürekli ve saygın yurttaş, "yedinci cennet endeksi"ne (rapture index) inanarak oy kullanmaya gitti. Evet,  "yedinci cennet endeksi". Google'da arayın, bakın; Amerika'da bugün en çok satılan kitapların, Hıristiyan kökten dinci ve savaşçı Timothy LaHaye tarafından yazılan Left Behind dizisinin on iki cildi olduğunu göreceksiniz. 19. yüzyılda birkaç göçmen vaizin, İncil'den birbiriyle alakasız pasajları alıp, milyonlarca Amerikalı'nın hayal gücünü yakalayan bir anlatı biçiminde harmanladıkları fantastik tanrıbilime katılıyor, bu inançlı insanlar.

 

Bu anlatının çerçevesi garip, ama oldukça da basittir (kavrayışıma yaptığı katkı için kısa süre önce bu konuda parlak bir çözümleme yazan İngiliz yazar George Monbiot'a borçluyum): İsrail, İncildeki topraklarının geri kalanını da işgal ettikten sonra, Deccal'ın orduları, Armageddon Vadisi'nde son darbeyi vuracak çatışmayı başlatarak İsrail'e saldıracak. Din değiştirmeyen Yahudiler yakılırken, mesih yedinci cennet için geri gelecek. İmanı tam olanlar, giysilerinin içinden sıyrılıp alınarak cennete taşınacak. Olayı izleyen birkaç yıl boyunca, orada Yüce Tanrı'nın sağ tarafında oturup, politik ve dini düşmanlarının, su toplamış ve ağrılı bedenleriyle çekirge ve kurbağa istilaları altında acı çekişlerini izleyecekler.

 

Ben bunları uydurmuyorum. Mobiot gibi, ben de bu kaynakları okudum. Bu insanların bazılarını Teksas'tan Batı Şeria'ya kadar izleyerek haberlerini yaptım. Yedinci cennetin başlamasıyla İncil'deki kehanetin yerine getirilmesi için yardıma çağrıldıklarını hissettiklerini size anlatırlarken, içten, ciddi ve naziktirler. Bu yüzden İsrail ve Yahudi yerleşimleriyle dayanışma ilan etmişler, bu tavırlarını da para ve gönüllülerle desteklemişlerdir. İşte bu nedenle, onlar için Irak'ın işgali, "Büyük Fırat ırmağı yanında bağlı duran" dört meleğin "insanların üçte birini öldürmek için" çözüleceğini anlatan, Vahiy Kitabı'nda* öngörülen bir ısınma hareketidir.

 

Ortadoğu'da İslam'la yapılacak bir savaş, korkulması gereken değil, hoş karşılanması gereken bir olaydır, çünkü kefaret yolundaki temel bir çatışmadır. Google'a en son baktığımda, yedinci cennet endeksi, olayın patlak vereceği, Tanrı'nın oğlunun geri döneceği, günahsızların cennete gireceği ve günahkârların sonsuz cehennem ateşine mahkum edilecekleri, kritik eşiğin yalnızca bir puan altında 144'te duruyordu.

 

Peki, bütün bunlar kamu politikaları ve çevre için ne anlama geliyor? Internette Grist'e girin ve gazeteci Glenn Scherer'in Çevresel Kıyamete Giden Yol adlı olağanüstü gazetecilik çalışmasını okuyun. Bu yazıyı okuduğunuzda, milyonlarca Hıristiyan köktendincinin, çevresel yıkımı, yaklaşan kıyametin bir işareti olarak yalnızca göz ardı etmekle kalmayıp, aslında buyur edilmesi ve hatta hızlandırılması gerektiğine, nasıl inanabildiklerini göreceksiniz.

 

Grist'in açıkça ortaya koyduğu gibi, bu inançlara bağlı veya minnettar olan, kenardaki bir avuç yasa koyucudan söz etmiyoruz. Son seçimden önce, ABD Kongresi'nin yarısına yakını olan toplam 231 kongre üyesi, seçimden bu yana ise daha da fazlası, dinci sağ tarafından destekleniyor. Kırk beş senatör ile 108. Kongre'nin 186 üyesi, Hıristiyan sağ görüşü savunan en etkili üç gruptan %80-100 oranında onay almış. Bunların arasında, Senato Çoğunluk Lideri Bill Frist, Çoğunluk Lideri Yardımcısı Mitch McConnell, Konferans Başkanı Pensilvanya temsilcisi Rick Santorum, Politika Başkanı Arizona temsilcisi Jon Kyl, House Beyaz Saray Sözcüsü Dennis Hastert ve Çoğunluk Denetçisi Roy Blunt bulunuyor. Hristiyan koalisyondan %100 not alan tek Demokrat ise Georgia Senatörü Zell Miller'dir. Miller, kısa süre önce senatoda söz aldığında, İncil'deki Amos** adlı kitaptan, "Yüce Tanrı, yeryüzüne kıtlık göndereceğim günler gelecek, dedi." alıntısını yapmıştı ve bu düşünceden keyif alıyor gibi görünüyordu.

 

Neden olmasın ki? Buna oy verenler var. 2002'de TIME/CNN tarafından yapılmış bir kamuoyu yoklamasına göre, Amerikalıların %59'u Vahiy Kitabı'ndaki kehanetlerin doğru çıkacağına inanıyor, yaklaşık dörtte biri ise 11 Eylül saldırılarının İncil tarafından öngörüldüğünü düşünüyor. Arabanızın radyosunu, sayıları 1600'ü aşkın Hıristiyan radyo istasyonuna ayarlayarak, ülkeyi baştan başa kat edin ya da kaldığınız motelde 250 Hıristiyan TV kanalından bazılarını açın, bu kıyamet mesajlarının bazılarını duyabilirsiniz. Bu tür güçlü kehanetlerin etkisi altında bulunan insanlardan, Grist'in dediği gibi, "çevre için kaygılanma"larının beklenemeyeceğini anlayacaksınız. "Ekolojik çöküş nedeniyle oluşan kuraklıklar, su baskınları, kıtlıklar, ölümcül salgınlar, İncil'de öngörülmüş olan kıyametin işaretleri olduğuna göre, dünya için neden üzülelim ki? Siz ve size ait olanlar yedinci cennette kurtarılacaksa, küresel iklim değişikliğinden neden kaygı duyalım? Ekmekler ve balıklar mucizesini gerçekleştirmiş olan Tanrı'nın ta kendisi, bir sözüyle birkaç milyar varil ham petrolü çabucak hazır edebilecekken, petrolden güneş enerjisine geçmeye ne diye önem verelim?"

 

Bu insanlar, İsa geri dönünceye kadar, Tanrı'nın insanlara ne gerekiyorsa vereceğine inanıyor. Onlara ait metinlerin biri, Amerika'nın Mukadder Tarihi (America's Providential History) adlı bir lise tarih kitabıdır. Bu kitapta şu sözleri bulabilirsiniz: "Laikler ya da sosyalistler, sınırlı kaynak anlayışına sahiptir ve dünyayı…herkesin bir parça alabilmesi için kesilmesi gereken…bir pasta olarak görürler." Buna karşın, "bir Hıristiyan, Tanrı'daki potansiyelin sınırsız olduğunu ve Tanrı'nın dünyasında kaynak sıkıntısı olmadığını bilir… …laiklerin çoğu dünyanın aşırı nüfusa sahip olduğuna inanırken, Hıristiyanlar Tanrı'nın, dünyayı bol doğal kaynakla tüm insanlara ev sahipliği yapacak kadar büyük yarattığını bilir." Karl Rove'un "Hıristiyan Askerler, İleri" adlı şu saldırgan şarkıyı Beyaz Saray'da ıslıkla çalarak dolaşmasına şaşırmamalı. Çoğu, kıyameti çağdaş Amerikan siyasetinde kuvvetli bir itici güç haline getirmiş olan piyadelerin milyonlarcasının oyunu aldı 2 Kasım seçimlerinde.

 

Bir gazetecinin hiçbir inanılırlığı olmayan böyle bir öyküyü anlatmasının zorluğunu yüzünüzdeki ifadeden anlayabiliyorum. Bu yüzden de bunu kişisel bir düzeyde ele almak istiyorum. Ben bu dünyada, güvenli bir gelecek beklemezsem ve her sabah bunu gerçekleştirmek için neler yapabileceğimi düşünerek uyanmazsam nasıl yaşarım bilmiyorum. Bu nedenle her zaman iyimser olmuşumdur. "Piyasa hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorduğum, Wall Street'teki o arkadaşımı düşünüyorum şimdi. "İyimserim," diye cevap vermişti. "Peki, neden o kadar kaygılı görünüyorsun?" diye sormuştum. O ise bana şöyle demişti: "Çünkü iyimser olmakta haklı olup olmadığımdan emin değilim."

 

Ben de değilim. Bir zamanlar, insanların kendi sağlıkları ve çocuklarının sağlık ve yaşamları açısından önemini anladıklarında, doğal çevreyi koruyacakları konusunda, Eric Chivian ve "Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi" (Center for Health and the Global Environment) ile aynı fikirdeydim. Artık bundan o kadar emin değilim. Buna inanmak istemediğimden değil. Ben yalnızca haberleri okuyor ve noktaları birleştiriyorum:

 

ABD Çevre Koruma Ajansı yöneticisinin, son seçimi, çevre konusunda Bush'a verilmiş tam yetki ilan ettiğini okudum. Bu yetki; hükümetin, etkinliklerin doğal kaynaklara zarar verip vermeyeceğini önceden değerlendirmesini gerektiren Ulusal Çevre Politikaları Yasası'nın yanı sıra, Temiz Hava Yasası'nı, Temiz Su Yasası'nı ve az bulunan bitki ve hayvan türlerini ve onların yaşam alanlarını koruyan Tehdit Altındaki Türler Yasası'nı da baştan yazmak isteyen bir yönetim için.

 

Ozon kirlilik sınırlarını gevşetmek; araçların egzoz gazı denetimlerini kaldırmak; otomobil, SUV, dizelle çalışan dev kamyonlar ve ağır makineler için kirlilik standartlarını yumuşatmak  isteyen bir yönetim.

 

Şirketlerin çevre sorunlarına ilişkin bazı bilgileri halktan gizlemelerine izin verecek yeni bir uluslararası denetim yasasını isteyen bir yönetim.

 

Kirletici kömür santrallerine karşı açmış olduğu tüm "yeni kaynak" incelemesi davalarından vazgeçmek ve kömür şirketleriyle ilgili daha önce alınan tüm kararları zayıflatmak isteyen bir yönetim.

 

Kuzey Kutbu'ndaki doğal yaşam sığınağını petrol arama etkinlilerine açmak, dünyanın en uzun yapılaşmamış adası ve Amerika'nın son büyük doğal kıyı alanı olan Padre Adası Ulusal Kıyı Alanı'ndaki petrol arama etkinliklerini ise arttırmak isteyen bir yönetim.

 

Yalnızca bu haftanın haberlerini okuyorum ve Çevre Koruma Ajansı'nın, yoksul ailelere zehirli böcek ilaçları kullanımını sürdürmeleri için ödenmek üzere, 9 milyon dolar harcamayı planladığını (bunun da 2 milyon dolarının, yönetimin Amerikan Kimya Konseyi'ndeki dostlarından geldiğini) öğreniyorum. Bu böcek ilaçları çocuklarda görülen nörolojik yıkımla ilişkilendiriliyor, fakat hükümet ve endüstri bunların kullanımını durdurma emri vermek yerine, bir görüntü kayıt cihazı ve çocuk giysilerine ek olarak, aile başına 970 dolar vermeyi önererek, onları bir incelemede kobay olarak kullanacak.

 

Bütün bu haberleri okuyorum.

 

Dün gece haberlerde, yönetimin Exxon Mobil ve benzerleri tarafından desteklenen uluslararası politika ağında yer alan dostlarının, iklim değişikliğinin "bir yalan olduğu, deniz seviyelerinin yükselmediği, felaketin olabileceğine inanan bilim insanlarının ise bir utanç kaynağı" olduğunu anlatan yeni bir rapor yayımladığını öğrendim.

 

Haberleri okumakla kalmadım, muğlak ve (müstehcen) yasa tasarısı ekleriyle birleştirilmiş olarak Kongre'den şu yakınlarda geçirilen ödenekler yasasını da okudum: tüm tehdit altındaki türleri, böcek ilaçlarından korunma kapsamı dışında bırakan bir madde; Oregon'daki bir orman için temyize gidilmesini yasaklayan bir metin; kamu arazilerindeki otlatma izinleri için çevresel değerlendirmeden vazgeçme kararı; yüklenicilerin baskısıyla Kaliforniya'da önemli doğal yaşam alanları üzerindeki korumayı zayıflatan bir yasa tasarısı eki.

 

Bütün bunları okuyorum ve masamda bilgisayarımın yanında duran resimlere bakıyorum – torunlarımın resimlerine: 12 yaşındaki Henry, 10 yaşındaki Thomas, 7 yaşındaki Nancy, 3 yaşındaki Jassie, dokuz aylık Sara Jane.- Bu fotoğraflardan, geleceğin bana baktığını görüyor ve diyorum ki, "Tanrım, bizi affet, çünkü biz ne yaptığımızı bilmiyoruz." Sonra da şu düşünce beni durduruyor: "Bu doğru değil. Ne yaptığımızı biliyoruz. Onların geleceğini çalıyoruz. Onların güvenine ihanet ediyoruz. Onların dünyasını yağmalıyoruz."

 

Ve kendime soruyorum: Neden? Aldırış etmediğimizden mi? Açgözlülüğümüzden mi? Öfkelenme kapasitemizi, adaletsizliğe karşı haklı isyanımızı sürdürme becerimizi kaybettiğimizden mi? Ne oldu bizim ahlaki değerlendirme yapabilme yetimize?

 

Çalılıkta Kral Lear, Gloucester'a sorar: "Dünyayı nasıl görüyorsun?" Kör olan Gloucester da ona cevap verir: "Hissederek görüyorum.'"

 

Hissederek görüyorum.

 

Bugünlerde haberler iyi değil. Buna karşın, bir gazeteci olarak, size işin haberlerle bitmediğini söyleyebilirim. Haberler, istediğimiz gelecek için yalnızca bir şeyler hissetmek değil, mücadele etmek için de bizi özgürleştiren gerçek olabilir. Mücadele etme isteği ise umutsuzluğun panzehiridir, kuşkuculuğun ilacıdır ve masamdaki fotoğraflardan bana bakmakta olan tüm o yüzlere verilen bir yanıttır. Tıp bilimiyle, eski İsraillilerin "hocma" yani "yüreğin bilimi" dediği şeyi eşleştirmemiz gerekli… Hocma, sanki gelecek yalnızca size bağlıymış gibi görme, hissetme, sonra da harekete geçme kapasitesidir.

 

İnanın bana gelecek size bağlı.

 

Çeviren: Melda Keskin

 

Bu makale, 6 Aralık 2004 Pazartesi günü www.commondreams.org sitesinde yayımlanmıştır.

 

 

Çevirenin Notları:

 

*  Yeni Ahit'in son kitabı.

** Eski Ahit'in ikinci derece peygamberlerin isimlerini taşıyan 12 bölümünden üçüncüsü.