Manastır'da Anti-Nükleer Bir Oda: Nükleer Karşıtı Platform

Manastır
-
Aa
+
a
a
a

2000 yılında Ecevit Hükümeti'nin nükleer santral yapılması kararından vazgeçmesini sağlayan sürece mekân olan Manastır'daki 'Anti-Nükleer Oda'yı ve sakinlerini dönemin toplumsal hareketleri ile birlikte değerlendiriyoruz.

Konuğumuz Nükleer Karşıtı Platform (NKP) kurucularından Ender Eren. 

Manastır: 9 Şubat 2018
 

Manastır: 9 Şubat 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

(9 Şubat 2018 tarihinde Açık Radyo’da Manastır programına yayınlanmıştır.)

Seçil Türkkan: Açık Radyo burası Manastır programını dinliyorsunuz iki hafta bir yayınladığımız programımızı Yağmur Yıldırım, İlksen Mavituna ve bendeniz Seçil Türkkan hazırlayıp sunmaktayız. Bu hafta Manastır bağlamında nükleer karşıtı hareketi konuşacağız Türkiye’de İstanbul Sanat Merkezi’ne karşıdan ve bu yıllardan baktığımız programımıza. Hoş geldiniz. Stüdyomuzda bir konuğumuz var tabii ki, hep olduğu gibi, Ender Eren’le birlikteyiz. Hoş geldiniz siz de.

Ender Eren: Hoş bulduk, merhaba, kolay gelsin diyelim size de.

ST: Çok teşekkür ederiz. Aslında dışarıda konuştuk, çok da güzel anılarınız var bir yandan Manastır’da. Nükleer karşıtı hareketin yanısıra aslında genel olarak sizi Türkiye’de insanlar sizi yeşil hareketin kurucuları arasında anlatıyorlar. Şimdiden baktığımızda, isim taraması diyelim kabaca.

EE: Doğru.

ST: Öyle birini ağırlıyoruz stüdyoda, dolayısıyla nükleer karşıtı hareketi konuşmak için de en doğru isimlerden biri, üstelik Manastır’la yolu kesişmiş birini bulmak bizim için çok daha keyifli oldu. Tesadüfen aslında Sinop’ta Nükleer Karşıtı Platform üyeleri 6 Şubat’ta gözaltına alındılar. Zira yapılması planlanan nükleer santralin çevresel etki değerlendirme toplantısı vardı. Halkın katılımı engellendi o toplantıya, aslında alışık olduğumuz bir hadise olarak toplantı yapılmadı. Gözaltına alınanlar vardı, toplantıya alınmayan Sinoplular valiliğe yürüyüşe geçtiler. Şimdi platform sözcüsü Murat Şahin orada bir açıklama yaptı. “Sözüm ona halkın katılımı toplantısı ama Sinop halkı alınmadı. Sinopluların katılmadığı bu toplantı yapılmamıştır” diyor. Tomalarla karşılaştı insanlar, ciddi bir OHAL etkisi gözlendi şehirde. Enteresan istihdam etkisi, istihdam deniyor aslında nükleer santralin orada yapılma gerekçesine, Sinop’un İnceburun’una Hamsilos tabiat parkının dibine şahane bir yerde yapılması planlanan bu nükleer santrale. Böyle bir bağlantısı var aslında nükleer karşıtı platformun. O yüzden de konuşmak mühim ve Nükleer Karşıtı Platform’un da yolu geçti Manastır’dan. Belki size ilk bu soruyla başlayabiliriz, Nükleer Karşıtı Platform nasıl kuruldu ve kabaca Manastır’la yolunun kesiştiği zamanı bize anlatabilir misiniz?

EE: Esasında şöyle, 92 senesinde Türkiye’de bir nükleer santral yapılması dile getirildi o zamanki hükümetler tarafından ve bu yapma isteğine karşı o sırada birinci yeşiller partisi vardı, o partide bu konuşuluyordu. İzmir yeşillerinden arkadaşlar daha sonra partiden ayrıldılar ama onların öncülüğünde bir antinükleer söylemler başladı. Bu 93 senesinde iş ortaya iyiden iyiye çıktı ve 94 senesinde anayasa mahkemesinin birinci yeşiller partisini kapatmasından sonra İzmirli arkadaşlar bunun yavaş yavaş bir nükleer karşıtı harekete doğru evirmeye başladılar. Böylelikle hatta ilk Ankara’da 93 Ekim’inde nükleer karşıtı kongre yapıldı. O 93 senesindeki kongreye bütün Türkiye’den muhalifler, yani her türlü ekolojist, doğacı, hayvansever, cinsiyet ayrımcıları, bisikletliler Türkiye’nin her bir yanından bu kongreye katıldılar. Dolayısıyla oradan bir nükleer hareket daha da yayılmaya başladı tüm Türkiye’ye. Her sene yazın bu şimdiki nükleer santral yapılmak istenen Akkuyu’da sözleşildi her yaz oraya gidilip bir kamp yapılması üzerine ve 2000 yılına kadar orada her sene bir kamp yapıldı, antinükleer hafta yapıldı. Söyleşiler, bisikletliler, ekolojistler, doğacılar, elleriyle deriden bazı eşyalar yapıp satan insanlar, çeşitli gruplar, anarşistler herkes bu kampa katıldı yaklaşık 7 yıl boyunca. Bu kamp her yerden bir çekim noktası oldu. 95 senesinde Türkiye’de Habitat olması buradaki sivil toplum örgütlerinin 95 senesinde esasında STK’ların ilk –tabir-i caizse- yeryüzüne çıkışı diyebiliriz. Orada sivil toplumcuların çıkmaya başlaması yeryüzüne ama Türkiye’de mevcut bir yeşil hareket, bir ekoloji hareketi, bir çevre hareketi, vb. hareketler vardı zaten, yolları kısmen kesişti ve kısmen de tabii ki bu alanların daha net anlaşılması için bazı tartışmalar da yapıldı. Bu sırada yani Habitat’tan sonra İstanbul’da bir nükleer karşıtları vardı, bu arada 94’te bunlar da bir kongre yaptılar, yaptık daha doğrusu, ikinci nükleer karşıtı kongre. Hep böyle insanlar orada burada toplanıyorlar, kafelerde toplanılıyor, vs. sonunda 96-97 senelerinde gazeteci Timur Danış bir gün bana geldi, dedi ki “Ender ben bir yer buldum, seninle gidelim bakalım”.

ST: Siz bir yer arayışındaydınız?

EE: Evet bir yer arayışındaydık nükleer karşıtları olarak. Gittiğimiz yer işte o zamanki Manastır’dı, ikinci katına çıktık, bize odayı gösterdi, orada Adnan abiyle tanıştık, ben Adnan abiyi çok anarım, çok da hoş bir insandı bana göre, bir Beyoğlu insanıydı, Beyoğlu’nun güzel abilerinden biriydi, benim için öyle, halen de öyledir.

ST: Adnan Vurdevir.

EE: Evet ve biz orayı beğenerek ondan tuttuk ve hatta ilk oraya telefon bağlayanlardan birisi oldu, ilk defa oraya bir telefon hattı bağladık. Dolayısıyla orada çalışmalara başladık nükleer karşıtları olarak ama o sırada Türkiye’de dediğim gibi 95’te Habitat’tan sonra bir sivilleşme, bir sivil hareket ve bir STK’lar hareketi, hükümet karşıtı hareketler de yavaş yavaş başlıyordu ve bundan cesaret alan almayan bir sürü sivil muhalif ortaya çıkmaya başladı. Tabii herkes yer arayışındaydı, bir odada toplanmak, bir yerde toplanmak daha rahat oluyordu çünkü kafelerde toplandığınız zaman etrafınızda ses oluyor.

ST: Bir toplantı düzeni değil.

EE: Onun için biz nükleer karşıtları olarak burada düzenli olarak toplanmaya başladığımız zaman çeşitli gruplar o sırada Türkiye’ye tabii değişik şeyler oluyordu, ilk defa Greenpeace’in de Türkiye’ye gelmesi söz konusu oldu.

ST: Aynı yıl içinde?

EE: Aynı dönemde yani. Bunların hepsi aynı zamana denk geliyor, tabii bütün bu oluşumlar, bu olanlar büyük bir dinamik kazandırdı hadiseler nükleer karşıtlığına.

ST: Mesela bu Timur Danış’ın size oraya götürmesi, ilk gittiğinizde nasıl bir odaydı ya da böyle bir sürü kiralık oda vardı da bir tanesini mi tuttunuz? Size bir yer gösterdiler orayı mı beğendiniz? Ne kadardı bu kira? Nasıl bir anlaşmaydı?

EE: Valla sözlü bir anlaşmaydı ama inanın şimdi kiranın ne kadar olduğunu tam hatırlamıyorum ama bize öyle yük olacak bir şey değildi. Ben biraz hastane odasına benzettim orayı, yani Manastır’ı biraz hastaneye, ben kendim az çok İstanbul’daki Ermeni Surp Birgiç hastanesini bilirim, o tip yapıları bilirim eski İstanbul’da. Öyle bir hastane havasındaydı bana göre. Oda da böyle ince uzun olduğu için aynı hastane tipi bir odaydı ama tabii gene de biz bir yer bulduğumuz için sevindik yani. Çünkü biliyorsunuz gene de çok yer vermiyorlar bu tip hareketlere, çünkü dernek değilsiniz, imza karşılığı bir şey yapamazsınız, platform olduğunuz için o zamanlar daha hükümetler platformu tanımıyordu, 2000’den sonra oldu platform lafı ortaya çıktı biliyorsunuz anayasa değişiklikleriyle. O zamanlar tabii böyle şey olduğu için biz Adnan abiyle sözlü bir anlaşma yaparak bir centilmenlik anlaşması neticesinde biz orayı tuttuk. Biz orayı tuttuğumuz zaman aynı katta dediğim gibi sanatçılar, bana göre çok ünlü ressamlar Erkan Özdirek ve İnci Eviner bizim kattaydı, hemen karşımızdaydı. Erkan Özdirek’le çok canlı bir ilişkimiz vardı, bizim eylemlerimize çok yardımcı oldu bazı posterle ilgili yapılmasıyla ilgili. Aynı katta bir de Selahattin Gençger nam-ı diğer Godzilla vardı, onun diyelim ki dükkanı mı diyelim odasının içi dünya güzeli binlerce eşya ile yani bunlar sinema, çeşitli filmlerde sinema emekçisi olduğu için dekorasyon ve şey hazırladığı için eski Türk filmlerine o her filmden kalan bir parçayı ya da önemli bulduğu bir şeyi oraya müze gibi duvarların her tarafına asmıştı. İçeride yürüyecek yer yoktu ama bir şey istediğin zaman onu hemen çıkartır verirdi. Bize de Selahattin abi nam-ı diğer Godzilla eylemlerimizde müthiş yardımcı oldu. Bizim eylemlerde ne zaman mesela bir mizansene ihtiyacım olsa ona sorardık o hemen gerekli olan maskeyi yapardı.

ST: Hemen yapardı bir de?

EE: Tabii hatta şöyle de bir anım, büyük Bergama çevre çıkartmasına giderken 97 senesinde, oradaki işletmenin maskesini, yani işletmenin başkanının maskesini, biz hiciv yapıyorduk protesto için, öyle bir maske verdi ki bana neredeyse adamın birebir aynısıydı yani. Biz onunla orada çok güzel bir eylem yaptık Bergama’da, binlerce insan katıldı bütün Türkiye’nin her yerinden. O Selahattin abinin büyük bir anısıdır, o maskeyi vermekle o tabii o zaman bütün gazetelerde çıktı, o şirketin başkanı böyle hiciv edildi orada bir mizansenle. Dolayısıyla onlar vardı, biraz üstte Bedri Baykam vardı, o zaman ressam aynı katın yanından merdivenle çıkılıyordu. Adsız Alkolikler vardı, onlar da bizim bulunduğumuz yerdeydi. Dolayısıyla böyle canlı bir komşuluk ilişkileri de vardı hepimizin arasında, birbirimize de yardımcı oluyorduk. O arada tabii Türkiye’de dediğimiz gibi STK’lar da başladığı için bizim olduğumuz odayı biz esasında bütün diğer bir takım böyle sivil toplumculara ya da protesto gruplarına yahut savaş karşıtlarına da açtık. Onlara da haftanın belirli günlerinde orayı tahsis ediyorduk. Onlar kendi iç toplantılarını orada yapıyorlardı. Dolayısıyla oradaki zenginlik yani çok çeşitlilik biraz da oradan geliyordu. Hem hareket esnasında yani Türkiye’deki hareketler dolayısıyla, muhalif insanlar olarak demokrasi mücadelesi yapanlar olarak hem de arkadaşlık ilişkileri de vardı tabii. Dolayısıyla herkesin birbiriyle içiçe geçme gibi bir durumu vardı.

ST: Manastır’ın böyle bir etkisi olmuş olabilir mi mesela bütün bu platformlara aslına? Yani Türkiye’deki bu arkadaşlık ilişkilerini de geliştirdiğini söylüyoruz aynı zamanda, bu hareketlere nasıl bir etkisi vardır mesela ya da yer bulduktan sonra gerçekten etkili eylemler yapmak, etkili fikirler geliştirmiş olmak, örneğin Ecevit zamanında durdurulduğunu biliyoruz nükleer santralin. Oraya giden süreçte nasıl bir etkisi vardır sizce?

EE: Şöyle bir etkisi vardır, çok iyi bir etki, en önemlisi tabii bizim odayı anti nükleercilerin dışında kullananlar iki grup vardı önemli benim hatırladığım kadarıyla, bir savaş karşıtları, şiddet karşıtları kullanıyordu odayı arkadaşlar. Bir de kadın grupları vardı ama kadın gruplarından bir tanesi kullanıyordu, daha çok Eksik Etek Grubu o zamanki adıyla. O kadın arkadaşlar Türkiye’deki ilk birinci jenerasyon kadın hareketinden sonra ikinci jenerasyon gibi oluyorlardı onlar. Yeni fikirlerle ortaya çıkıyorlardı ama onların içinde antinükleerciler de vardı.

ST: Bir kesişim kümesi.

EE: Yani o kadın grubundan bir arkadaş aynı zamanda antinükleer harekette de çok önemli rol oynuyordu, öyle bir yakınlaşma vardı. Zaten bizim Ankara’daki antinükleer kongrede de 93’te kadın grupları vardı Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelme. Hatırladığım Mavi Çorap Kadın Grubu gibi böyle Türkiye’nin enteresan kadın grupları vardı o zamanlar tabii. Dolayısıyla tabii bu tip hareketler ve bizim orada olduğumuzu duyup da gelen insanlar vardı. Mesela bir gün içeride toplantı vardı, kapı tak tak vuruluyor, bir açtım iki tane kadın “yahu biz sizi saatlerdir arıyoruz, nükleer karşıtı toplantıya katılmak istiyoruz, sizi zor bulduk, burası mı?” dediler “evet burası, buyurun” dedim. Onların içinden bir tanesi zamanla yani bugünlere baktığımızda çok enteresan geçen sene gazetelere çıktı hani hiç fazla bir şey almadan hayatını devam ettirebilen bir kadın gazetelerde yazdı. O kadın onlardan bir tanesiydi mesela, o da bizim nükleer karşıtı hareketin içine girerek, orada bütün insanlarla tanışarak, bu geçen yaklaşık 20-25 yıllık süreçte birbirimizi etkileyerek o da böyle bir tüketim karşıtı karakter geliştirerek Türkiye çapında örnek de oldu. Hatta bütün bu televizyonlar falan, ben de onu tesadüfen aradım “yahu Ender ben bu kadar ilgiden biraz muzdaribim, çok fazla telefon, çok fazla insan bu tüketim karşıtlığına ilgi gösterdi” dedi, tüketim karşıtlığı fikri zaten sonuçta antinükleer bir fikir yani daha az enerjiyle yaşamak, ya da enerjisiz yaşamak, daha az tüketmek zaten ana fikirlerden biridir. Mesela öyle bir şey de oldu.

ST: Bir etki.

EE: Etki, bireyler de aynı şekilde böyle katılıyordu. Tabii bazen yolu geçen insanlar oluyordu, en önemli hatırladığım bir tane anlatayım oradan geçen. O zamanlar tren yollarına bir arkadaş Türkiye çapında büyük bir yürüyüşle tren yollarını tanıtmak istiyordu bizim için Adana’daki çevreci arkadaşlardan bir tanesi. Buna da İstanbul’dan başlamak istiyordu yani yürüyüşe, tren rayları boyunca yürüyerek Ankara’ya kadar gitmesi şeydi. İlk geldi bizim odada onun bütün kağıtlarını, fotokopilerini hazırladık ve o zaman yani 97-98 senelerinde bu arkadaş Türkiye’deki demir yollarının önemini, yani demiryollaşma, bu da bizim antinükleer bir fikirdir, çünkü sonuçta ulaşım sorunu vardır ve bu sorun da trenle en iyi çözülür. Bize de böyle fikirler yakın tabii, dolayısıyla çok böyle bir yolu geçen arkadaşlar, bu konuda enerjisini veren ya da emeğini veren insanlar. Ondan sonra Timur Danış da enteresan bir şey yaptı, dünyadaki bu Brüksel’den Çernobil’e kadar büyük Avrupa yürüyüşüne o sırada dahil oldu, bizim odadan gitti ve öyle bir şeye katıldı.

ST: 5500 kilometrelik bir yoldu.

EE: Evet, böyle bireysel şeyler de oluyordu, dolayısıyla devamlı renkli bir yerdi. Manastır olması insanları çekiyordu, şeklen dışarıdan görenler.

ST: Dikkat çekici bir bina.

EE: Dikkat çekici bir binaydı, dolayısıyla tabii ki böyle bir hareketlenmeye de neden oldu. Bugün mesela buradan aktaracağımız bir mesaj da dinleyicilere şu olabilir, antinükleer hareketin, yani İstanbul Antinükleer Platform’un ve Türkiye antinükleer platformu çok enteresan bir yapısı vardı o senelerde. Yani yapı hiçbir şeye bağımlı olmamakla beraber kendi içinde muazzam bir çalışma şekli vardı. O zamanlar biliyorsunuz internet yok, cep telefonu yok, faks daha yeni yeni çıkıyor, çok pahalı bir ulaşım aracı, dolayısıyla insanlar sadece telefonla birbirlerine ulaşabiliyorlar. Fakat biz gerek İstanbul gerekse Türkiye içinde muhteşem bir antinükleer bir ağ oluşturmuştuk. Yani Türkiye’de çok sözü edilen merkezsiz a tipi örgütlenmenin bana göre en iyi örneğini orada verdik.

ST: Sonlara doğru geliyoruz, sizin için nasıl bitti o Manastır macerası? Manastır da bir platform işte bahsettiğimiz sosyal örgütlenmelerin biraraya geldiği, toplumsal meselelerin konuşulduğu, sanatçıların da olduğu bir kültür yuvası da aynı zamanda. Nasıl sona doğru geldi? Yani o centilmenlik anlaşmanız diyelim başta konuştuğumuz nasıl bitti?

EE: Bizim nükleer karşıtı mücadele şiddetlenmişti 98-99’da çok protestolar oluyor her yerde ve bilhassa Ecevit hükümetini baskı altında tutuluyordu, Ankara’da imzalar toplanıyor, veriliyor, bir sürü protestolar yapılıyor, köylüler Ankara’ya, o Akdeniz köylüleri Ankara’ya çıkartma yapıyor, büyük bir çıkartma yapıldı Ankara’ya o zamanlar 99 senesinde. Ecevit hükümetine de büyük bir baskı yapıldı o zaman koalisyon hükümetine, yani nükleer santral gerekli değildir, Türkiye’nin böyle bir enerjiye ihtiyacı yoktur, Türkiye bu atıklarla uğraşamaz ana tezleriyle başlayan şeylerde. 2000’de Ecevit hükümeti bir basın açıklama yaptı ve dedi ki "Türkiye olarak biz nükleer santral yapımından vazgeçiyoruz”

ST: Çok kıymetli değil mi?

EE: Evet, yani o zamana kadar insanlar yaklaşık bu 10 senelik mücadelesinde tabii büyük bir ferahlama, sevinme oldu, kutlamalar oldu bizim oda da ve iş bitti artık dedik ve dolayısıyla antinükleer odaya artık ihtiyaç yoktu. Çünkü biz başardık bir şeyi hep beraber bütün Türkiye çapında, sonuca ulaştık dolayısıyla antinükleerciler olarak bir toplanma yerine ihtiyacımız yoktur. Bu arada diğer gruplar da zaten serpildiler, büyüdüler, her taraftan muhalefet

ST: Ve yer bulabilir hale geldiler.

EE: Onlar kendilerine yer buldular, birçoğu işte Beyoğlu’nda, o sırada Beyoğlu’nun kalkındığı süreçti. Antinükleerciler de yorulmuşlardı, yani insanlar çok emek verdi, biz o arada Akkuyu’daki Büyükeceli köyünde bir tane ev tuttuk, bu evin bütün masrafları bütün Türkiye çapındaki bahsettiğim antinükleer merkezsiz a tipi örgütlenme tarafından toplanıyor ve bütün bölgelerden ortak toplanıyor ve oraya nakden yardım ediliyor. Oraya gidip gönüllü olarak çalışan, köyde kalan köylülerle ilişki kuran insanlar orada çok enteresan yaşantıları oldu. Onların bütün ihtiyaçlarını ortak karşıladık, köydeki ortak tuttuğumuz evlerin kiraları, tabii ki biz hep beraber

ST: Hep beraber karşıladın. Manastır’ın da öyleydi değil mi?

EE: Evet o İstanbul içindeydi, öbürü Türkiye çapındaydı Akkuyu’daki evin tutulması. Tabii bütün bunlar insanları bu 3-4 senede mücadele 10 yıla yakın gidiyor ve tabii yordu da, başarıya da ulaşıldı. Bir şeyde önemli olan başarıya ulaşmak, yani siz eğer başarıya ulaşabiliyorsanız sonucu hoş oluyor. Adnan abi de bize şöyle bir şey söyledi “Manastır birisine verilecek” dedi. Dolayısıyla zaten çıkma durumu da söz konusu oldu, ben bundan arkadaşlara da bahsettim. O zaman bize artık bu oda gerekmiyor, bu oda görevini yaptı, İstanbul Sanat Merkezi görevini yaptı, bize kollarını açmıştı, dolayısıyla Adnan Vurdevir. İşimizi bitirdiğimiz için odayı da bırakmak ve aynı zamanda oradan ayrılma, o insanlardan ayrılma durumuna tabii şey yaptık. Ben şahsen kendim gerek Selahattin Geçgel’le abiyle ve Erkan Özdilek’le böyle şeylerde ilişkilerimiz devam etti yani orayı bıraktıktan sonra. Nitekim o sanat merkezi bir süre sonra Ankaralı bir müteahhit tarafından alındı, bu sırada Adnan abi de trafik kazasında vefat etti, duyduk. O binada o müteahhite verildi, onun o eski çok güzel yapısı, binanın karakteri bana göre çok güzeldi, bambaşka çok çirkin bir şekilde bana göre restore edildi. Halen de o vaziyette duruyor geçerken görüyoruz. Tarlabaşı’ndaki o evlerin bitmesini bekliyorlar herhalde, çünkü o evler bitmediği sürece Manastır’a geçiş yolu olmuyor. Arka taraftan olabilir belki o da zor gibi gözüküyor. Öyle bir şey oldu ve biz de oradan ayrılmış olduk.

ST: Bu haliyle o centilmenlik anlaşması da sona ermiş oldu.

EE: Aynen öyle.

ST: Peki son soru olsun belki, konuşacak çok şey var ama yine de programın sonuna geliyoruz. Örneğin Adsız Alkolikler diyor ki “kendi aramızda konuşurken biz bu binaya ‘han’ diyorduk, ‘hana gidiyorum, handayım, toplantı handa bu akşam’ filan”. Siz nasıl bahsediyordunuz oradan? Anti nükleer oda’yı yakaladım az önce, o güzel bir

EE: Anti nükleer oda diyorduk biz, bazen de İstanbul Sanat Merkezi diyorduk ama genelde anti nükleer oda diyorduk. Dolayısıyla böyle bir devamlılık arz etti her şey, aslında hiçbir şey aniden olmuyor, bir devamlılık arz eden işte anti nükleer harekette olduğu gibi, sabrın sonu bazen selamet gibi, antinükleer hareket de uzun dönem sonra tabii, şu anda da devam ediyor. Biraz evvel senin açılışta söylediğin gibi, bu Sinop’da, Akkuyu’da çevresine ve bütün Türkiye’de. Dolayısıyla eski kalan bu tortular taa Gezi’ye kadar taşındı, Gezi’de devam etti başka şekle dönerek. Sonuçta sanat merkezinin Türkiye’ye çok büyük bence antinükleer harekete, muhalif harekete katkısı oldu diye bitirebiliriz.

ST: Çok teşekkür ederiz katıldığınız için. O zamanları konuşmak keyifliydi, bu zamana da devam eden bir süreç hakikaten devamlılık esas diyorsunuz. Ekleyelim belki bir not olarak da Akkuyu’da da bir başka mücadele devam ediyor, 13 tane ayrı iptal davası var şu anda örneğin danıştayda devam eden, Sinop mücadelesi de öyle, en azından halk nükleer santral sürecindeki çevresel etki değerlendirme toplantısına alınmasa da itirazlarını dile getirmeye devam ediyor.

EE: Bu mücadele devam eder her zaman için o bir gerçektir.

ST: Manastır’ı dinlediniz, burada bugünkü konuğumuz Ender Eren’di, Manastır bağlamında Türkiye’de nükleer karşıtı hareketin kısa bir özetini geçtik. Atladığımız pek çok yer ve isim vardır muhakkak ama bu da bir düşünme fırsatı olsun hepimiz için diyelim. Haftaya değil sonraki hafta tekrar burada olacağız. Eğer Manastır’la ilgili bize göndermek, ulaştırmak istediğiniz bir bilgi varsa lütfen mail atın: [email protected] adresine bekliyoruz. Teknik masada Ömer Şahin’le beraberdik bugünkü yayınımızda. Ben Seçil Türkkan, iki hafta sonra Manastır tekrar burada.