Coğrafyadan öte bir eser: Strabon’un 'Coğrafya’sı

-
Aa
+
a
a
a

Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler'de Haluk Mimaroğlu, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un "Geographika" adlı eserini tanıtıyor.

""
Strabon'un "Coğrafya"sı
 

Strabon'un "Coğrafya"sı

podcast servisi: iTunes / RSS

Ben Haluk Mimaroğlu. Kızım Gülnar ile birlikte bu hafta Amasyalı coğrafyacı Strabon’un Geographika adlı eserini tanıtacağız. Strabon’un Coğrafyası 17 kitaptan oluşur. Nehirlerden şehirlere, tarihinden eserlerine, Roma İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarındaki ülkeleri tanıtır. Strabon kitabın başında, coğrafyanın amacını ve yöntemini anlatırken, geçmiş yazar ve anlatımların eleştirisini yapar. Homeros’u ilk coğrafyacı olarak tanımlar ve söylediklerinin gerçek olduğunu savunur. Ülkeleri anlatmaya İspanya’dan başlar. İngiltere, Fransa, İtalya, Sicilya, Kuzey Avrupa, Yunanistan, Adalar ve Asya’dan geçerek Anadolu’ya ulaşır. Hindistan ve Kuzey Afrika ile seferini tamamlar.

Anadolu’nun tarihi coğrafyası ile ilgili 12, 13 ve 14. kitaplar İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Profesör Adnan Pekman tarafından ilk ve son olarak 1987’de Türkçeye çevrilerek, Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Kitap, 2000’de gözden geçirilip ertesi sene dokuzuncu baskısı yapılmıştır.

Strabon, Amasyalıdır. Pontos Sarayı’na yakın soylu bir aileden gelmektedir. Amasya, Pontos Krallığı’nın başkentidir. Yeşilırmak Nehri'nin kıyısında, iki dağın arasında korunaklı bir mevkide, Karadeniz'den İç Anadolu'ya, Doğu'dan Batı’ya giden yolların kesiştiği yerdedir. Tarihi Hititlere kadar uzanmaktadır. Pontos, yüzyıllardır Pers hakimiyeti altındadır. Pontos Krallığı, Pers Pontos satrapları tarafından, M.Ö. 300’lerde İskender’in seferinden sonra dağılan Pers İmparatorluğu’nun devamında kurulmuştur. Krallığın, İskender’le ve Hellenlerle alakası yoktur. Roma’nın Anadolu’ya doğru genişlemesine şiddetle karşı çıkan Mithradates sülalesinin önderliğinde bağımsızlığını M.Ö. 30’lara kadar korumayı başarmıştır.

Strabon'un memleketindeki heykeli - Amasya, Türkiye

Strabon, M.Ö. 64 doğumludur. Dönem ise İmparator Augustus’un zamanıdır ve Roma’nın genişleme dönemidir. Strabon ve ailesi, Roma’nın yanlış komutanını desteklemesi neticesinde Amasya’dan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Roma vatandaşı olarak Anadolu’da, Mısır’da, Yunanistan’da, İtalya’da bulunmuştur. Bu seyahatleri sırasında edindiği bilgiler, muhtemelen İskenderiye ve Roma’da okuma fırsatı bulduğu eserler de bu kitaba kaynaklık etmiştir.

Strabon’un bir de tarih kitabı vardır. Bu kitap günümüze ulaşmasa da tarihi bilgiler Coğrafya kitabında da yer almaktadır. Strarbon’nun Coğrafya’sı dağları, nehirleri, köyleri, kentleri anlatan bir fiziki coğrafya kitabının ötesinde, bölgelerin tarihine, kavimlerine, yaşantısına da değinen, bölge halkları hakkında bilgiler veren çok yönlü bir kitaptır. Dönem, Roma’nın Cumhuriyetten İmparatorluğa geçiş dönemidir. Tüm Anadolu, Akdeniz kıyıları, Mısır Roma’ya katılmıştır. Roma, Yeni Dünya’nın merkezi olma yolundadır.

Hollanda Leiden Üniversitesi’nden Casper de Jonge’nin tabiri ile göçmen yazarlar Roma’ya akın etmektedir. Stabon da bunlardan biridir. Zamanın diğer yazarları gibi eserini eski Yunanca yazmıştır. Belki de bu nedenle Stabon’un eseri ancak Konstaniye’nin fethinden sonra Roma’ya gelen yazarların 1472’de Latinceye çevirmesinden sonra tanınmaya başlamış ve diğer Avrupa dillerine de çevrilerek yaygın olarak kullanılmıştır. Ne yazık ki medeniyetimizde önemli bir yer tutan Roma İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına ait bu kadim eserin tamamı hala Türkçeye çevrilmemiş ve hakkettiği önemi kazanmamıştır. Ancak 1987’de tek çevirisi yapılan Stabon’un eserinin 12. kitabı Cappadocia bölgesi ile başlar.

Eski Anadolu - M.Ö. 264 - M.S. 180 - Küçük Asya'daki Roma mülkleri 

Starbon’a göre Cappadocia, Güney’de Toroslardan başlar ve Karadeniz sahillerine kadar ulaşır. Doğusunda Armenialılar, batısında Paphlagonia ve Galatialılar yaşamaktadır. Günümüzde Pontus diye anılan bölge aslında Cappadocia’ya aitti. Strabon’a göre, İskender’in seferinden sonra M.Ö. 300’lerde, Toroslardan Karadeniz’e kadar uzanan Cappadoccia, Büyük Cappadocia ve Cappadocia Pontika olarak ikiye ayrılır. Deniz kıyısındaki Cappadocia Pontika yani kıyıdaki Cappadocia zamanla kısaca Pontos diye anılmaya başlanır. Başta Pontos kralı Mithradates olmak üzere her iki bölge de Roma’ya karşı uzun süre mücadele eder. Strabon’a göre, İmparator Tiberius Caesar zamanında ancak M.Ö. 30’larda senato tarafından Roma eyaleti olmasına karar verilir. Neredeyse Cappadocia’da 500 sene süren Pers satrap ve krallarının hakimiyeti böylece sona erip Roma dönemi başlar. Stabon bölgede bulunan Pers inancını taşıyan tapınaklardan da bahseder. Birisi Tokat civarında Koma’da, diğeri ise Amasya’da, eski adı Zila, bugünkü adı Zile olan yerde kurulan yerleşimin aslında kalabalık bir tapınak yerleşimi olduğundan bahseder.

Kral soyundan gelen rahiplerin yönetimindeki bölge, aynı zamanda bir ticaret merkezidir, halkı lüks içinde yaşar; toprakları, bağları boldur. Burada çok sayıda tapınak hizmetkarı ve zengin gelir kaynaklarına sahip olan rahip oturur. Bu kutsal arazi, kendi öz topraklarıymış gibi rahibe ve kalabalık mahiyetine bağlıydı. Buraları fetheden Romalı komutan Pompeius, eski geleneğin devamı olarak tapınak rahipliğine Mithradates soyundan Alcheus’u getirmiştir. Bu gelenek Roma İmparatorluk döneminde de devam etmiştir.

Julius Caesar'ın "Veni, vidi, vici" dediği Zile'deki 2000 yıllık tarihi kale sütun parçası

Türkiye Kültür Portali’nde verilen bilgiye göre, Tokat Koma Tapınak Devleti M.S. 500’lere kadar bir prenslik olarak Roma İmparatorluğu içinde özel statüsünü koruyarak mevcudiyetine devam etmiştir. Julius Caesar’ın senatoya gönderdiği meşhur ‘Veni, vidi, vici’ yani ‘Geldim, gördüm, yendim’ sözü de Zile’da söylenmiştir. Yazı, Zile meydanındaki tapınak sütununda hala mevcuttur.

Starbon’un kitabında Cappadocia halkların göç ettirilmesiyle ilgi bir bilgi de mevcuttur. Strabon’un dediğine göre, Armenia Kralı Tigranes, Cappadocia’yı aldığı zaman halkı kötü duruma soktu ve her birini Mezopotamya’ya göç etmeye zorladı. Starbon kitabın devamında, memleketi Pontos’u anlatmaya devam eder, Pontos Kralı IV. Mithradates’ten bahseder. Mithradates’in Paphlagonia’yı alıp, Herakleides’in memleketi Herakleia’ya yani Ereğli’ye kadar, Batı’ya uzanan deniz kıyısını ele geçirip Pontos’a kattığını anlatır; ‘Benim kentim, Amaseia, içinden İris Irmağı’nın aktığı geniş ve derin bir vadide kurulmuştur. Bu alan içinde kralların hem sarayları, hem de anıt mezarları bulunur. Amaseia, vaktiyle krallara aitti, şimdi ise bir eyalet oldu’ der. Sandarake Dağı’nın madenlerinde çalışan tutsaklardan da bahseder. Madendeki havanın berbat kokusundan ötürü burada çalışmanın öldürücü olduğunu söyler. Belki de, Sandarake, Zonguldak ve çevresinin eski adıdır.

Starbon, devamında komşu Bithynia bölgesine geçer. Bithynia bölgesinin Paphragonia’da Kastamonu’ndan başlayıp, Karadeniz boyunca Khalkedon yani Kadıköy’e kadar, Marmara Denizi boyunca da Hellespontos’a yani Çanakkale’ye kadar uzandığından bahseder. İzmit körfezinin eski adının Astakenos yani Istakoz Körfezi olduğunu söyler. Adeta bir zamanlar adalarda istakoz avladıklarını söyleyen abilerimizi de kanıtlar. Bu körfezde bulunan Nikomedia yani İzmit’in Bithynia krallarından I. Nikomedes tarafından kurulduğundan bahseder.

Marmara bölgesindeki Bithynialılar ile Eskişehir civarındaki Phrygialılar ve Balıkesir civarında Mysialılar, Edremit civarındaki Kyzikoslu Dolionlar, Mygdonlar ve Çanakkale civarındaki Troialıların da Thrak kökenli oldukları varsayar. Bunların Marmara’nın öbür yakasında oturan Thraklardan çok farklı olmadığından söz eder. Bithynia’nın iç kısımlarında bulunan mükemmel otlaklardan, Salona’da yani Bolu Ovası’nda üretilen ünlü Salonites peynirlerini anlatır. Belki biz de bir gün Bolu’da üretilen peynirlere coğrafi tanım alıp Salonites peynirini meşhur edebiliriz.

Stabon, sözü Galatialılara getirir. Tarih kitaplarımızda pek adı geçmeyen Galatialıların, Thrakya’da yaşayan Thrak kavimlerinden olduğundan bahseder. Balkanlardan gelip, Bithynialıların müsaadesi ile Doğu sınırlarını korumak üzere İstanbul Boğazı’nı geçip, İç Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Stabon’a göre, Ankyra Kalesini de Galatialılar kurmuştur. Strabon, Lykonia yani Konya bölgesini anlatırken bölgenin soğuk, ağaçsız, suyu az bulunan bir yer olduğunu belirtir. ‘Koyun yetiştirilir fakat yünü serttir’ der. Muhtemelen Strabon’un sözünü ettiği bu koyunlar, bizim meşhur Karaman’ın koyunlarıdır. Toros Dağlarının tepelerinde ve eteklerinde yaşayan Psidialılardan da bahseder, yerleşimlerinin adını verir. Sagalassos gibi kimisi bildik yerlerdir, çoğunun adını duymamışızdır. Bölgede doğa olağanüstüdür. O kadar verimlidir ki bir çok yerinde zeytin ağaçları ekilidir, nefis bağları, her çeşit davar için meralar, çeşitli ağaçlardan meydana gelmiş korular bulunur. Bu ağaçlardan cirit yapılır, ağacın sakızından buhur elde edilir.

Psidialıların Klikyalılarla birlikte korsanlık yaptıklarından bahseder. Midas’ın memleketi Phryiga’yı anlatırken, kim oldukları, nereden geldiklerine ait söylentileri uzun uzun aktarır, Homeros’un söyledikleriyle karşılaştırır.

Yukarıda kısaca değindiğimiz konulara ilaveten Starbon’un kitabında yurdumuza ait bilmediğimiz pek çok konu daha mevcuttur. Kitabın Troia ve Pergamon bölgelerine geçmeden şimdi kısa bir müzik arası verelim ve Berlin Bergama Müzesi’nin 100.yıl münasebeti ile düzenlenen sergide kullanılan “Pergamon” adlı eserden bir bölüm dinleyelim.

Açık Radyo, 95.0, Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programındayız. Amasyalı coğrafyacı Strabon’un kitabının tanıtımı ile programımıza devam ediyoruz. Strabon’un Coğrafya diye bilinen kitabı, aslında coğrafyadan öte bir eserdir. Bölgelerin fiziki coğrafya bilgilerinin yanı sıra, siyasi gelişmelere de yer vermektedir. Strabon, Troia ve Pergamon için de bu yöntemi kullanmıştır. Troia’dan bahsederken Homeros’tan alıntılar yaparak adeta Homeros’u kanıtlarcasına, İlyada’da sözü geçen yerleşimlerin ve kabilelerin gerçek olduğunu belirtmektedir.

Starbon’a göre, Troialılar tarafında çarpışan bütün kabileler Trakya kökenli kabilelerdir. Yerleşimler de, bahsi geçen dağlar, ırmaklar da gerçektir. Pergamon’un ise Attalos sülalesi tarafından kurulduğu, nesilden nesile Attaloslar tarafından yönetildiğinden bahseder. Aslında Strabon haklıdır. İskender’in ölümünden sonra Pers ülkesi, Makedonyalı komutanlar tarafından paylaşılmış; Makedonya, Trakya ve Küçük Asya’nın Ege bölgesi, komutan Lysimakos’a kalmıştır. Lysimakhos savaşlarda kazandığı ganimetleri dik ve kayalık Bergama tepesine taşımıştır. Ancak kendisi savaşlara katılırken hazinesini ve Pergamon kalesinin savunmasını Attalos soyundan Philetairos’a bırakmıştır.

Philetaerus'un mermer büstü. Yunan orijinalinin M.S. 1. yüzyıldan kalma Roma kopyası - Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi

Philetairos, İskender’in babası Phillipos’un komutanlarından Attalos’un oğludur. Ancak Attalos, İskender ile arası açılınca, kaçıp buralara sığınmış, Paphlagonialı Boa adında bir kadınla evlenmiş, Tieium yani Karadeniz Filyos’ta, Philetairos adında bir oğlu olmuştur. Dolayısıyl a Philetairos, Attalos soyundan gelse de Batılıların dediği gibi, Hellen değildir; yarı Makedon, yarı Anadoluludur.

Philetairos bütün çalkantılara rağmen kaleyi ve hazineyi 20 sene boyunca korumayı becermiştir. Çocuğu olmayan Philetairos, kardeşi ve kuzenleri Eumenesler, Attaloslar ile ahenk içinde 100 sene Pergamon Krallığı olarak bölgede hakimiyetlerini sürdürmüştür. Burada özetlemeye çalıştığımız Starbon’un ‘Pergamon’ hikayesini bir de Gülnar’ın sesinden dinleyelim.

Strabon

Strabon’un Coğrafyası - 13. kitap, 4.bölüm

Pergamon, Attaloslar tarafından yönetilen, ünlü bir kenttir. Büyük İskender'in komutanlarından Kral Lysimakhos’un hazinesini koruduğu yerdir. Pergamon halkı, dağın tepesine yerleşmişti. Koni şeklinde olan dağ, dik yamaçlıydı. Bu dağın ve hazinenin korunması, Tieionlu Philetairos’a verilmişti. Philetairos, çok iyi yetiştirilmiş olduğundan bu güvene layık oldu. Philetairos, bir süre Kral Lysimakhos'a sadık kaldı. Fakat ona iftira eden Lysimakhos'un karısı Arsinoe ile arasında anlaşmazlık oldu. Bu yüzden Philetairos, Pergamon'un ayaklanmasına neden oldu ve fırsattan yararlanarak kenti yönetti. Bu sırada Suriye Kralı ülkeyi işgal etti. Kral Lysimakhos’u tahtından indirdi. Bu karışıklıklar sırasında Philetairos, kaledeki egemenliğini sürdürdü. Böylece, 20 yıl hazinenin ve kalenin hakimi oldu.

Philetairos’un iki erkek kardeşi vardı. Büyüğünün adı Eumenes, küçüğünün adı Attalos’tu. Eumenes’in aynı isimde bir oğlu vardı. I.Eumenes olarak Pergamon Kralı oldu. Suriye kralı Büyük Antiokhos’u Sardeis’te yendi. Ondan sonra, Attalos’un oğlu I. Attalos tahta geçti. Büyük bir savaşta Galatları yendi. I. Attalos, Romalıların dostu oldu. Rodos donanması ile birlikte Makedonya’ya karşı savaştı. I. Attalos, 43 yıllık bir saltanattan sonra ileri yaşta öldü.

I. Attalos’un dört erkek çocuğu vardı. Bunlar; Eumenes, Attalos, Philetairos ve Athenaios’tu. Büyük olan II. Eumenes olarak tahta geçti. II. Eumenes, Romalılar tarafında savaştı. Bu sayede Romalılardan, Torosların beri tarafındaki ülkenin tümünü aldı. II. Eumenes, Pergamonu’u imar etti, kutsal binalar, kitaplıklar yaptırdı. Pergamon kentini şimdiki durumuna getirdi. 49 yıllık bir saltanattan sonra, II. Eumenes tahtını oğlu II. Attalos’a bıraktı.

II. Attalos, 20 yıllık bir saltanattan sonra yaşlanmış olarak öldü. II. Attalos, birçok işlerde başarı sağladı. II. Attalos, sonunda krallığını III. Attalos’a bıraktı. III. Attalos, beş yıl saltanat sürdü ve bir hastalıktan öldü. Ölürken ülkesini miras olarak Romalılara bıraktı. Romalılar, Pergamon ülkesini bir eyalet olarak ilan ettiler ve bu eyalete kıtanın adı olan ‘Asia’ ismini verdiler.

Pergamon antik kentinin kalıntıları

Pergamon, Roma’nın Anadolu’da genişleme döneminde hep Roma’dan yana tavır almıştır. Bu sayede yerleşimlerini geliştirmiş, Eumenes’in kurduğu kütüphane İskenderiye ile rekabet edebilecek seviyeye gelmişti. Hatta temininde güçlük çektikleri papirüs yerine ceylan derisinden, Pergamon’dan esinlenerek ‘parşömen’ adını verdiğimiz kağıtları geliştirmişlerdi. Parşömenlerin katlanması zor olduğundan tomar yerine ‘ciltli kitaplar’ bu vesile ile ortaya çıkmıştı.

Red Basilica / Kızıl Avlu

Bergama’nın Roma döneminde önemi artmış, Romalılar tarafından Mısır tanrıları anısına yabancıların Red Basilica, bizlerin Kızıl Avlu diye bildiğimiz tapınak yapılmıştır. Tapınak son senelerde Alman arkeologlar tarafından elden geçirilmiş ve Mısır tanrı heykelleri ayaklandırılmıştır. Bergama yöresindeki kazılardan çıkartılan bir çift mermer su sarnıcı, Ayasofya Müzesi’nin girişinde yer almaktadır.

Mermer Cenaze Vazosu, Bergama, M.Ö. 2. yüzyıl - Louvre Müzesi

İşlemeli çanak, Osmanlı Sultanı II. Mahmud’un hediyesi olarak Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir. Bergama tapınağı da Berlin’de sergilenmeye devam etmektedir. Alman arkeologlar da Bergama’da yavaştan kazılara devam edip, Bergama yamacındaki tarihi evlerin çatılarını üçer, beşer tamir etmektedir. Gönül ister ki senede bir milyondan fazla ziyaretçisi olan Berlin Bergama Müzesi’nin karşılığı olarak, bu eşsiz eserleri barındıran, artık UNESCO koruması altında olan bu antik Bergama yerleşimine, Alman makamlarından çok daha kapsamlı ve ciddi katkı alınabilsin. Ancak ne yazık ki Batılıların Hellenler üzerinden sahip çıktıkları bu eserlere ve yerleşimlere, bizler de sanki bize ait değilmişçesine davranıp, gereken önemi vermiyoruz. Bugün tanıttığımız Strabon’un eserinden de anlaşılacağı gibi, bu eserlerin hepsi aslında bu topraklarda yaşayanların eseridir, hepsi bizim eserimizdir.

Bu programda tanıtımını yaptığımız birinci el eserlerin çevirileri okuyucularımıza ulaştıkça, Batılı tarihçi ve yazarların söylemlerinin ne kadar eksik ve yanlış olduğu zamanla anlaşılması en büyük dileğimizdir. Haftaya Pontus Kralı Mithradates’in mektubu ve Roma’nın Bithynia Valisi Genç Plinius’un mektupları ile buluşmak üzere, şimdilik hoşça kalın.


Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programında adı geçen eserler:

  • Geographika / Antik Anadolu Coğrafyası - Kitap XII, XIII, XIV, Strabon, çev. Prof. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 9. Baskı, 2021
     
  • Greek Migrant Literature in Early Roman Empire, Casper de Jonge, Leiden Üniversitesi, Hollanda, 2022