Evrensel Bildirinin 70. Yıldönümünde Yeni Bir Hak Talebi: Barınabileceğimiz Bir Gezegen

-
Aa
+
a
a
a

Vakanüvisiniz hakir, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ilanının 70. yıldönümüne rastlayan bugünlerde Vakayinameyi kaleme alma vazifesini Nöbetçi Vakanüvis Bill McKibben’a devretmiş bulunuyor.

Fotoğraf: Getty Images

Bill McKibben

Orijinal İnsan Hakları Bildirisi'nin Yeryüzünden bahsetmemesi anlaşılabilir bir durum – Yeryüzü, insanın hikâyesine bir arkaplan oluşturmaktaydı o zamanlar. O arkaplanın önünde binlerce yıl boyunca büyük dramlar sahneye konmuştu: tiranlıklar yükselmiş ve yıkılmış, savaşlar kazanılmış ve kaybedilmiş, sıradan insanlar ezilmiş ve ayaklanmıştı. “Çevre” diye bir kavram o tarihte pek az şey ifade ediyordu – gezegenin fiziksel sistemlerinin ürün yetiştirmek için gerekli olduğu apaçıktı, Yeryüzü kaynaklarının depolanabilir veya paylaşılabilir olduğu apaçıktı. Ama yeryüzü dekordu, oyunun kendisi değildi. Biz yiyecek depolamakta, mikroplarla savaşmakta ustalaştıkça, dünya savaşları da dizginlenemez şiddet gösterileriyle bizi dehşete düşürdükçe fizik dünya sanki bizden daha da uzaklaşmaktaydı. Fizik dünya yerine insanların, iyisiyle kötüsüyle birbirine neler yapabileceği konusuna odaklanma ihtiyacı duyuyorduk daha çok.

 

Ama şimdi bu değişti – hem de kesin biçimde. Evrensel bildiride dile getirilen tüm kaygılar – hoşgörüsüzlük, yoksulluk, sağlıksızlık, eğitim yetersizliği, oy kullanma hakkı, çalışma hayatı sorunları – her zamanki aciliyetini korumakla birlikte, bunlara şimdi bir de, pek dile getirilmese bile, hepsinden ağır basan ürkünç bir kaygı eklendi. Yeryüzüne neler edebileceğimizi ve bunun karşılığında, yaralı ve hasarlı dünyanın da bize neler edebileceğini (yavaş yavaş, hatta belki de çok geç) anlamaya başladık.

 

Bu farkındalık, 1948’den hemen sonraki yıllarda kafamıza dank etmeye başlamıştı – 1960’ların başlarına gelindiğinde Rachel Carson (Sessiz Bahar kitabıyla) “ilerleme”nin yaldızlarını kazıyıp silme gibi canalıcı bir işe girişmişti. Sözkonusu farkındalık dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük hareketlerden birinin doğmasına yol açtı: Sakarca verilmiş bir ad taşıyan “çevrecilik”, bütün kıtalardan, inançlardan ve ırklardan insanları bir araya getirdi. Ama hâlâ iktidarlar üzerinde belli belirsiz bir gücü var: Şöyle ki, hiç kimse savaşı, açlığı ya da işsizliği “inkâr” etmezken, dünyanın yüce liderlerinin birçoğu gezegene zarar veremezmişiz numarası yapmaya devam ediyor.

 

Bu sahteciliğin kökü, gayet tabii, gezegene en çok zarar veren insanların ta kendilerinin servet ve kudretlerinde gizli. Mesela petrol endüstrisi: hani, uzun zamandır şu yerküre üzerindeki en zengin yegâne kuvvet olan, Kuzey kutbu erirken ve denizler yükselirken bile iklim değişikliğinin gerçek olmadığını bir kuşak boyu inatla öne süren petrol endüstrisi. Ya da tarım sektörü, ya da kimya endüstrisi, ya da başka sektörler – hepsi de kendilerinin sadece deklarasyonda güvence altına alınmış olan barınma, ısınma-aydınlanma ya da beslenme gibi insanî ihtiyaçları karşılamakta olduklarını ısrarla öne süren sektörler.

 

Şu halde yeni bir hakkı öne sürmek şart oldu artık: İnsanların, Yeryüzü sistemlerini yaralayacak-bereleyecek güçlere karşı korunması hakkını. Doğrusunu söylemek gerekirse, dayanıksız bir gezegende öteki hakların hiçbiri güvence altına alınamaz: Isınan bir gezegen gıda stoklarından siyasal özgürlüklere kadar herşeyi tehlikeye sokar. Bir bakıma, fizik dünyanın güvence altına alınması, gündemin birinci maddesi oluyor artık – bir eklenti filan değil.

 

Ne var ki karmaşık bir hak bu: gezegene zarar vermeme sorumluluğunu mütekabilen kendimize de yükleyen. Ya da, mutlaka yapmamız gerekenden gıdım fazlasını yapmamamızı zorunlu kılan. Üstelik, işi daha da karmaşık hale getiren bir olgu da var: sadece şu anda dünya yüzünde var olan insanları değil, gelecekte yaşayacak insanları da düşünmek zorundayız: Peloponez savaşı bugün artık insan hayatlarına mal olmuyor çünkü 2,500 yıl önce bitti o; hal böyleyken, bizim şu anda iklimde meydana getirdiğimiz tahribat, insanların hayatını bunun 10 katı kadar daha uzun bir süre yoksullaştıracak.

 

Bu hakkı daha da karmaşık hale getiren bir olgu da şu: mahv-ı perişan ettiğimiz, sadece insanlar değil: kâinatın geri kalanını da mahvetmekteyiz. Öyle anlaşılıyor ki, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kaleme alındığı tarihte şu dünyayı bizimle paylaşmakta olan hayvanların yüzde 60’ından fazlasını yoketmişiz – kimlerin korumayı hak ettiği konusunda bakış açımızı genişletmenin zamanı gelmiş olabilir pekâlâ.

 

Bu “hak” uzun soluklu bir hedef değil, bir zorunluluk. İnsanlar olarak birbirimizi bir 70 yıl daha hırpalarsak bu iğrenç birşey olacaktır elbette, ama 2088 yılının insanları hâlâ değişim yapabilme kapasitesine sahip olacaklar gene de. Ama eğer Yeryüzünü bir yetmiş yıl daha hırpalarsak, tarihimizin bundan sonraki faslını amansız fizik, kimya ve biyoloji kanunları yazacaktır.

 

NOT: Vakanüvisiniz hakir, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ilanının 70. yıldönümüne rastlayan bugünlerde Vakayinameyi kaleme alma vazifesini Nöbetçi Vakanüvis Bill McKibben’a devretmiş bulunuyor. Güle güle okuyunuz efendim.

 

 

Mütercim Vakanüvis ÖM

 

Yazının orijinali için.