Sir Joseph Banks’in hazinesi: Florilegium

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

1700’lerde Sir Joseph Banks ve bilim ekibi, James Cook’un kaptanlığında, Endeaovur gemisiyle yapılan ilk sefere katılmış; Londra’ya döndüklerinde -yanlarında getirdikleri “doğa hazineleriyle”- bilinmeyen birçok yeni türü bilim dünyasına kazandırmışlardı. Bugün o hazinen bir kısmını bir araya getiren, Florilegium kitabından konuşuyoruz.

Sir Joseph Banks'in doğa tarihi hazinesi
 

Sir Joseph Banks'in doğa tarihi hazinesi

podcast servisi: iTunes / RSS

Büyük Okyanus’a doğru yelken açılan seferde asıl hedef, yani Kaptan Cook’e kraliyet tarafından verilen görev, Venüs gezegeninin Güneş’in önünden geçişini gözlemlemek, güneş sisteminin büyüklüğünü hesaplamaktır ama ölçümlerdeki hata payının beklenenden fazla olması başarıya gölge düşürür. İngiltere-Fransa rekabeti sürerken okyanusların kontrolünü sağlamak ve yeni sömürgeler bulmak adına İngiliz donanma gücünü desteklemek gibi politik bir amaç da vardır elbette arkasında. Güneye doğru inip o zaman antik çağ haritalarında Terra Australis Incognita diye adı geçen o bilinmez toprakları keşfedip; hayvanları, balıkları, kabukları, mineralleri ve bitkileri, doğa tarihine dair ne varsa her şeyi toplamak ikincil amaçtır belki ama Banks ve ekibinin büyük bir tutkuyla yürüttüğü bilimsel çalışmalar sayesinde çok büyük bir ün kazanır ve sonra gelecek kaşifler için de ilham kaynağı olur.    

Maderia adalarına, Brezilya, Tierra del Fuego, Yeni Zelanda, Avustralya ve Cava’ya yaptıkları gezide 110 yeni cinse ait, 1300’ü bilim dünyası için yeni olan 30.000 bitki örneği toplamış, en küçük ayrıntısına varıncaya kadar belgelemişlerdi. Bu sayı, o zamana dek tanımlanmış bitkilerin dörtte birine karşılık geliyor. Büyük bir titizlikle tutulan günlükler, bitki örnekleri, el yazmaları, çizimler, notlar, canlı örneklerle ilgili renk kodları, taslaklar yüzyıllar sonra bile yeni türlerin tanımlanmasında bilim insanlarına yol gösterici olmuş. Yanlarında getirdikleri hazinede, sadece doğa örnekleri değil etnografik malzemeler ve çizimler, Avrupalıların henüz o güne dek varlığından haberdar olmadığı kültürlerin kanıtları olan eşyalar da vardır. 

Binlerce örneğin Carolus Linneaus’un sınıflandırma sistemine göre tasnif edilip kaydedilmiş olması onları başarıya götüren en önemli etkenlerden biri. Joseph Banks’in botanik merakının erken yaşlarda başlamıştı. Bu geziye katıldığında da sadece 25 yaşındadır. Onun yaşamındaki büyük şanslardan biriyse aydınlanma çağının en etkili botanikçilerinden, modern taksonominin öncüsü Linneaus’un olgunluk yaşlarına ve en verimli dönemlerini yaşadığı zamana denk gelmiş olması. Bilim ekibinde birlikte çalıştığı Daniel Solander, Linneaus’un en gözde çırağı olarak onun kütüphane ve herbaryumunda deneyim kazanmış biriydi. Endeaovur gemisiyle yola çıktıktan sonra da bitki toplama fırsatı buldukları her yerde Banks ile birlikte sahada çalışmaya devam eder. 

Döndükten birkaç yıl sonra Banks’in söylediği gibi “Yerli halkların doğa tarihiyle ilgili elimizde çok iyi kitaplar vardı. Çalışmamızı bölecek güçte fırtınalar çok nadir oldu, her gün sabah sekizden öğleden sonra ikiye kadar; akşam 4 ya da 5’ten hava kararıncaya dek.”

Banks ve Solander’ın sahada topladığı bitkileri bir sonra demirledikleri noktaya kadar çizip bitirme işi yine bilim ekibinde olan Sydney Parkinson’a aitti. Bank ve Solander, bitkinin nasıl çizilmesini istedikleri, hangi kısımlarının vurgulanması gerektiği konusunda Parkinson ile birebir çalışmışlar: “Kamarada karşımızda çizerimizle büyük bir masada çalıştık. Onu yönlendirdik ve topladığımız doğa tarihi örnekleri hala tazeyken hızlıca tanımlamaya çalıştık. 

Bitki ressamı, olağanüstü yeteneğiyle ve incelikli çizgileriyle 269 adet bitkinin suluboya çizimini birebir ölçekte, tümüyle canlı örneğe sadık kalarak yapmayı başarmış. Ama gelen örneklerin sayısı muazzam biçimde artıp işler boyunu aşınca, 674 kadar bitkiyi sadece dış hatlarıyla çizip desenlerin yanında yaprağın, çiçeğin ve meyvenin canlı halinin görünümüyle, botanik yapısıyla ilgili notlar ekleyerek, renk kodları vererek tamamlamaya çalışmış. Bu yetenekli ressam, yolculuğunu tamamlayamamış maalesef; 1771’de Batavia’dan (Cakarta) ayrıldıktan sonra dizanteriden hayatını kaybetmiş. Ama onun bilimsel çizim konusunda edindiği deneyimler, gözlemleri, ayrıntılı notları Florilegium’un başarıya ulaşmasında önemli bir pay sahibi… 

Parkinson’un ölümüyle birlikte örnekleri resmetme süreci yarım kalmış ama Banks İngiltere’ye döndükten sonra ilk iş olarak onun taslaklarını suluboyayla tamamlayacak; objektif bir gözle örnekleri en doğru ve gerçeğe en yakın çizebilecek ressam ve gravür ustası arayışına girmiş. 1773 yılında bilim insanlarının, sanat ve bilim aktivitelerinin yapıldığı New Burlington sokağında bulunan, -baştan aşağıya belgeler, kitaplar, böceklerden kuşlara ve bitkilere doğal ve etnografik örneklerle dolu- adeta bir doğa tarihi müzesi olan evinde hazırlıklara başlamış. Solander ve asistanları kataloglama işini, F. Frederick Miller ve John Cleveley gibi ressamlar da hem yarım kalmış çizimleri tamamlama hem de yenilerini çizme işini üstlenir. 

Üç yıl sonra tüm bu koleksiyonuyla Soho’daki evine taşındığında da Florilegium projesi sürer; Kraliçe Charlot için de çalışmış yetenekli ressam Frederick Polydore Nodder de ressam ekibine katılır ve beş yıl içinde Avustralya örneklerinin de olduğu 271 resmi tamamlar. Banks, bilimsel kesinliğin sanatsal mükemmellikle ifade edilebileceğine inandığı için resimlerdeki en küçük ayrıntının bile levhalara aktarılacağından emin olduğu dönemin en iyi gravür ustalarıyla çalışmış. Gravür baskı tekniğinin altın çağının yaşandığı o yıllarda Daniel Mackenzie, Gabriel Smith ve Gerard Sibelius gibi büyük ustaların imzalarını görüyoruz Florilegium koleksiyonunda da… 

1780’lerin sonuna doğru olağanüstü bir maliyetle 743 levha tamamlanır; David Solander’ın örnekler üzerine notları da basılmaya hazırdır ama Joseph Banks, basma fikrinden vazgeçer.  1782 yılında Solander’in inme geçirerek hayatını kaybetmesinin onu derinden etkilemesi, o güne de varını yoğunu bu işlere yatırdığı için uğradığı mali kayıplar, baskı ve ciltleme maliyetleri, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’yla birlikte ticaret olanaklarının, mülklerinden gelen gelirin azalması gibi nedenlerle olsa gerek Banks hayattayken bunları yayımlama fırsatı bulamaz. Yıllarca büyük bir özveriyle hazırlanan bakır levhalar da şu anda British Museum’da korunuyor.

Evet, mali sorunlar ve savaş nedeniyle Joseph Banks’in hayattayken koleksiyonunu yayımlama fırsatı bulamadığını söylemiştim. Yüzyılı aşkın bir süre sonra 1900-1905 yılları arasında ancak 375 adedi British Museum tarafından Illustrations of Australian Plants /Avustralya Bitkilerinin İllüstrasyonları başlığı altında siyah beyaz gravürler olarak çoğaltılmış. Çok daha sonra 1973’te basılan Captan Cook’s Florilegium kitabına diğerleri de eklenmiş, yine siyah beyaz gravürler olarak…. Tüm levhaları kapsayan ilk renkli baskı ise 1980 ile 1990 arasında, yine British Museum tarafından34 parçalık 100 set halinde yapılmış.  Bütün bitki örnekleri tek tek 17. yüzyılın a la poupee denen teknikle basıldığı muazzam bir eserdir bu. Daha sonra dünyanın birçok noktasında sergilenen bu Florilegium baskıları, 20. yüzyılın en büyük fine-art (yani orijinal örnekten sınırlı sayıda basılmış) bitki resimleri arasında sayılıyor. Resimleri şu link’ten inceleyebilirsiniz https://www.nhm.ac.uk/discover/endeavour/

Aralarından seçilen 147 levha da iki yıl önce Thames & Hudson yayınlarından çıkan Florilegium /Botanical Treasures from Cook’s First Voyage başlığı altında bir araya getirildi. Avustralya Kraliyet Botanik Bahçesinin eski yöneticisi David Mabberly levhalarla ilgili yorumları var. Sanat tarihçisi Mel Gooding, Florilegium kitabındaki yazısında yine, koleksiyonun bilime katkıları bir yana “doğanın sonsuz çeşitliliğini ve detaylardaki güzelliği en sarih biçimde aktaran çizimler olduğu için” sanat değerinin de çok önemli olduğunu vurguluyor.

Botanik keşiflere gelirsek… Yeni Zelanda’da aralarında egzotik ağaç eğreltilerin de olduğu birçok tür keşfetmişlerdi.  Banks, buraya geldiğinde incelediği 400 bitki arasından ancak 15 tanesini tanıyabilmişti, çünkü yerel florasının neredeyse yüzde 90’ı tamamen Yeni Zelanda’ya özgüdür. Floranın önemli bölümünü oluşturan eğrelti otları da ilk seferin keşifleri arasında. Gümüş eğreltiotu ya da ağaçsı gümüş eğreltisi denen Cyathea dealbata, Maorilerin kaponga ya da ponga dediği ve el üstünde tuttuğu bir bitki. Yapraklarının beyaz alt kısımları ay ışığında gümüş gibi parladığı için böyle bir ad almış. Hatta yerliler karanlıkta yollarını bulabilmek, işaret bırakmak için eğreltinin yapraklarını ters çevirip yere koyarlarmış. Boyu 10 metreye ulaşabilen bu ağaçsı eğreltinin sert ve dayanıklı gövdesi, fareleri engellemek için yiyecek depolarında ya da farklı eşyaların yapımında kullanılırmış. Yeni Zelanda’nın ulusal simgelerinden biri… 

Burada Maorilerin dokumacılıkta kullandığı Yeni Zelanda keteni (Phormium tenax gibi ekonomik değeri olan, endüstri için yetiştirilebilecek bitkilerle yakından ilgilenirler. (Banks’i Tahiti ve Polinezya’ya özgü eşyalarla birlikte gösteren bir portesinde üzerinde Maorilere özgü keten lifleriyle örülmüş bir şal vardır.) Bugün bahçelerde peyzaj amacıyla sıkça kullanılan bir bitki. Yeni Zelanda ve Norfolk Adası'na özgü, herdem yeşil önemli bir lif bitkisi. 

Cook ve mürettebatı, Avustralyanın doğu kıyılarına doğru dümeni çevirdiğinde vardıkları yeni topraklarda Banks ve Solander, 1000’in üzerinde bitki ve hayvan örneği toplamış; her baktıkları yönde yeni bir tür keşfettikleri baş döndürücü bir 70 gün geçmiş olmalı burada. Bulduklarının çoğu o günde dek o günlerin bilim sahnesinde olan en deneyimli ve donanımlı botanikçilerin bile hiç bilmediği türlerdi.  Okaliptüs (Eucalyptus), Grevilya (Grevillea), fırça çalısı (Callistemon), (Dillenia) ve mimosa (Mimosa) bu örnekler temel alınarak tanımlanmıştı. 

Parkinson’un eskizlerinden yola çıkarak Frederick Nodder’ın 1778 yılında suluboyasını yaptığı Eucalyptus crebra’nın resmini paylaşacağım. Parkinson’un notlarında renklerini şöyle not düşmüş: “Stamenleri beyaz, kapçık açık yeşil, sapları da aynı. Yapraklar açık mavimsi yeşil, ortasındaki damar da sarımsı.” Yerli dilinde muggago olarak bilinen bu okaliptüs türü Sydney’in güneyinde kalan Queensland’den toplanmış; koalaların en temel yiyeceği, çiçeklerinin nektarı da bal endüstrisi için son derece önemli. Buradaki Blue Mountain (Mavi Dağ) da adını bu mavimsi yeşil okaliptüs ormanlarına borçlu. Avustralya aborjinlerinin mızrak, bumerang ya da kano yapımında kullandığı bir ağaç… 

Queensland’den aldıkları Grevilya çalısı da ilginç keşiflerden biri… Darwin ipeksi meşe, eğreltiotu yapraklı ipeksi meşe, eğreltiotu yapraklı grevillea, altın ağaç ve papağan ağacı gibi isimlerle de anılıyor. Aborijinler nektarının şifa özelliklerinden yararlanmış; ilk yerleşimciler yastık dolgusu olarak bu bitkiyi kullanmışlar. Grevilya çalısı adını köleliğe karşı çalışmalarıyla bilinen İngiliz botanikçi Charles F. Greville’den alıyor; bu da ironik doğrusu… Fırça çalısı da öyle, antiseptik olarak kullanılıyormuş.

Endeaovur’ın rotasındaki yerlerden biri de bitki bolluğuyla Botany Bay. Bitki toplayıcıların hayal ettiklerinin ötesinde bir keşif yeri. Burada gece yarılarına kadar çalışıp topladıkları bitkileri sınıflandırmaya çalışmışlar. Botany Bay’dan sonra, kuzeye doğru yelken açarak Kuzeydoğu Queensland’de bulunan Büyük Set Resifi’ni dolaşırlar. Endevaour gemisi burada bir resife çarpar ve bu onları biraz geciktirir. Burada altı hafta geçirirler; Botany Bay’de buldukları daha sonra onun adını verecekleri Banksia’nın yeni türlerini de koleksiyonuna ekler. Banksia’ların şöyle ilginç bir özelliği var ki Avustralya’da her yaz olan -bu yıl da maalesef bir felakete dönüşen- çalı yangınlarına uyumlanmış olması… Bu yangınlarda bitkiler yok olsa da öte yandan tohumlarının açılmasını tetikleyip kolayca gelişmesini de sağlıyor. Linneaus’un oğlu bu bitkiyi tanımlarken, bu çarpıcı özelliği nedeniyle, Banks’e yakışan bir bitki olduğunu düşünmüş olmalı. İkonik bir bitki bu Avustralya kültüründe. Meyve ve tohumlarının tuhaf görünümü nedeniyle olsa gerek, Avustralya’nın klasik çocuk kitabı serisinde kötü bir karakter olan Banksia Men’e ilham vermiş. 170 türü olan bu bitkinin nektarını Aborijinler, enerji veren bir besin olarak tüketiyorlar.