Ölümsüzlüğün ve doğruluğun simgesi: Servi

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

İstanbul manzaralarında, Endülüs bahçelerinde göğe dimdik yükselen güzelim bir ağaçtan; servi ağacından konuşuyoruz.  

Servi
 

Servi

podcast servisi: iTunes / RSS

Dünyadaki yayılış durumuna, botanik özelliklerine bakalım önce ağacın. Servilerin bilimsel adı Cupressus. Carl Linneaus’un 1753 yılında Species Plantarum eserinde belirttiği gibi adını Yunan mitolojisinden, Apollon’un sevgilisi Kiparissos’tan alıyor. Arizona servisi, Moterey servisi, Butan servisi, Vietnam servisi gibi 22 türü var. Daha ılıman bir iklimi olan Kuzey yarımkürede, Orta Doğu, Himalayalar, Çin’in güneyi ve kuzey Vietnam, Kuzey Amerika’nın orta ve batısı gibi geniş bir alana yayılmış durumda.

Servilerin üzerinde en çok konuşulan, öyküler yazılan türü ise Akdeniz servisi, Latince adıyla Cupressus sempervirens… Uygun iklimde 20 metreye kadar boylanabilen Akdeniz servisi, dört köşeli dalları olan ve her dem yeşil bir ağaç. Dalların dik (piramidal) veya yayık (yatay) yapraklarına bağlı olarak iki varyeteye ayrılıyor. Reçine kokulu, küremsi kozalakları var…

Akdeniz servisinin bizde yetişen iki çeşidi var: Biri, halk arasında “kara servi” ya da “mezarlık servisi” diye bilinen “ehrami” servi (Cupressus sempervirens pyramidalis) … Piramidal biçimli bir ağaç; son derece sık olan dalları gövdeye koşut olarak göğe uzanıyor. Zarif bir görünümü var. “Servi boylu” benzetmesi de bu zarifliğinden olsa gerek… Akdeniz ikliminin egemen olduğu her yerde doğal olarak yetişip “orman” sayılabilecek topluluklar oluşturabiliyor. 20-30 metreye kadar boylanıp, 600-700 yıl yaşayabiliyor.

Akdeniz servisinin diğer çeşidi de “dallı servi” (Cupressus sempervirens horizantalis). Ehrami serviden farklı olarak dallı Akdeniz servisinin, dalları yere koşut biçimde gövdeye dik uzanıyor ve görece daha kalın. Manavgat dolaylarındaki Köprülü Kanyon’da 500 hektar genişliğinde saf orman ve kısmen de kızılçamla karışık topluluklar oluşturmuş. Belki de dünyadaki en geniş, dallı servi ormanı bu.

Serviler (Cupressus L.), ardıçlar (Juniperus L.) ve mazılarla (Thuja L.) birlikte Servigiller familyasının (Cupressus) alt familyalarında toplanan ağaç ve ağaççıklar…. Birbirine benzediği için kolaylıkla karıştırabildiğimiz ağaçlar bunlar. Bu ağaçları birbirinden nasıl ayıt edebileceğimizi Yücel Çağlar yazmış. Ağaçtan Ağaca Anadolu Yeşillemesi kitabından öğrendiğim kadarıyla size aktarayım: Servi, ardıç ve mazıların kozalak yapıları farklı. Mazı cinslerinde kozalak pulları eksene koşut olarak sıralanmış; kiremit gibi birbirini örtecek şekilde üst üste diziliyor. Servilerde ise kozalak pulları birbirini örtmüyor, kalkan biçimli ve odunsu bir yapıya sahip. Ardıçlardan farklı olarak pulları ancak olgunlaştığında açıyor.

Bu üç ailenin yaprakları da birbirinden farklı: Mazıgillerde yapraklar ve üzerinde bulunduğu sürgünler yassı, servigillerde birbirine sarılmış “küt biçimli”yken ardıçgilllerin bir kesiminde uçları sivri, ibreyaprak biçiminde…

Servinin bir özelliği de sert olduğu için böceklere geçit vermeyen bir ağaç olması. Üstelik hoş kokulu. O yüzden Anadolu’da çeyiz sandıklarında ve giysi dolaplarında servi ağacı da kullanılıyormuş. Güveleri uzaklaştırması bir yana içindeki giysilere değme parfümlerden daha kalıcı ve çekici bir koku veriyor. Kozalakları da eskiden misket olarak kullanılırmış Bodrum yöresinde. Kozalaklar mazı olarak bilindiği için “mazı oyunu” da denirmiş miskete bu yörede.

Mitolojiye, öykülere ve sanatlara konu olan servi, aslında göğe dimdik yükselen “ehrami servi”. Fars sanatında sıklıkla rastlanan ehrami servinin antik dönemde Akdeniz havzasına getirildiği ve buradan hemen her yere dağıldığı belirtiliyor. İtalya’ya karakterini ve ruhunu veren bu ağaç, Etrüsklerden beri bu topraklarda varlığını sürdürüyor. Güney İtalya’da MÖ 4. yüzyıla tarihlenen bir tablette şöyle yazar: “Hades’in evinin solunda kutsal bir kaynak bulacaksın / Ve onun yanında duran beyaz bir servi / Bu kaynağa fazla yaklaşma.” Koyu yeşil bir servinin bile yanında beyaz göründüğü yeraltı tanrısı Hades’in ne kadar karanlık olduğu anlatılmak istenmiş.

Ölümün ve matemin ağacı; o yüzden de daha çok tapınaklara ve mezarlıklara dikilmiş. Daima yeşil olan servi ağaçları, ataların ruhlarının cennette olduğuna ve torunlarının mutlu yaşam süreceğine dair bir güvence olarak görülüyor. Mezarlıklardaki servilerde ataların ruhu göğe, tanrının kutu ise aşağıya kemiklere iner.

Yunan mitolojisinde servi ağacı Kyparissos ile özdeşleştirilir: Tanrı Apollon, kadınlara duyduğu aşklar kadar bazı genç erkeklere duyduğu aşklarla da anılıyor, biliyorsunuz. Apollon’un sevgililerinden biri de yakışıklılığıyla dikkat çeken Kyparissos’tur. İlginç bir gençtir Kyparissos, evcilleştirilmiş bir geyikle arkadaşlık eder; onun en sevdiği varlıktır.  Ama bir gün mızrak atışı yaparken yanlışlıkla otların üzerinde uyuyan geyiğini vurur, geyik oracıkta ölür. Yaptığından pişmanlık duyan Kyparissos o kadar üzülür ki, hüzünden ölür. Tanrılar da onu “hüzün ağacı” olarak bilinen serviye dönüştürürler. Kökleri yeraltına inerken, gökyüzünde ışıl ışıl parlayan sevgilisi güneş tanrısı Apollon’a doğru yönelir… Ölen kişinin ruhunun yerden gökyüzüne ulaşacağı düşüncesinin kökeni antik çağa kadar uzanıyor.

Batı’da ölüm ve matemi; Doğu’da ise fallik biçimiyle dayanıklılık ve ölümsüzlüğü simgeler.

Uzaktan bakıldığında, çok büyük yeşil bir alev gibi görünen Akdeniz servisi, İran’da, ateşi kutsal sayan ve onun Ahura Mazda’nın yeryüzündeki temsili olduğunu söyleyen Zerdüşt inancının da kutsal ağaçlarından biri. İnanışa göre Zerdüşt, servi ağacını cennetten getirmiş ve ateş sunağının kapısına dikmiştir. Bundan dolayı servi ağacı kutsanmış ve İran inanç dünyasında önemli bir simgeye dönüşmüştür. Meyve vermediğinden ve daima yeşil kaldığından servi ağacının özgür olduğuna inanılır ve “azad serv”: özgür servi denmiş. Bin yaşını devirmiş ve görkemli gövdeleri olan kimi servi ağaçlarına İran topraklarında bugün de rastlanıyor. Pek çoğu kutsal kabul edildiği için korunup saygı görüyorlar.

Birçok kültürde servi ağacının izleri var. Araplar servi ağacının bulunduğu yerde mutlaka yılanların da olacağına inanırmış, servi ağacına şeceretu’l-hayye; “yılan ağacı, dirilik ağacı” adını da vermişler.

İbrani mitlerinin bazılarında, tüm canlı varlıkların sığabileceği büyüklükte üç güverteli olarak yapılan Nuh’un gemisini bir servi çeşidi olan gofer ağacından inşa ettiği söylenir. Deniz Gezgin’in Bitki Mitosları kitabından aktarıyorum: Tevrat’ta; Hz. Adem’in, ölümünden hemen önce Tanrı’dan merhamet yağını dilediği ve bunun için de oğlu Şit’i görevlendirdiği, Şit’in cennet bahçelerindeki iyilik ve kötülük ağacından üç tohum aldığı ve babasının ağzına koyduğu Adem gömüldükten sonra tohumların yeşererek zeytin, sedir ve servi ağacına dönüştüğü yazar.

Kutsal kitaplarda, cennetten gelme olduğu yazılmamış olsa da kimi minyatürlerdeki cennet tasvirlerinde Cennet ağacı olarak karşımıza çıkıyor servi.

Çin kültüründeki yerinden bahsedecek olursak… Çinli rahiplerin bastonları servi ağacından yapılır, ateş ibadeti için yakılacak ateş, servi dallarının sürtülmesiyle elde edilirmiş. 3. Yüzyılda yaşamış, Çinli simyacı Ko Hung, servi ağacının özüyle ayaklarını ovan bir kişinin su üzerinde yürüyebileceğini, hatta tüm vücudunu servi özüyle ovan kişinin görünmez olabileceğini iddia etmiş.

Türkler ise Afganistan’da özellikle de İran’da bulundukları sırada tanımış servi ağacını ve kültürlerine katarak Anadolu’ya getirmişler. Dik gövdesiyle, “doğruluğu” da simgeliyor. Osmanlı kültüründe minareye benzer biçimiyle servi, hayat ağacıdır ve dallarına konmuş kuşlar hayatın içindeki canları, yani insanı simgeler. Doğu Beyazıt’ta -henüz birkaç hafta önce görme fırsatı bulduğum- İshak Paşa Sarayı’nda, ikinci taç kapısındaki servi motifleri vardır.

Mevlana’nın Mesnevi’sini okurken de servilerin gölgesinde yürür gibiyiz: “Yürüyen servi gibi 3 oğlu vardı” diyerek delikanlıları servi boylu olarak tanımlar, Mevlana… Bir diğer beyitte de “O tertemiz su aktıkça ırmak kıyıları güller, servi ve yaseminlerle yeşersin/Gönül bahçesini yemyeşil, taptaze eyle, sümbül, gül ve serviler bulunsun/ Bu cömertlik cennet servisinin dalıdır” gibi dizeler vardır.

Osmanlı mezar taşlarında, özellikle kadın mezarlarında, ayaktaşında hayat ağacı motifiyle servileri de görebiliyoruz. Serviler rüzgâr ile hareketlendikçe dallarının zikir eden dervişin “Hû!”, yani “O Allah” deyişine benzeyen bir hışırtısı olduğuna inanılıyor. Kuran-ı Kerim’de, “yeryüzünde canlı cansız her ne varlık var ise Allah’ı kendi lisanınca tespih eder” diyen ayetten kaynaklanıyor olsa gerek.

Manevi anlamlarının ötesinde, Osmanlı’da mezarlıklara, kimi bahçelere ve mesire yerlerine dikilmesinin nedeninin odunundan yararlanmak olduğu da düşünülüyor. Evliya Çelebi, bu ağaçların dalyanlarda direk olarak veya varil ve sandık yapımında kullanıldığını, şifa yağları esnafının da bu ağaçlardan yağ çıkardıklarını, seyahatnamenin İstanbul ile ilgili bölümünde anlatmış. Haliç’te Sütlüce civarındaki bağları andığında fıstık çamı ve servilerle süslenen pek çok yeri anlatmış. Tersane Bahçesi tasviri şöyledir çelebinin: “Satranç nakşı dikilmiş 12000 servi ağacı kokusundan insanın dimağı kokulanıp binlerce çeşit çeşit meyve ağaçları, çınar, salkım söğüt, şimşir ve fıstık çamları ile bu bağ süslenip sanki cennet bahçelerinden bir bahçe olmuştur. Tanrı bilir bu bağda göklere doğru baş çekmiş öyle binlerce servi ağaçları var ki insan hayran olup şaşırır. Bu bağa asla güneş tesir etmez bir acem gölgeliğidir.” Osmanlı arşivinde, servi ağacındaki reçinenin mikrop kırıcı özelliğinden dolayı koleraya karşı dezenfektan tütsü olarak kullanıldığına; faydalı bulunan bir ağaç olsa gerek ki- servi ağacı kesmenin karşılığının sürgün cezası olduğunu söyleyen belgeler de var.

Edebiyatımızdaki izlerine bakarsak… Tekinsiz mekanların ağacıdır servi… Halide Edip Adıvar Mor Salkımlı Ev’de anlattığı hikayelerden biri çocukluk anılarındaki o mezarlık korkusuna işaret ediyor: Şöyle yazmış: “(Korku) galiba insanların hayvanlarla birlikte olan en güçlü yanıdır. Bunu ben ilk defa, o civarın mezarlığında, serviler altında oynarken duydum. Komşu çocuklarıyla el ele tutuşarak geniş bir çukuru atladık. Çevremizde ve başımızda servilerin rüzgardaki kadife gibi yumuşak uğultuları hiçbir ağaca benzemeyen ahenkli salıntıları vardı.”

Ve yine bir çocukluk anısı Ruşen Eşref Günaydın’dan geliyor: “Ve annemin annesi başucumda beklerdi. Öyle iken, gözlerimi kapar kapamaz önüme, karanlıkları beni korkutan serviler, darlıkları ruhumu bunaltan siyah çukurlar yığılırdı. Gözlerimi açardım. Aydınlığı ve büyükannemi görünce korktuğumdan utanırdım.” Nazım Hikmet de Yeni Mecmua’da yayımlanan “Bir inilti duydum serviliklerde” diye başlayan ilk şiirinde “Hala servilerde ağlıyorlar mı?” vurgusu ile dizelerinde hüznü işlemiş:

Bir inilti duydum serviliklerde
Dedim: burada da ağlayan var mı?
Yoksa tek başına bu kuytu yerde,
Eski bir sevgiliyi anan rüzgar mı?

Gözlere inerken siyah örtüler,
Umardım ki artık ölenler güler,
Yoksa hayatında sevmiş ölüler,
Hala servilerde ağlıyorlar mı?

 

Oratoryoda dinlediğimiz şiirinde de…

Kapımın önünde üç selvi vardı.
Üç selvi.
Selviler rüzgarda sallanırlardı.
Üç selvi.
Kökleri yerde, başları yıldızlarda
üç selvi.
Selviler sallanırlardı rüzgarda.
Üç selvi.
Bir gece düşman bastı evi.
Üç selvi.
Yatağımda öldürüldüm ben.
Üç selvi.
Kesildi selviler köklerinden.
Üç selvi.
Artık ne kökleri yerde, başları yıldızlarda
üç selvi.
Selviler sallanmıyorlar rüzgarda.
Üç selvi.
Mermer bir ocakta parçalanmış yatıyor
Üç selvi.
Kanlı bir baltayı aydınlatıyor
Üç selvi.

 

Yine Yahya Kemal de Rindlerin Ölümü şiirinde: “Ve serin serviler altında kalan kabrinde/Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.” dizelerinde de öyle…

Eski İstanbul resimleri, gravürleri servisiz düşünülemez… Ivan Ayvazovski’nin Tophane sırtlarından İstanbul manzarasında, resmin odağına bir servi ağacını yerleştirmiştir.  Çini sanatında, minyatürlerde, camilerin mihrap figürlerinde, şadırvanlarda ve Topkapı Sarayı’ndaki harem dairesinde yer alan çinilerde servi motifleri var… Fermanlarda padişahların tuğra formunda yer alan isminin harflerinin etrafına bezenen simgelerle yukarıya doğru bir üçgeni andıran şekli servinin uzayan gövdesini sembolize eder. Osmanlı’da kimi gayrimüslim mahallelerinde koleradan korunmak için servi ağacının köklerinin yakıldığı da arşiv belgelerinde yer alıyor.

Rönesans sanatçıları da sembolik imgeler kullanıyordu resimlerinde, yeri geldiğinde bahsediyoruz. Leonardo da Vinci’nin Müjde tablosunda arka fonda servi ağaçları görünüyordu. Daha sonra, Viktorya dönemi boyunca, karanlık dalları ve uzun gövdesiyle yine mezarlığı ve ölümü simgelemeye devam eder. 19. yüzyıl sanatçısı Van Gogh, 1890'da Fransa'nın güneyinde kaldığı sırada yaptığı resimlerde yine bu sembolizmi kullanmış olabilir. Road with Cypress and Star/ Yıldız ve Servili Yol resminde ya da Cpresses/Serviler tablosunda o Fransız kırsalında gördüğü servileri çizerken acaba aklından ne geçiyordu?

Şarkıcı / YorumcuParça AdıAlbüm AdıSüre
Fazıl Say Üç Selvi Nazım Oratoryosu