Birlikte Üretiyoruz'da Gökçe Türkmen ile Alper Can Kılıç, ApiKoop Arıcılık ve Apiterapi Ürünleri Üretim ve Pazarlama Kooperatifi'nden Şamil Tunçay Beştoy ve Mert Can İçten ile hangi değerler ve niyetlerle kooperatif yapısına karar verdiklerini, topluluk kültürünün ve dayanışma ekonomisinin önemini değerlendirip; ApiKoop’un yürütücüsü olduğu 'Senin de Bir Kovanın Olsun' projesinden ve yayına hazırlanan "Balarısı Demokrasisi” kitabı üzerine konuşuyorlar.

""
'Senin de Bir Kovanın Olsun'
 

'Senin de Bir Kovanın Olsun'

podcast servisi: iTunes / RSS

95.0 Açık Radyo'da akıntıya karşı hep birlikte yüzdüğümüz bir direniş hikayesinde yine beraberiz. Birlikte Üretiyoruz programına hoş geldiniz. Kooperatif sohbetlerinde bugün arıların döngülerine kendilerine adamış bir kooperatif olan Apikoop'tan arkadaşlarımız bizlerle birlikte olacaklar. Doğal arıcılık üzerine yaptıkları ve kooperatif deneyimlerine dair, olabildiğince onların üretim şekillerini anlamaya çalıştığımız bir sohbet olmasını planlıyoruz. Bu kısa zaman aralığında daha yakından tanımanız için, belki biraz terletici sorular hazırlamış olabiliriz ama bakalım program nasıl gidecek. 

Alper Can Kılıç: Önce konuklarımızı sizlere tanıtalım isteriz; ilk konuğumuz Şamil Tunçay Beştoy. Kendisini balcı değil arıcı olarak tanımlıyor ve bu tanım şimdilik yeterli sanırım. Kendisini düşünceleri ve eylemleriyle de zaten tanıyacağız.

Gökçe Türkmen: Apikoop'tan diğer konuğumuz Mert Can İçten. Uzmanlık alanı başka sularda geziyor olsa da farklı kapılar aralayıp acaba ne gibi keşifler yapabilirim duygusunu seven, doğa tutkunu, akıl almaz bir meraklı, iflah olmaz bir maceraperest. Şu an; bir insan, beş kedi babası, Apikoop üyesi ve Kaz Dağları'nda arıcılık yapıyor.

Mert Can İçten: Biz Şamil Abi ile yaklaşık 10 sene önce, şu anda yürüttüğümüz projelere benzer bir proje çalışması sırasında Artvin'de tanışmıştık. Ben o sırada doğada bulunan yenilebilir ve şifalı bitkiler, özellikle şifalı bitkilerle ilgileniyordum, Şamil Abi de arılarla. Sizin de bildiğiniz gibi, şifalı bitkilerin çoğu arılarının da çok sevdiği bitkilerdir - bu ikisini bir araya getiren bir projeydi ama arılar bildiğiniz gibi, doğadaki birçok şeyi birbirine bağlıyor. Bu yüzden bu konu sadece arıcılıkta kalmadı. O yüzden bazen benim için kısa kesmek de zor oluyor böyle konularda.

G.T.: Güzel bir birliktelik olmuş; arılarla uğraşan birinin çiçeklerle uğraşan birine konması gibi çok güzel bir araya geliş olmuş.

M.C.İ.: Evet. Şamil Abi arılarla ilgili anlattıkça ben de tabii merak ettim, araştırmaya başladım ama derya deniz bir konu, öğren öğren bitmiyor. Sonra ‘haydi birkaç kovanla başlayalım, bakalım nasıl bir şey arıcılık’ dedik ve şu anda geldiğim noktada ise iki ay önceden bütün takvimimi arılara göre ayarlamaya çalışıyorum. Mesela, şu anda kestane çiçekleri açmak üzere ve bu balları toplayacak tarlacı arıcılar, bundan altı hafta önce küçücük bir yumurta olarak hayatlarına başlıyorlar ve onların bu bütün döngüsü sizin maceranızı da inanılmaz etkiliyor. O yüzden arıların dünyasına bir kere girince içinden çıkmak da pek kolay olmadı, çok büyülüydü, gökkuşağını ilk kez gördüğünüz zamanki gibi hayranlık uyandırıcıydı gerçekten. O gün bugündür de benzer hayaller, niyetlerle gıda topluluklarında, çalıştaylarda, başka projelerde, son olarak da ApiKoop bizi bir araya getirdi. O şekilde devam ediyoruz.

G.T.: Emeklerinize sağlık, canınıza sağlık. Arıların döngünün içerisinde çok özel bir yeri olduğunu hepimiz biliyoruz. O yüzden sizin gözlem alanlarınızı da, genel bu topluluk olma haliyle ilgili de önemsiyoruz açıkçası. Topluluk gibi davranabilmek için arılardan öğreneceğimiz çok şey vardır sizin aracılığınızla diye düşünüyoruz ama oraya gelmeden önce sizinle daha evvel yaptığımız bir ön sohbette, ApiKoop'un topluluk kültürü olması hedefinden bahsetmiştiniz. Bu ifadenizden yola çıkarak, sormak isteriz, nasıl bir ekip yapınız var, işleyişiniz nasıl? Bu topluluk kültürü anlayışınızdan birazcık bahsedebilir misiniz?

Şamil Tunçay Beştoy: Elbette, zaten en büyük hayalimiz, bizi bir araya getiren temel şey bir topluluk olmak. Evet, doğal aracılık yapmak istiyoruz; evet, Anadolu'nun kadim arıcılık kültürü içinde sürdürülebilir bir arıcılık modeli, yöntemi geliştirmek istiyoruz; evet, doğal süreçlerle birlikte yaşantımızı devam ettirmek istiyoruz; bunların hepsi geçerli ama asıl istediğimiz bir topluluk olmak. ApiKoop’u diğer girişimlerimizden, çabalarımızdan ayıran en önemli özellik bu bizim açımızdan. Bunun için de tabii yine arıları örnek alıyoruz kendimize, şaşırtıcı değil. Bir arı kolonisi bir süper organizma gibi davranıyor. Yani düşünün ki bir kutu içinde ya da bir ağaç kovuğu içinde 50 bin, 60 bin, 100 bin bazı durumlarda birey, her biri tek tek birey olma durumlarını sürdürürken bir yandan da hep beraber bir büyük ve süper bir organizma olarak bir arada yaşıyorlar, birlikte üretiyorlar, üretimlerini koordine ediyorlar ve ortaklaşa büyük bir topluluk oluşturuyorlar. Biz de istedik ki gündelik yaşantımızda çok farklı birikimleri, ilgileri, yetenekleri, tutkuları, hayalleri olan bir grup insanız ama bizi bir araya getiren arıcılık yapma gibi çok temel bir uğraşımız var. Yaşlı bir Muğlalı arıcının dediği gibi, ‘Tutkunuz arıcılığa’ - böyle de bir ortaklığımız var. O halde dedik ki biz bu farklılıklarımızı, değerlerimizi bir büyük topluluk içinde birbirini tamamlayan, güçlendiren, sinerji yaratan bir ilişkiye dönüştürelim. ApiKoop'un temel başlığı bu. Yani biz evet, bir kooperatifiz ama asıl hayalimiz karşılıklı etkileşim, destek, dayanışma topluluğu biçiminde yaşantısını sürdüren bir topluluk olmak. Tabii bu zor bir süreç. Yani hepimiz farklı yollardan geliyoruz - aynı köyde doğmadık, aynı köyde büyümedik, aynı köyde yaşamaya devam etmiyoruz, sonraki süreçlerde farklı biçimlerde tanıştık. Bu farklı yolculukları, farklı kişileri, farklı hayalleri ortak bir bütün içinde birleştirmek, ekip olmak, koloni olmak elbette ki zorlayıcı bir süreç. Şu anda bu zorluğu hem yaşayarak, hem çözerek, hem sorunun yeni durumlarıyla karşılaşarak devam ediyoruz ama zaten yaşam da böyle bir şey. Bunu sürdürme konusundaki en azından niyetimiz, irademiz, amacımız sabit kalıyor. Bu yolda her seferinde yeniden çıkan bir durumu yeniden değerlendirerek topluluk olma durumumuzu tekrar tekrar gözden geçirerek ve yeniden yapılandırarak devam ediyoruz ve zaten de böyle olmasını bekliyorduk. Hele ki içinde yaşadığımız dünyada, hele ki içinde yaşadığımız ülkede, hele ki içinde yaşadığımız dönemde hem siyasi, hem toplumsal, hem iklimsel, hem de ekonomik bütün verileri topladığımızda zorlu bir süreç içindeyiz ama bizi en basit ifadeyle tanımlamak istersek eğer, biz bir dayanışma topluluğu olmak istiyoruz ve bu yolda ilerliyoruz.



G.T.: Peki, dayanışma topluluğunu birazcık açabilir miyiz? Sanırım üretenler ve tüketenlerin bir arada olduğu bir topluluk hayali ya da bir topluluk zinciri burada anlatılmak istenen çünkü aslında kooperatifçiliğin ilkeleri arasında da olan bir şey bu kavram. Dayanışma ekonomisinden, dayanışma topluluğundan kasıt nedir biraz açabilir miyiz?

Ş.T.B.: Tabii ki. Sonuçta şöyle bir şey; istiyoruz ki bu süreç üretenden tüketene, bilimin sonundan aradaki bu ürünlerin tedarikini sağlayanlara, bunun bilgisini, bilimini üretenlere kadar bütün bu sürecin yani arının bir çiçekten aldığı bir damla nektardan başlayıp, günün sonunda, ertesi gün soframızda kaşıkladığımız bir kaşık bala kadar geçen o büyük süreç; hem yatayda, hem de dikeyde karmaşık, uzun, çok yönlü, içinde arının, arıcının olduğu bu büyük süreç; içindeki farklı bilgi, farklı kültür, farklı yaşam biçimleri birbirini tamamlayan, destekleyen, bütünleştiren ve dayanışarak güçlendiren bir süreç içinde olsun. Yani biz istiyoruz ki biz sadece arıcılık yapan arıcılar bir arada olmayalım; bu ürünü tüketen tüketiciler de bizim topluluğumuzun etkin bir parçası olsun. Onlar bizim müşterimiz olmasın, ortağımız olsun, dostumuz olsun, yoldaşımız olsun, topluluğumuzun bir parçası olsun. Bu balı işleyen işleyici de, bu balı nakleden nakleyici de, bu aktörlerin tümü bizim dayanışma sürecimizin bir parçası olsun. Bugünden yarına ancak böyle ilerleyebileceğimizi düşünüyoruz. Arıcılık gibi kompleks, karmaşık bir süreç yani hem doğal florada, hem de kültürel florada canlanan, devam eden, çok farklı sayıda katmanın işin içine girdiği bir süreç, günün sonunda bu ürünün tüketilmesiyle somutlaşan bu süreç bir bütün ilişkiler ağı içerisinde ama sürecin tüm parçalarının, tüm bireylerinin birbirlerini desteklediği, dayanıştığı bir süreç olarak ilerlesin.

A.C.K.: Çok güzel tarif ettiniz, çok teşekkürler. Görünmeyen maliyetler bağlamında günümüzde insanlar, tüketimlerinin arka planlarını da düşünmüyorlar. Onunla birlikte hem buna teşvik eden bir yapısınız, hem de dayanışma ekonomisiyle pek çok oluşuma da örnek oluyorsunuz, teşekkür ederiz. Birazcık köşesinden geçtiğimiz bir konu olarak nasıl bir arıcılık yapmak gerekir, siz nasıl bir arıcılık yapıyorsunuz? Bu konudaki bakış açınız nasıl? Yani ‘balcı değiliz, arıcıyız’ sözünün arka planını nasıl açabiliriz ve bugün yürütülen hakim arıcılık uygulamalarına farklı bir bakış açısı var mı? Birazcık bilgilendirebilir misiniz bizi bu konuda?

M.C.İ.: Bugün geldiğimiz durumda yani büyük şehirlerde yoğunlaşan kalabalık nüfusu doyurabilmek için ApiKoop olarak, ‘yapılan endüstriyel üretimin yerini, eski, doğal, geleneksel üretim gibi henüz daha tanımlamaya çalıştığımız, tarif etmeye çalıştığımız üretim biçimleriyle bir anda değiştirmek yani hem doğaya zarar vermesin, hem de insanın ihtiyaçlarını karşılasın gibi bir üretim modeli için şöyle yapmak gerekiyor. Tüm bunları çözebileceğimiz bir sihirli formülümüz var’ demek - böyle bir arıcılık yapmak açısından en azından - kolay değil. Neden kolay değil? Çünkü mesela, iklim şartları en azından sizin bütün müdahalelerinizi bilinmez kılıyor. İklim şartları bütün dünya tarihinde böyle olmuş; göçlere, değişik krizlere ve bunun sonucunda dünyanın değişimine yol açmış. Şu anda da bence böyle bir zamandan geçiyor gibiyiz. Bu belirsizlik içinde bizim bütün üretim modellerimiz şu andaki yapılacak müdahalenin ve çıkan ürünün yani kısaca verimin, böyle tahmin edilebilirliğine dayanırken, bu kadar değişken içinde bu iklim şartlarına göre bir esnek arıcılık modeli geliştirmek… 

Mesela bunun için şöyle bir çözüm bulabiliriz; sadece bal arıcılığı değil, söylediğimiz gibi apiterepi yani arının diğer şifalı ürünleri; polen, arı ekmeği ya da perga denilen propolis, arı zehri, arı sütü, arı havası gibi şeylerle, ürün çeşitliliğiyle zenginleştirerek ya da ormanları sadece bir kereste üretim merkezi gibi değil de arılarla dost bitki besini ile çeşitlendirerek hem doğanın, hem de bizim için belirsizliğin getirdiği bu riskleri biraz olsun azaltabilecek formüller bulmak mevcut ama işte bunu bir anda yapabilmek için bir adil geçiş süreci tanımlamaya çalışıyoruz aslında. Bu yüzden de şu tarz bir arıcılık yapacağız ve sorunu böyle çözeceğiz demekten ziyade, kooperatif olarak arıdan arıcıya yani en son tüketiciye, artık balı yiyen kişiye gelene kadar geçen sürece dahil olan herkesin etkin ve doğru bir iletişim, anlayış, müdahale, katılımını kapsayan bir kültür oluşturmaya çalışıyoruz. Yoksa bir formül bulalım, arıcılığı şöyle daha verimli hale getirelim demek de artık çözülebilecek bir şeyin ötesinde bazı sorunlar da getirebiliyor ve bunu tek başımıza yapmayı da deneyebiliriz ama belki de zorlandığımız şeylerden birisi budur diye ben kendi açımdan düşünüyorum. O yüzden, birlikte bunu daha kolay yapabiliriz gibi geliyor. Kooperatifin sloganı da bunun üzerine zaten; ‘Hepimiz aynı kovandayız’. Çünkü bu gıdayı üretirken, doğaya arıya müdahalemizden onun üzerinden kazanılan değerin belirlenmesine, onun dağılımına kadar hepsi birbirini kapsayan bir sürü süreçten oluşuyor. 

Mesela hepimizi, Türkiye'yi etkileyen bir seçim sürecinden geçtik. Tam da o süreçte biz de Arı Demokrasisi kitabını çevirmiştik, baskıya hazırlıyorduk. Kitapta anlatılanlar bizim yaşadığımız süreçlerle o kadar denk düşüyordu ki… Çünkü arılar size ‘hepimiz aynı kovandayız’ı gerçekten çok iyi şekilde öğretiyorlar, anlatıyorlar. Bu seçim sürecinde hayat sadece o gün yaptığımız A ya da B tercihinden ibaret değil; ya da benim dediğim tercih doğruydu, seninki yanlıştı meselesinden ziyade, seçimlerimizin doğruluğu, uygunluğu, o anki durumu, birbirimizi doğru anlayıp buna uygun kararları ortak biçimde almamıza ve etkin bir davranış modeli geliştirmemize bağlı bence. Kültür derken kastettiğimiz şey de işte bunu yapabilmek. ApiKoop olarak arıcılık adına bir şeyler yapıyoruz ama bu sadece arıcılık üzerinden bizi kapsayan bir şey olmuyor; arılar olunca hepsi birbirine bağlanıyor. Dediğimiz gibi, hepimiz aynı kovandayız. Arı Demokrasisi kitabı da tam bunu anlatıyordu; 50 bin, 100 bin üyeden oluşan bir kovan nasıl birbiriyle iletişim kuruyor, nasıl uzlaşıyor, nasıl karar alıyor hep birlikte. Bu kitap, onunla ve daha birçok şeyle ilgili, çok güzel ipuçları veriyor.

G.T.: Hem yaptığınız çalışmalar ve ürünlerinizle ilgili, hem de Arı Demokrasisi kitap çalışmanızla ilgili birazdan daha derinleştiğimiz sorular sormak istiyoruz ama öncesinde ‘Hepimiz aynı kovandayız’ sloganıyla bizlerle birlikte olan ApiKoop'un, dinleyicilerimiz için seçtiği bir şarkı var - o şarkıyı dinleyelim ve sonra sohbetimize devam edelim. Derya Yıldırım ve Grup Şimşek’in, Dost 2 albümünden “Bal” şarkısı sizlerle.



A.C.K.: 95.0 Açık Radyo'da Birlikte Üretiyoruz programındayız. Mert Can İçten ve Şamil Tunçay Beştoy bizimle ApiKooptan. Sorularımıza devam ediyoruz; Topluluk Destekli Tarım, Topluluk Destekli Arıcılık, Topluluk Destekli Tiyatro… Aslında pek çok örneği var. Burada benim de çok severek desteklediğim ‘Senin de Bir Kovanın Olsun’ projesinden birazcık daha detaylı bahsetmenizi isteyeceğiz ve hazırlıklarını yaptığınız, basmaya hazırlandığınız ve yine destekçilerini bekleyen Balarısı Demokrasisi kitabıyla ilgili birazcık bilgi rica edeceğiz sizden.

Ş.T.B.: Elbette. ’Senin de Bir Kovanın Olsun’, biraz evvel de bahsettiğimiz dayanışma ekonomisinin somut bir uygulama modeli aslında. Bu bizim keşfettiğimiz bir süreç, bir yöntem değil; uzun yıllar önce Avrupa'da başlayan ilk örnekleri topluluk destekli tarım ve katılımcı onay sistemi diye tarif ettiğimiz tüketicilerle üreticileri bir araya getiren ve birbirlerini destekleyen, hem ürünün kalite güvencesini, hem de ürünün satış güvencesini karşılıklı destekleme, onaylama, temin etme, güvence verme üzerine kurulu bir sistem. Biz bunu ülkemizdeki arıcılık sektörü içinde yaşanan sorunlara, bizim de içinde bulunduğumuz süreçlerde bir çözüm önerisi, bir katkı ve bir model olarak uygulamaya başladık. Burada adı üstünde, sembolik olarak senin de bir kovanın olsun dediğimiz çağrı da sezon öncesi, her bal hasadı öncesi, tüketiciler o balı ön alım ile alıyorlar ve böylece bir alım garantisi, alım güvencesi vermiş oluyorlar. Bu ön alımla sağladıkları maddi katkı, arıcının, üreticinin bu ürünü üretmesiyle ilgili süreçlerdeki harcamalarını, maliyetlerini karşılamasını sağlıyor. Tamamını karşılamasa bile, arıcıyı destekliyor ve böylece sezon geldiğinde - örneğin kestane için Temmuz’da, çam için Eylül’de, örneğin keçi boynuzu için Aralık’ta; her balın kendi zamanında o dönem için ön ödemesi yapılan ürünler katkı verenlere teslim ediliyorlar - burada ciddi bir güven ilişkisi olması gerekiyor. Siz her ne kadar yasal olarak ön ödemeli topluluk olarak uzaktan bir satış sözleşmesi yapsanız bile son noktada kişisel ve kurumsal bir güvene dayanıyor. Tüketici önceden ödediği bir balın üretilmesini, sağılmasını, paketlenmesini, kavanozlanmasını ve kendine gönderilmesini üç ay, dört ay, beş ay bekliyor sonuç olarak. Ama üretici için ise bu bir sorumluluk, bir görev, bir mesuliyet halini alıyor ama aynı zamanda ona da bir kolaylık, destek sağlamış oluyor.

A.C.K.: Yani karşılıklı bir sorumluluk alınıyor aslında.

Ş.T.B.: Karşılıklı bir sorumluluk, karşılıklı bir görev alınmış oluyor. Her iki taraf için de kazan-kazan ilişkisini kurmak istiyoruz. Tabii ki bu aşamada öncelikle üretici için büyük bir katkı çünkü ürettiği ürününü satma gibi bir kaygısı yok, peşin satmış oluyor zaten. Bizim ondan istediğimiz, sistemin ondan istediği ise artık ürününü doğal, kaliteli, sağlıklı, temiz üretme sorumluluğunu göstermiş olması. Tüketicinin rolü ise sağlıklı, temiz, kaliteli bir ürünü alma ama bir ürünü almaktan çok bir dayanışma ekonomisinin, bir topluluğun parçası olma ve bu sürece katkıda bulunmaya girmiş oluyor. Bu her iki tarafı da mutlu ediyor. Bugüne kadar birçok tüketici, birçok üreticiden bu ürünlerini aldılar. Tabii biz olayı çok karmaşıklaştıracağı için tüm ballar için bunu yapamıyoruz - sadece çam balı, kestane ve yayla balları için yapıyoruz. Yoksa ülkemiz bir bal ülkesi, 30’a yakın, monofloral salgı, polifloral çiçek balımız var. Tabii bunların tümü için bunu yapmıyoruz, içinden seçme birkaç bal çeşidi için bunu yapıyoruz. Bu, bizim çok değer verdiğimiz, önem verdiğimiz bir süreç ancak bunlar bugünkü programı aşacak şekilde uzun konular.

A.C.K.:Balırısı Demokrasisi kitabına girip programı kapatmamız gerekecek, ondan da biraz bahsedebilir misiniz?

M.C.İ.:Balarısı Demokrasisi, bütün yaşadığımız şartlarla, durumla ilgili gerçekten bana çok büyük ipuçları verdi. Dediğim gibi, bunlar sadece slogandan ibaret değildi; ‘Hepimiz aynı kovandayız’, ‘Senin de bir kovanın olsun’, dayanışmada olmayı, gerçekten iletişim kurabilmeyi, birbirini anlayabilmeyi, etkin ve katılımcı bir topluluk nasıl oluşturulur mantığıyla ilgili bana çok şey öğretti. O yüzden bunlar çok küçük bir kısmı ama dediğim gibi, aslında olayın tümüne işaret ediyor. Bu aynı zamanda, üretim biçimlerimizin doğal olmasından, doğaya zarar vermemesinden, aynı zamanda insan sağlığına zararlı olmamasıyla kısıtlı bir şey değil; bütün hepsini, bütün süreci kapsıyor. O yüzden bu kitabın ve arıların dünyasının bana öğrettiği çok şey var. Eğer biraz merak ediyorsanız, kesinlikle bu dünyaya girmenizi tavsiye ederim çünkü gerçekten büyüleyici, gerçekten inanılmaz, hayran kalacaksınız.

Ş.T.B.: Bir cümleyle şöyle bir örnek vermek isterim; arı dansını hepimiz az çok duymuşuzdur. Arılar dans ederek iletişim kurarlar ve örneğin sabah çıkan izci arılar hangi çiçeklere gidileceğini dansla anlatırlar. Şöyle söyleyelim, her sabah 50 ila 100, bazen 150 civarında kâşif izci arı o günkü hasatları için keşfe çıkıyor ve dönüp hepsi kendi keşifleri hakkında kovana danslarıyla bilgi veriyorlar ve koloni o gün dans edenlerden bir tanesinin üzerinde tercihini kullanıyor yani içerideki 50 bin arı, o koca sayı, daracık bir alanda dışarıdan gelen 50 ya da 100 arıdan birinin tercihini onaylıyorlar. Muazzam bir karar alma süreci işliyor. Bilim insanları bu karar alma sürecinin mekanizmalarını incelemiş ve aktarıyorlar - burada kavga yok, dövüş yok, sadece uyum ve uzlaşma ile alınmış bir karar mekanizması var, bu oldukça üretici.

M.C.İ.: Aynı zamanda bir yandan da o gün 100 mü, 200 mü veya bin mi yumurta yumurtlayacaklarına da karar veriyorlar ve içerideki bütün kaynağı bir tanesi diğerine aktararak, sonra diğeri diğerine aktararak hepsi ortak bir karar veriyor gerçekten. Bunların hepsini bir arada yapmaları, böyle anlamaya çalışmaları çok etkileyici.

G.T.: Sizlerin bu deneyimlerinizden yola çıkarak içimizde arılarla ilgili özel bir program yapma hevesi doğdu çünkü gerçekten gözlemleyerek öğrenebileceğimiz çok fazla şey var anladığımız kadarıyla. Ancak süremiz dolduğu için bu ballı sohbeti tamamlamak durumundayız. Katılımınız için çok teşekkür ediyoruz. 

ApiKoop'tan Şamil Tunçay Beştoy ve Mert Can İçten bizlerleydi bugün. Arıcılık deneyimlerinden ve arıları gözlemleyerek bizlere alternatif olarak sundukları dayanışma kültüründen, topluluk kültüründen bahsettiler. ‘Senin de Bir Kovanın Olsun’ projesine, Balarısı Demokrasisi kitabı hakkındaki bilgilere ulaşmak için apikoop.org.tr adresine girip bilgi alabilirsiniz. Tekrar katıldığınız için teşekkür ediyoruz. Kendinize dikkatli bakınız sevgili dinleyiciler, sözü Alper'e bırakıyorum.

A.C.K.: Evet, çok teşekkür ederiz katılımınız için. Birlikte Üretiyoruz programının yayınlanan bölümlerine Açık Radyo’nun web sitesinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca Açık Radyo dinleyici desteği sunmak isterseniz https://destek.acikradyo.com.tr/ adresinden de her zaman katkı sunabilirsiniz. Umut ve dayanışmayla kalın.