Yurttaş Egemenliği İçin, AKP'ye Karşı..

-
Aa
+
a
a
a

13 Eylül 2010

Bianet

Her 100 seçmenden 58'inin kabulü yönünde oy kullanmış olmadığı bir Anayasa değişikliği, Tayyip Erdoğan ve partisi için zafer anlamına gelebilir mi? (*) Yaygın medyaya sorarsanız öyle. Sandık başına giden seçmenlerin yüzde 58'i "evet" dediğine göre  referandumun sonucu kocaman bir "evet".

Ama, mutlak sayıların bize söylediği hakikat başka: Seçmenlerin yüzde 41,8'ini oluşturan 21 milyon 788 bin 533 kişi "evet", yüzde 30,45'ini oluşturan 15 milyon 854 bin 780'i "hayır" dedi ve yüzde 26'sını oluşturan 13 milyon 682 bin 568'i sandığa gitmedi. Yüzde 1,39'unu oluşturan 725 bin 947'si de geçersiz oy kullandı.

Neresinden bakarsanız bakın,  52 milyon 51 bin 828 seçmenin 30 milyon 263 bin 295'inin "evet" demediği bir oylama sonucundan bir "zafer" değil, bir kriz çıkar! 12 Eylül referandumunun tek bir net siyasal ve toplumsal sonucu var: Değişiklikleriyle de birlikte T.C. Anayasası toplumsal meşruiyetini tamamen yitirmiştir.

12 Eylül Anayasası çöktü, yenisi yok!

 

Referandum sonuçlarını doğru yorumlamak için gerçeğin üzerinden yaygın medyanın boyasının kazınması şart. Muhalif ya da yandaş olmaları fark etmiyor, temsile dayalı güç matematiğinin büyüsüne kapılmış yaygın medyanın gözünden bakılırsa, Türkiye referandum sonucunda "mavi"ye boyandı, "kırmızlar" denize döküldü...

Örneğin Hakkâri bu tabloda masmavi. Her 100 seçmeninden yalnızca 9'unun sandık başına gittiği Hakkâri, medyaya sorarsanız Türkiye'nin Erdoğan'a en yüksek destek veren ili: Yüzde 91'i sandığa gitmeyen Kürtler'in yüzde 94'ü "evet" demiş sayılıyor. Ya da halkın yüzde 33'ünün sandık başına gitmediği, "hayır" oyu verenle oy kullanmayan sayısının eşit olduğu "Kemal Kılıçdaroğlu'nun memleketi" Tunceli "kıpkırmızı". Dersim'de Kürtler yüzde 81'le "hayır" demiş sayılıyor.

Elbette referandum sonucunu hukuken sandıktan çıkan geçerli oyların nasıl dağıldığı belirliyor. Ama oylamanın toplumsal anlamı bu oranlarda değil gerçek insanların mutlak tavırlarında yatıyor. Bu memleketin çoğunluğu Tayyip Erdoğan'a ve Anayasasına da evet demiyor, 12 Eylül Anayasası'na da...

Başbakan Erdoğan ve partisinin sonuçları bu gözle okumayacakları şimdiden belli. Onlar, siyasi gücü ve devlet kudretini ellerine geçirmiş olmanın sarhoşluğu içinde bir başkanlık rejiminin hayaliyle atacaklar bundan sonraki adımlarını. Bu yoldaki en önemli viraj 2011 genel seçimleri.

CHP'nin rolü

 

Tayyip Erdoğan ve partisinin yaygın bir boykot ile büyük bir yenilgiye uğratılabileceği bu referandumu, MHP ile ittifak halinde Erdoğan için bir plebisite dönüştürerek yenilgiye uğrayan ve onun 2011 seçimlerine büyük bir moral avantajla girmesini sağlayan ana muhalefet partisi CHP bu sonuçların başlıca sorumluluğunu taşıyor.

Sonuçta AKP'nin ve Erdoğan'ın 2011 seçim düzlemine gücünü artırarak girmesi, büyük ölçüde CHP'nin 12 Eylül 1982 Anayasası'nın savunuculuğu rolünü üstlenir görünmesiyle, demokratik ve yurttaş egemenliğine dayalı bir anayasa ihtiyacının sözcülüğünü gönüllü olarak AKP'ye terk etmiş olmasıyla doğrudan ilgili.

Yeni bir rejim için

 

Bununla birlikte referandum sonuçları, bugünden başlayarak yeni bir anayasa, ya da başka bir deyişle yeni bir rejim için mücadeleyi her zamankinden çok mümkün ve gerekli kılıyor.

Evet, eski anayasa artık çökmüştür, ama AKP'nin Anayasa değişiklilikleri, hiçbir etnisiteye ya da inanca üstünlük tanımayan, yurttaş egemenliğine dayalı, yeni bir rejim ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Tersine AKP, egemenliğini, 12 Eylül rejiminin, yürütmeye halk ve bütün öteki güçler karşısında üstünlük tanıyan merkezi aygıtını koruyarak sürdürme iradesini açıkça ortaya koyduğuna göre, bundan böyle kendisini demokratik ve toplumsal mücadelenin hedef tahtasına yerleştirmiş oluyor.

Türkiye'nin ezilenleri ve emekçileri; işçiler, yoksullar, kadınlar, Kürtler, Aleviler, dışlananlar için biricik politik çıkış yolu bugünden tezi yok, yeni bir düzen, yeni bir rejim yeni bir anayasa için ayağa kalkmak, inisiyatifi Tayyip Erdoğan ve AKP'nin elinden almak, muhalefeti CHP'nin basiretine terketmeden geleceği kazanmak için bugünden mevzilere yerleşmekte.

Boykot ve Kürtler

 

Referandumun en az bunlar kadar önemli iki sonucu, BDP'nin, yandaş medya ne derse desin, boykot çağrısını Kürt halkına benimsetmeyi, ve bölge halkının siyasi temsili hakkını önceki seçimlere oranla daha büyük bir güçle üstlenmeyi başarması. Referandum içinde bir referandumla Kürtler BDP'nin "Demokratik Özerlik" çağrısına da birçok ilde olumlu yanıt verdiklerini gösterdiler.

Öte yandan "Boykot Cephesi" yalnızca Kürdistan'da değil, Mersin, İstanbul, Ankara gibi illerin, referanduma katılım oranları genel ortalamanın çok altına düşen ilçelerindeki sonuçların da gösterdiği gibi, kayda değer sayıda seçmeni yanına çekmeyi başarabildi. Bu sonuç  2011 seçimlerini boykot eden politik güçlerin önemli rol oynayacağı bir "emek ve özgürlük cephesi"nin bütün Türkiye'de mayalanmaya başladığını haber veriyor.

Marjinalleşen MHP

 

Referandum sürecinin herhalde tek hayırlı sonucu MHP tabanının CHP ve AKP arasında eriyerek, Devlet Bahçeli'nin siyasi sonunu hazırlamış olması. Referandum süreci 12 Eylül Anayasası ile birlikte MHP liderliğinin meşruiyetini de çökerterek "eski usul" faşizmi siyasetin kıyısına sürükledi. Gene de bu sonuç, "faşizmin tasfiye olduğu" yolunda aşırı hayale kapılmaya yol açmamalı. Bu sonuçlardan sonra CHP ve AKP'nin gelecekte milliyetçi tabanı paylaşmak için şovenizme prim vermeye daha yatkın hale geleceklerini de, "kırmızı" sahillerde çoktandır boy vermekte olan "beyaz Türk" reaksiyonunun "sol"a sızma eğiliminde olduğunu da akılda tutmakta yarar var.