Yürek Tokluğuna Sevişiyoruz

-
Aa
+
a
a
a

durgun göle fırlatılan taşın yüzeye çizdiği her daireelin mi kolun mu gölün mügözün mü taşın mıhayal gücünün mükimin diliyle kimden kimesarf edilen bir cümle

Eşber Güvenç: Okuduğum bu satırlar bir şiir gibi... Tabii hepsi öyle değil, bazen bir cümle, tek bir kelime ile böyle inanılmaz bir yerden vuruyorsunuz. Nasıl oluyor bu?

Met-Üst: Şimdi, bunlara özel bir ad veremediğim için, ilk isimleri bunların Langıldank’tı. Yani bir anda gelen, üzerinde fazla oynamadığım, değiştirmediğim, çeşitli anların tezahürü metinler yazılardı. İçinde şiir, espri, aforizma, anekdot, özlü söz her şeyi barındırıyor. Çeşitli anların küçük dışavurumları onlar. Dolayısıyla bu işlerle ilgilenenler de bunları adlandıramıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kitapların başında şiir, roman, hikaye yazar. Bunda bir şey yazmıyor mesela. Genelde benim kitaplarımın çoğunun başında bir şey yazmıyor. Çünkü türler arası ve türler üstü hatta sadece edebiyat türleri arasında değil de diğer sanat ve hayat alanları arasında bir koalisyon yapmaya çalışıyorum ben. O yüzden bir Met-Üst tadı olsun istiyorum. Met-Üst'ün yazdığı bir roman falan değil de, bir hava bir yazı biçimi olarak bir Met-Üst tadı bırakmak istiyorum dünyaya.

Aaa bu geçen benim hayatım. Boşluğundan tanıdım! Bunun gibi binlerce var herhalde. Sizin o satırlarınız, onlarca dergide bunca yıldır... Kaç yıl oldu?

Met-Üst: 1965 doğumluyum. On altı yaşında başladım. Hala devam ediyor. Bu tür üzerine neden geldiğimden bahsedeyim. On altımda başladım ama Türkiye’de mizahın malzemesi olan konular çok fazla değişmiyor. Dolayısıyla o malzemeleri de Nasreddin Hoca’dan Aziz Nesin’e kadar çeşitli biçimlerde kullanmışlar. Konu değişmeyince aynı konuları anlatmak için üslup değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Ya da ben öyle hissettim. Yani iki tane Aziz Nesin olacağına biraz zorlayım bir tane Metin Üstündağ olsun diye düşündüm. Icığı bıcığı çıkmış bu konuların. Dolayısıyla üslup şart. Bir de uzun uzadıya anlatmak, zaten göçebe bir toplum olduğumuz için yoğunlaşma problemimiz var. Kısa olsun, bir özlü söz geleneği var yani söze anlam yükleme gibi bir durumumuz var. O yüzden böyle bir yol seçtim. Bir de bu var olan atasözlerini, özlü sözleri kıran yeniden yapan, dille çok oynayan, dilin imkânlarını bozan, yeniden yapan bir şey olduğu için benim karakterime de uyuyor. Öyle yani...

kendi dilimdeaşık olmamakimse yasakkoyamaz

birileriylehemfikirhemzamanhemduyguolmayıyalnızcahemşehriolmayı yeğlerim

söz uçaryazı penguen

Peki nasıl yaşayabiliyorsunuz? Düşündüm de her dakika her an sizin için bir cümle...

Met-Üst: On altı yaşında başladığımı özellikle söyledim. Bir süre sonra sizin için bir refleks haline geliyor zaten. Diğer hayati alanlarda uğraştığınızda da kafanızın bir bölümü öyle çalışıyor: Buradan nasıl bir yazı çıkar, ne olur diye biriktiriyor. Sadece oturup onu bir formata, disipline, düzene sokmak kalıyor.

Notlar alıp üzerinde oynamak şeklinde mi?

Met-Üst: Genelde ben çok seçici davranmam. Her türlü malzemeden bir şey çıkabileceğini düşünüyorum. Şu sıralar hafta sonları gazetelerin verdiği Gala, Şamdan, onlara merak sardım. Mankenlerin konuşma biçimleri, öyle bir kitap düşünüyorum: Manken Lafları gibi; "Sekste sınır tanımam" yok "Erkeğimi uçururum" falan gibi.

Bu metinleri biriktiriyorum, paragrafları alıyorum. Onlardan bir iki kelimeyi değiştirdiğiniz zaman çok ilginç şeyler çıkıyor.  Mesela bir futbolcu şöyle diyor: “Bir vurdum gol oldu;” hemen değiştirebiliyorsunuz: “Bir düşündüm suç oldu." Yani yerinde birkaç kelimeyle omurgayı biraz sarstığınız zaman komik ya da enteresan duruma düşüyor. Türkçe’nin öyle bir tarafı var. Hem güzel hem de tabii yapana bağlı olarak esnek bir tarafı var. Öyle notlar alıyorum, bir süre sonra onlar kendi kendine “Tamam, kitap haline geldik. Hadi bizi yayınla!” diyorlar. Ve çıkıyor.

Bu arada dergiler de var tabii.

Met-Üst: Dergiler ve karikatürler. Öküz dergisi vardı en son. Öyle hayat geçip gidiyor.

Ama güzel gidiyor. Sizi bilmem ama, bize aktardığınız haliyle. Biraz önce on altı yaşımda başladım dediniz. Nasıl bir başlangıçtı o, gelişimi nasıl oldu?

Met-Üst: “Hasar Tespit Çalışmaları” gibi yazı türü benim bilmeden yaptığım çalışmalardı. Tahsil hayatında hep böyle tanımlar vardır. Işık işte iki nokta arasında şöyle yayılır vesaire. Ben dersleri çok fazla bilmezdim. Sosyal dersler hariç öbürlerine çok fazla kafam ermezdi ama o tip felsefe, sosyoloji, Türkçe derslerindeki tanımları defterime not ederdim. İşte bu kitapta da var: İki nokta arasındaki en kısa yola rüşvet denir. Sadece kitaplardakiler de değil. Hep o biriktirdiğim tanımlarla. Mesela “Çimenlere basmak yasaktır", "Basamakta durmayın otomatik kapı çarpar" gibi her metin ilgimi çekerdi.

Ben de küçükken otomatik kapının nasıl çarptığını merak ederdim. Sonradan yeni yeni anlamaya başladım. Sizde nasıl oldu?

Met-Üst: Bir manşet: Üniversite ikinci basamak sınavı yapıldı. Hemen aklıma, “basamakta durmayın, otomatik kapı çarpar” geldi. Öyle birbirini tamamlayan çağrışım şeklinde şeylerle yazıyordum. Gırgır dergisinde Oğuz ağabey bunları sevmemişti. Çünkü onlar klasik mizah, daha hikaye tarzı olduğu için... Belki hayatın da dayatması gerekiyordu zamanla. İlk defa Limon dergisinde bunlar patladı. Benzer kitaplar çıktı, “Duvar Yazıları” gibi. Sonradan bu kitaba kadar bıraktım. Diyelim Orhan Gencebay’ın bir müzik türü vardır.

ağırlığıolandüşüyor

yükseldikçeçoğalıyoralçaklar

yükseklereine ineçıkılıyor

Herkes onun gibi müzik yapınca arabesk diye bir şey oluyor. Belki ben de devam etseydim ben de Langıldank’ın Metin Babası gibi bir şey olacaktım. Ben öyle bir şey istemedim ve bekledim. Bir furya olmasın eğer bir eser niteliği varsa kalsınlar zamanla yarışsınlar ve kalsınlar diye düşündüm. Dolayısıyla güncel şeyler yoktur bunların içinde. Otuz yıl sonra da okunacak genel şeyler yazmaya çalışıyorum.

Bütün bunları söylediniz. Ama yine de farklı bir çizgi olsa gerek ilk başlarda. Kesildi mi, başka bir yola mı girdi?

Met-Üst: Bunlar ayrı ayrı panel yapılacak konular aslında. Çeşitli sanat alanlarının eleştirmenleri var ama mizah ve karikatür alanında üç beş kişinin dışında yok. Onlar da ürünler bazında bakıyorlar. Karikatür nasıldır? Mizah yazısı mıdır?... Bu konuda en etraflı yazıyı belki de ben yazdım. “Denemeyenler” kitabımda, “Bizim Çızıktırdığımız Karikatür” diye bir yazı var, orada bunu anlatmaya çalıştım. Genellikle on beş on altı yaşlarında yaptığınızın bir sanat ürünü olduğunu düşünmüyorsunuz. Okulda yapıyorsunuz dersi kaynatıyorsunuz, muhtemelen öğretmeninizden dayak yediğiniz veya ceza aldığınız metinler oluyor. Bizim şansımız o zaman Gırgır dergisi vardı. O şakaları, esprileri getirdiğiniz zaman Oğuz ağabey onların birer sanat eseri olduğunu söyleyince, bunları yayınladığında bir de size para verdiğinde farklı hissediyorsunuz. Okulda yapınca dayak yediğiniz şeyler altı yüz bin satan bir dergide çıkıyor, insanlar sizi seviyor, hayranınız oluyor vesaire. Dolayısıyla on altı yaşında başlarsınız ama yirmi beş yaşında işin teorisi üzerine kafa yorarsınız. O zamana kadar bir adam olmuşsunuzdur. Bu sefer durumunuza göre ya o adamı yıkmaya çalışırsınız ya da onu daha düzeyli bir yerlere getirmeye çalışırsınız. Karikatür küçük sanayi sitelerindeki usta çırak ilişkileri gibi. Oradan aldığınız ücretle, emekle, tecrübeyle sonra kendi dükkanınızı açarsınız. Dergileri pasaja benzetiyorum. Diyelim Leman pasajıdır. İkinci sayfanın sol sokağına girdiğin zaman benim dükkanım vardır. Öbür tarafa gittiğiniz zaman Selçuk Erdem vardır, Mehmet Çağçağ vardır. O zihniyette geliştiği için... Ne diyeceğimi unuttum!                        

( Kahkahalar...)

on dakika ara'sındagibiyim sankiüç dakikalıkkısa bir filmin

çocukluğumdankalmayım..düş'ümzonkluyor

klaketgörülmesinmontajlarkenömrümü

Güzel, bir yerde de “Anlattıklarının çeyreğine, yaptıklarının tümüne inan” demişsiniz zaten. O zaman bir nefes alalım... (Şarkı arasından sonra) Hatırladınız mı nerede kaldığınızı? Anılar hep yaşlılıkta anlatılır çünkü şahitlerin çoğu ölür. Sizin yararlandığınız bir mankenin, politikacı, sporcunun söylediği herhangi bir şey var ama, bir de atasözleri var...

Met-Üst: Atasözleri üzerinde gerçekten çok kafa yordum. Yerli ve yabancı atasözleri hakkında ne kadar kitap varsa kitaplığımda biriktiriyorum. Çünkü bir milletin ip uçlarını, koordinatlarını verecek sözler bunlar. Bizim ata sözlerimiz çok ikircikli. Bir de şunu fark ettim çoğu ülkenin ata sözleri iki üç maddelik ana yasaları gibi ata sözleri var. Sanki başka bir şey yapmamışlar da her konuda laf etmişler gibi çok sayıda ata sözü var. Her konu her durum her vaziyet için: İti an çomağı hazırla, iyi insan lafı üstüne gelir, acele işe şeytan karışır, kervan yolda dizilir vesaire.

Geçenlerde Leman’da bir liste yayınladım. Hayvanları çok aşağılayan sözler var. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” şeklinde söylenmiş şeyler ama fazla dinlendirmeden söylenmişler de var sanki. “İt itin kuyruğunu ısırmaz” gibi. Tabi hepsi atasözü değil bunların hatta hata sözü olanlar da var. Komik olanlar var tabii: “Her koyun kendi bacağından asılır.” Görsel olarak falan düşündüğünüzde de mantıksız ve komik oluyorlar. Koyunlar zaten birbirlerini veya kendilerini bacaklarından asmazlar. Bir örnek verilecek ama hep hayvanlardan bahsedilmiş. Ne kadar kendisine faydası olan, ürün veren hayvan varsa aşağılamış. Tarım ve hayvancılık programı oldu!

Bir de bunları söyleyenler kim. Genel birisi. Ne yani Ata Demirel gibi adamlar mı? Atalarımız şöyle demiş vay vay vay filan diye düşündüğünüzde saçmalıkları görmeye başlıyorsunuz. Ben o tarafını seviyorum. Sonradan ben de üretmeye başlayınca çok da matah bir şey olmadığını fark ettim.

Hep kısa cümleler... Peki daha uzun bir şeyler yapmayı düşündünüz mü, öykü, anlatı türünde?

Met-Üst: Aslında zaman zaman yazıyorum. Eskiden Deli dergisinde yazdım, Denemeyenler kitabında, Leman dergisinde de var. Bazı dönemlerde draje draje olsun diyorum. Çünkü başka yazar arkadaşlarımız var hepsi aynı üslupta olmasın kimisi yarım sayfa kimisi iki sayfa yazıyor. Bir de çeşitlilik olsun diye böyle yazıyorum. Bir gün sıkıldığımda uzun yazılarımı da yayınlamaya başlayacağım tabii.

Çizmek nasıl bir şey ifade ediyor sizin için?

Met-Üst: Çizmek adres tarifi gibi. Ben çok kolay yaptığımı düşünüyordum. Yıllarca haksızlık ettim ona, en son Pazar Sevişgenleri’ne kadar. Çalakalem oluyordu, üstünde fazla uğraşmıyordum. Sadece espriyi anlatsın yeter, diye düşünüyordum. Pazar Sevişgenleri için çok uğraştım o da ödülünü aldı. Mahkemelik olduk. Son dört yılda zevkine vardım. Şimdiye kadar yirmi tane karikatür albümüm olması gerekirdi. Şimdi eskileri yeniden elden geçirip, renklendirip yayınlatmayı düşünüyorum. Bir yere gidiyorsunuz, benim unuttuğum karikatürleri diyelim cüzdanlarından çıkarıyorlar. O karikatürle arkadaşlık teklif etmiş ya da küsmüşler, onun sayesinde barışmışlar. Bir hatırası olmuş onlar için. Bir nevi muhabbet tellallığı yapmış karikatürler var. Onları derleyip yayınlamayı düşünüyorum. Pazar Sevişgenleri - 2 yakında gelecek.

Bu kadar ürün ortaya koyan birisi yalnızca suyla beslenmiyordur herhalde?

Met-Üst: Genelde yazılı metinler tabii. Edebiyat. Özellikle Türk şiiri hakkında çok fazla bilgim olduğunu sanıyorum. Şair arkadaşlarımın bile tanımadığı isimler hakkında bilgim var. Edebiyattan özellikle şiirden çok besleniyorum. Çizgimin şiir gibi olmasını istiyorum. Bir kalite olmasını istiyorum. Şöyle bir anlayış vardır, Aziz Nesin’in, Rıfat Ilgaz’ın bir ciddi şiir yazdıkları vardır, bir de komik şiirleri vardır. Ben öyle değil ara bir tat tutturmaya çalışıyorum. Şimdi komiklik yapacağım sonra ciddi olacağım değil yani. Ara bir tat olarak mizahta nasılsam şiirde de öyle. Met-Üst hangi alana girerse öyle bir tatta yapar gibi bir hava yaratmaya çalışıyorum. Olayım budur yani.