Yıldızların Karanlığında

-
Aa
+
a
a
a

Depeche Mode popüler müzik dünyasının en büyük topluluklarından biri. Geniş bir yaş dilimini tam kalbinden yakalayarak büyülemiş, yıllar boyunca peşinden koşturmuş, kendine taptırmış ve en önemlisi karşılıksız sevdirmiş bir müzik topluluğu. 25 yıldır bu durumda herhangi bir değişiklik yok. Yeni bir DM albümü aylar yıllar öncesinden beklenmeye başlanıyor, söylentiler, açıklamalar, detaylar internet üzerinden ya da başka yollarla kulaktan kulağa yayılıyor ve hâlâ heyecan yaratıyor. Ama dünya, DM'in en sevilen şarkılarını yaptığı dönemlerden daha kötü ve daha kirli artık. Heyecan da, galiba, kirlenebilen bir şey. Zaten onlar da, sevenlerinin onları gördüğü gibi melek değiller artık. Bunun farkındalar, ama melekmiş gibi yapmak durumundalar. Meleği oynamak durumundalar.

Ortalıktan, solo albümler, görüş ayrılıkları vs. derken dört yıl kaybolduktan sonra, Depeche Mode üçlüsü yeni bir albüm kaydetti. Aradaki zaman zarfında grubun dağılma aşamasına kadar kadar geldiği dikkate alınırsa, "Playing the Angel" albümünün hem kendileri, hem de milyonlarca seveni açısından çok önemli (ve tabii sevindirici) olduğunu vurgulamak yerinde olur. Önemli, ama albümün yüzü bu yüzden gülüyor mu?.. Hayır. Onların şarkıları eşliğinde pervasızca edilen danslar, yarı saf romantizm, masumiyet ve hatta dozu yerinde bir erotizm bile geride kalmış gibi görünüyor. Bir zamanlar "Waiting for the Night" şarkısında gelmesini arzuladıkları gece bu değil. Karanlık çökmüş, ama o karanlık bu karanlık değil.

Depeche Mode 11. stüdyo albümünü arka kapakta yaptığı tanımlamayla kendisi özetlemiş aslında: "Pain and suffering in various tempos". Yani "farklı tempolarda ıstırap ve çile". 'Playing the Angel' parçalı bulutlu şarkılarla başlıyor. Açılıştaki "A Pain That I'm Used To" "Ultra"vari gitarları ve tatlı sertliğine rağmen pek bir şey söylemiyor albüm hakkında. Yine de ikinci single olabilir "Precious"ın ardından. "John the Revelator" da canlı ve hareketli bir parça ama biraz tekdüze. Hızlı temposu olan "Suffer Well"de Dave Gahan'ın da parmağı var. "The Sinner in Me" biraz "It's No Good"a benziyor ama onun kadar aydınlığa dönük bir ufku yok: "Keşke içimdeki günahkârdan kurtulup özgür olabilseydim/Hiçbir zaman bir aziz olmayacağım.." Şarkının ikinci yarısında klavye ve gitarlar tansiyonu yükseltiyorlar. "Precious" tam DM duygusunda, güzel bir şarkı. Gahan'ın öteden beri sevilen tarzında vokaller, yine öteden beri sevilen basit klavye melodileri ve ritim. Albümün, yüzü gülmese de nispeten 'umutlu' tarafı... 'Macro' şarkısında vokale Martin Gore geçiyor ve yine etrafı kara bulutlar kaplıyor. Bir iç hesaplaşmanın ve arzunun en durgun hali "I Want It All"da çöküyor insanın üstüne, yavaşça... "Nothing's Impossible" da kesinlikle 'şen şakrak' bir şarkı değil, ki bu son iki bestede Gahan devrede. Biraz "Black Celebration" albümüne götürdü beni "othing's Impossible"ın karanlığı, bilemiyorum: "Hâlâ ilk bakışta aşka inanıyorum/Hiçbir şey imkânsız değildir." Kısa ve zifiri karanlık bir enstrümantal olan "Introspectre"ın ardından "Damaged People" ile "Playing the Angel"ın neşeli iken dinlenebilecek bir DM albümü olmadığı, ama karanlık dönemler geçiren DM severler için çiviyi sökebileceği kesinlik kazanıyor. Zaten adı üstünde. Popüler tabirle söylersek: "Arıza insanlar." Depeche Mode'u doğru tanıyabilmek için bu şarkının sözlerine dikkat etmek gerekiyor. Sonrasında "Lilian" şarkısı biraz hareket getiriyor albüme. Birkaç parçada da olduğu gibi ritimler üzerine yazılmış, vasat kalibreli bir beste. Kapanışta ise bir 'yıldız' var, ama en karanlık yıldız. "The Darkest Star", DM tarihinin dipsiz kuyularından biri: "Ah, üzgün adam/Olduğun yerden meleği oynayabilmek kolay değil o kadar.../Ah, kör adam/Kibar ve nazik adam/Görürsün dünyayı dolu bir silah olarak..." Gore'un besteleri insan ruhunun karanlık yanlarını etraflıca anlatmayı beceriyor, çoğu zaman olduğu gibi. Sonuçta, klavyelerin ön planda olduğu, electro-pop bir albüm "Playing the Angel" ve kara bir romantizm de derinlerde kol geziyor.

Başrollerinde Robert de Niro ve Sean Penn'in oynadıkları komik ve güzel bir film vardır, "We're No Angels/Biz Melek Değiliz" adında. Filmde elemanlar, hiç alakaları olmasa da rahibi oynayıp vaaz vermek durumunda bile kalırlar. DM elemanları da, dediğim gibi, meleği oynuyorlar ama ortada gülünecek bir şey yok. Gore, "Müziğimizi asla karamsar görmedim. Her zaman bir umut ışığı vardır ve umarım bu, yaptığımız müzikte hissediliyordur," diyor. Her şeye rağmen "Playing the Angel"ın iyi bir albüm olduğu söylenebilir, yüzleri güldürmese de. Depeche Mode, evet, çok büyük bir topluluk. Ama ne kadar iyi bir topluluk olduğu, onları sevenlerin uzağında, her zaman tartışılan bir konu olarak kalacak.

Depeche Mode / Playing the Angel/EMI

 

İlk olarak 13 Kasım 2005 tarihinde Radikal2'de yayımlanmıştır.