Varşova izlenimleri 6: Figueres'in yanlış stratejisi uluslararası iklim politikalarını tehlikeye atıyor

-
Aa
+
a
a
a

Yeşil Gazete

19 Kasım 2013

Varşova - BM İklim Zirvesi COP 19‘un ikinci haftasına dün girdik. Haftasonu, taraflar arasında gece yarılarına kadar uzayan müzakerelerle geçti. Ancak özellikle Cumartesi günü bizim için asıl önemli gündem kent merkezinde başlayan iklim adaleti yürüyüşüydü. Önceki yıllarda yapılan yürüyüşlerle karşılaştırıldığında (hele zirvenin Avrupa’nın ortasında yapıldığı düşünülürse) biraz zayıf görünse de, sivil toplum ve iklim hareketi meydanın boş olmadığını göstermiş oldu. Yürüyüşün beklenenden daha düşük bir katılıma sahne olmasında zirvede akredite olan bazı büyük sivil toplum örgütlerinin ve ağların (CAN gibi) gösteriye katılmamaları da rol oynadı. Polonya ve Avrupa tarafında yürüyüşü düzenleyen iklim hareketleriyle uluslararası (özellikle Kuzey Amerika’daki) hareketlerin, aralarındaki bu kopukluğun nedenlerini tartışacaklarını umuyorum. Çünkü bu tür bir kopukluk sivil toplumun profesyonelleşme ve bürokratikleşme tehlikesini akla getiriyor.

Yürüyüşle ilgili haberi ve fotoğrafları Cumartesi günü yayınlamıştım.

Pazar günü bazı müzakereler (Cumartesi günü de sonuçlandırılamadığı için) devam etmekle birlikte, resmi oturumlara ara verildi ve hepimiz için yoğun bir haftanın ardından tatil günü oldu. Bu nedenle izlenimlerime Pazartesi’den itibaren devam ediyorum.

UNFCCC Genel Sekreteri Kömür Zirvesi’nde konuşur mu?

Zirvenin ikinci haftası iklim zirvesinin yapıldığı stadyuma 2-3 kilometre mesafedeki kent merkezinde, Polonya Ekonomi Bakanlığı binasında düzenlenen “İklim ve Kömür Zirvesi”ne karşı yapılan eylemlerle başladı. Greenpeace ve diğer iklim hareketlerinin oldukça ses getiren eylemini ve bilim insanlarının temiz kömür diye bir şey olmadığına dair açıklamalarını dün aktarmıştım.

Ancak bu konuyla ilgili önemli bir tartışma daha vardı. O da Birleşmiş Milletler’in iklim değişikliğiyle ilgili kurumu ve iklim zirvelerinin ev sahibi UNFCCC‘nin en üst düzey yöneticisi olan Christiana Figueres’in İklim ve Kömür Zirvesi’nin açılışında bir konuşma yapmasıydı. Figueres, açılışta Dünya Kömür Birliği’nin düzenlediği zirvenin ev sahibi olan Polonya Ekonomi Bakanı Janusz Piechocinski‘nin hemen ardından konuştu. Figueres’in zirveye katılması ve yaptığı konuşma konusundaki fikirler çeşitli.

Örneğin, dün yapılan bir basın toplantısında konuşan Bankwatch’dan Kuba Gogolewski böyle bir kömür zirvesinin düzenlenmesini eleştirse de, Figueres’in çok güçlü bir konuşma yaptığını söyledi. Figueres’in konuşmasının önemli bir çıkış olduğunu düşünenler UNFCCC sekreterinin kömür sektörünü hızlı ve dramatik bir değişikliğe çağırmasını ve bu konunun BM adına dile getirilmesini önemsiyorlar. Gerçekten de Figueres konuşmasında, kömürün iklim değişikliğinin ortaya çıkmasındaki payının büyüklüğüne ve ısınmayı 2 derecede sınırlama hedefine ulaşmak istiyorsak enerji kullanım biçimimizin eskisi gibi kalamayacağına vurgu yapıyor.

Konuşmada kömür endüstrisini çözümün bir parçası olmaya çağıran Figueres, bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız olduğunu ve bunun için de (“size akıl vermek bana düşmez ama” dedikten sonra) şöyle bir geçiş yolu kullanılmasını öneriyor:

* Mevcut tüm kritik altı kömür santrallarını (yani en eski ve düşük verimli olanları) hemen kapatın.

* Kalan tüm termik santrallarda karbon tutma ve depolama teknolojisi kullanın.

* Mevcut kömür rezervlerinin çoğunu çıkarmadan bırakın.

Figueres ayrıca kömür endüstrisine böyle gelmiş böyle gider senaryosunun yaratacağı finansal riskleri değerlendirmelerini ve yatırımlarını başka yerlere yönlendirerek portföylerini çeşitlendirmelerini öneriyor.

Ancak ben Figueres’in konuşmasını yetersiz bulmanın ve beğenmemenin de ötesinde, uluslararası iklim değişikliği politikalarında yanlış bir stratejiyi temsil ettiğini düşünenlerdenim. UNFCCC’nin en üst isminin böyle bir zirveye katılmasını ve böyle bir konuşma yapmasını kabul edilemez buluyorum. Üstelik, burada Figueres’in Polonya hükümeti ve kömür sektörü tarafından ‘kullanıldığını’ değil, başlı başına kendi yanlış startejisi nedeniyle uluslararası iklim politikalarını tehlikeye attığını düşünüyorum.

Figueres’in stratejisinin iklim değişikliğinin (sektörel anlamda) bir numaralı sorumlusu olan kömür şirketlerini “çözümün bir parçası” yapmak, sektörü “küçülmeye”, ya da daha doğrusu yatırımlarını kömür dışındaki (özellikle yenilenebilir) enerji alanlarına yönlendirmeye ikna etmeye çalışmak olduğu anlaşılıyor. Bunun için de sektörü dışlamamak, içeride tutmak gibi bir strateji benimsiyor. Yapmaya çalıştığı bir diğer şey de, uluslararası iklim politikalarının radikalize olmasını önlemek. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunun ya da yenilenebilir enerji sektörünün zaten çözümün tarafında olduğunu, asıl zor ve önemli olanın Polonya gibi sorunu sürdüren ülkeleri işin içine katmak olduğunu düşünüyor.

Ancak Figueres’in bu tartışmalı stratejiyi uygulamak adına aldığı risk akıl alır gibi değil.

Kömür şirketlerinin ve dünyanın en kömürcü ülkelerinden biri olan Polonya’nın iklim zirvesi sırasında bir kömür zirvesi düzenlenmelerinin amacı şunlar (web sitelerinde bulabilirsiniz):

1- İklim değişikliği nedeniyle enerji seçenekleri değişmeye başlayan dünyada kömürün hala önemli bir yeri olduğunu göstermek;

2- “Temiz”, yani “yüksek verimli ve düşük emisyonlu” kömür diye bir şeyin var olduğuna ve bu teknolojinin kullanılması halinde bunun iklim değişikliğiyle mücadeleye büyük katkı sağlayacağına dünya kamuoyunu inandırmak;

3- Kömür santarllerinde karbon tutma ve depolama teknolojisi kullanıldığına, kullanılabileceğine, böyle bir şeyin var olduğuna dünya kamuoyunu inandırmak.

Oysa iklim değişikliğiyle mücadele için kömürün enerjideki payının önümüzdeki 35-40 yıl içinde %96'ya varan oranda azalması gerektiği, temiz kömür diye bir şeyin varolmadığı, karbon tutma ve depolama teknolojisi diye bir teknolojinin ise henüz deneme düzeyinde olduğu ve ticari kullanıma girmediği, yakın gelecekte de giremeyeceği ortada. Detaylar için Avrupa İklim Vakfı’nın girişimiyle önde gelen 27 bilim insanının hazırladığı rapor ile ilgili haberime bakabilirsiniz.

Ayrıca kömür endüstrisinin hızla büyüdüğüve küçülmeye de (bir sektöre gönüllü olarak küçülün demenin mantıksızlığı bir yana), rüzgara vb. yatırım yapmaya da niyetinin olmadığı ortada. (Örnek olarak Avustralya ve Polonya‘yla ilgili duruma bakabilirsiniz.)

Christiana Figueres, kömür zirvesinin açılışında yaptığı konuşmanın başında “bu toplantıya katılmam ne kömür kullanımını zımni olarak onayladığım anlamına gelir, ne de kömürün hemen ortadan kalkmasını savunuyorum. Ama kömürün herkesin iyiliği için hızla ve dramatik bir şekilde değişmesi gerektiğini söylemek için buradayım” diyor. Ancak, Figueres bu girişin ardından “bazılarının”, iklim değişikliğinden duydukları kaygıdan dolayı tüm kömür santallarının hemen kapatılması gerektiğini söylediğini iddia ediyor. Tabii, ardından diğer bazılarının da, her şey eskisi gibi sürsün, dediğini hatırlatıp, haliyle “ikisi de olmaz” demeye getiriyor.

Ne var ki, Figueres tam da bu varsayımı kurarak kamuoyunu yanıltıyor. İklim değişikliği hareketinin içinde, aklı başında hiç kimse, tüm kömür santralleri hemen kapatılsın demiyor. ECF raporundaki tabloya da bakarsanız, kömürün payının 40 yıl içinde tedricen azaltılması ve enerji seçeneklerinde bir geçişin mümkün kılınması gerektiğinden bahsediliyor. Bunun için her şeyden önce hiçbir yeni kömürlü termik santral yapılmaması gerektiği vurgulanıyor. Figueres’in uçurduğu balon, iklim değişikliğine karşı mücadele eden ve bunun için de kömürden uzaklaşmak gerektiğini söyleyen bilim insanlarını ve hareketleri mantıksız köktenciler olarak etiketlemeye hizmet ederek, tam da “bizsiz olmaz” diyen kömür şirketlerinin stratejisine hizmet ediyor.

Üstelik konuşması boyunca “kömür endüstrisi değişmeli” diyerek, tam da endüstrinin öngördüğü “verimlilik yönündeki değişim” stratejisine destek vermiş oluyor. Oysa mevcut santralleri verimli teknolojilere yenilemek, her şeyden önce kmür santrallerinin ömürlerini uzatıyor. Elbette -verrimli- yenilerini yapmak da öyle… Bir yeni kömürlü termik santral yapmak veya eskisini yenilemek, o santralin en az 40-50 sene daha karbondioksit saçmaya devam etmesini garanti altına almak demek. Zaten Figueres konuşmasının bir tek yerinde bile yeni kömürlü santral yapılmamalıdır demiyor.

Sonuç olarak, Figueres’in bu seçimi, katille kurbanı uzlaştırma girişimine benziyor ve bildiğiniz gibi bu tür girişimlerin çoğu korkulan cinayetin işlenmesini garati altına alır. Kömür endüstrisinin gerçek dışı iddialarını ve uluslararası iklim değişikliği politikalarını baltalama girişimini böyle bir konuşma yaparak meşrulaştıran bir UNFCCC yöneticisini istifaya çağırmamak da, ya iklim hareketlerinin çok iyimser olmalarıyla, ya da seçeneksiz olduklarını düşünmeleriyle açıklanabilir.

Türkiye bakanlar zirvesine müsteşar yardımcısı düzeyinde katılıyor

Dün, iklim zirvesinin ikinci haftası başlarken, bugün öğleden sonra açılacak olan yüksek düzeyde oturumlarda hangi ülkenin kim tarafından temsil edileceği netleşti. Bir anlamda bakanlar zirvesi olan, çünkü pek çok ülkeyi çevre bakanlarının temsil ettiği oturum Perşembe akşamına kadar devam edecek. Geçen hafta yayınlanan ilk listelerde Türkiye’nin ismini göremeyince, yoksa Türkiye yüksek düzeydeki oturuma hiç mi kayılmayacak diye düşünmüştük. Dün yayınlanan listede ise Türkiye’nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müsteşar yardımcısı Mehmet Emin Birpınar tarafından temsil edileceği ve kendisinin Perşembe günü öğleden sonra konuşacağı açıklandı.

Türkiye’nin müsteşar yardımcısı tarafından temsil edilmesi beklenmedik ölçüde alt düzey bir katılım olarak kabul edilebilir. Son yıllarda  iklim zirvelerine genellikle müsteşar ve bakan yardımcısı (hatta 2009'da Kopenhag’da bakan) düzeyinde temsil edilen Türkiye, sanırım uzun yıllardır ilk kez katılım düzeyini müsteşar yardımcısına düşürdü. Peki bu ne anlama geliyor?

Uluslararası zirvelere ne kadar üst düzeyde katıldığınızın diplomaside bir anlamı var. Dolayısıyla çoğu ülkenin çevre bakanını gönderdiği bir zirveye müsteşar yardımcısı ile katılmak bir mesajdır.

Kesinleşen katılım listesinden sayabildiğime göre, yüksek düzeydeki oturuma 150 ülke katılıyor (ki bu da beklenenden düşük bir sayı). En yüksek düzeyde katılım sağlayan ülkeler devlet başkanları tarafından temsil edilen Tanzanya ve Nauru, başbakanları tarafından temsil edilen Etiyopya ve Tuvalu ile devlet başkan yardımcısı tarafından temsil edilen İran. 86 ülke çevre (veya benzeri) bakanları tarafından temsil edilirken, 5 ülke bakan yardımcısı, 8 ülke de bakan vekili düzeyinde zirveye katılıyor. Ayrıca 4 ülkenin (ABD, Rusya, Marshall adaları ve Guyana) başkanın özel iklim değişikliği temsilcisi (Special Envoy) düzeyinde katıldıklarını eklemek gerek. Bu da oldukça üst düzey bir katılım sayılabilir. Alt düzeyde katılan birkaç ülkeyi de konuyla ilgili kurumların (Çevre Koruma Ajansı, İklim Değişikliği Departmanı vb.) başkanları, ya da örneğin 10 ülkeyi büyükelçiler temsil ediyor.

Türkiye ise bu zirvede en alt diplomatik seviyede temsil edilen ülkelerden biri. Müsteşar yardımcısı gibi yardımcı bürokratlar tarafından temsil edilen başka bazı ülkeler arasında Afganistan, Liberya, Mauritus, Libya vb. sayılabilir. Bildiğiniz gibi Avustralya’nın bu yıl Çevre Bakanı tarafından değil de bir büyükelçi tarafından temsil edilmesi büyük bir skandal olarak kabul edilmişti. Hatta Avustralya Çevre Bakanı Greg Hunt “karbon vergisini kaldırmak için gerekli yasa çalışmaları nedeniyle çok meşgul olduğunu ve bu yüzden zirveye katılamadığını” açıklayarak hepimizle adeta alay ediyordu.

Dolayısıyla Türkiye’nin bu yıl zirveye bakan veya genellikle yaptığı gibi müsteşar düzeyinde katılmamasını (iklim değişikliği dairesini şubeye düşürme kararında olduğu gibi) iklim değişikliğinin ülke politikalarındaki yerinin azaltıldığına ve konuya artık yeterince önem verilmediğine dair politik bir mesaj olarak yorumlamak mümkün gibi görünüyor. Bunu da not edelim.

Ümit Şahin'in tüm yazıları için tıklayın.