'Toplumun Bilinçaltına İşlemeli'

-
Aa
+
a
a
a

Eşber Güvenç: “Bir Başka Dünya Afganistan” adlı sergide eserleri bulunan sanatçılardan Coşkun Aral ve İFSAK’tan Murat Yaygın. Önce sizden başlayalım Murat bey, kimler var bu sergide, kimlerin eserleri yer alıyor?

Murat Yaygın: Bizden fotoğrafçılar: Coşkun Aral, İrfan Sapmaz, Mengüç Özerdem, Hakan Denker; bunların dışında National Geographic’ten Zahide Ay, Reza ve Thomas Abercrombi yer alıyor. Afganistan fotoğrafları sergisini oluşturma düşüncesiyle ilgili olarak - öncelikle, sanal bir dünyada yaşıyoruz görüntüsünü; Afganistan’dan uzakta ülkelerde böyle bir şey var. Bilgisayar oyunları, bombalar patlıyor, bir yandan televizyonda gerçek savaş görüntüleri... Bu görüntülerde çocukların hangisi gerçek, hangisi sanal bir dünya, böyle bir başka dünyanın olduğunu ve gerçeklerin

de olduğunu göstermek adına böyle bir sergi ortaya çıktı.İFSAK’ta bizim bir basın birimimiz vardı. Bu birimde, bu konuda ne yapabiliriz düşüncesi ortaya çıktı. Benim Cumhuriyet gazetesindeki bir fotoğraftan etkilenerek yola çıktığımız bir düşünce. Fotoğrafta, bombalamalardan yıkılan evlerin ardında bir kız çocuğu vardı ve bakışları çok derindi, altyazısı da fotoğrafı biraz daha güçlendiriyordu: Afganistan’da savaştan kaçan aileler yanlarında, ileride lazım olacaklar mantığıyla erkek çocukları bırakıp kız çocuklarını alıyor. Bu beni korkunç etkilemişti.

Eşber Güvenç: Gerçekten çok etkileyici ve çok insanlıkdışı, inanılmaz bir şey.

Murat Yaygın: Benim için de hala konuşurken ve anlatırken bile bayağı bir yaraya sebebiyet veriyor. Buradan yola çıkarak Coşkun beyden ya da Hakan beyden, Mengüç beyden, İrfan’dan ve Faruk’tan fotoğrafları isterken, salt foto muhabirlik tarafını değil de, buranın savaş ve yaşam fotoğraflarından bir sergi açalım istedik. Böyle başladı düşünce. Bir de, yerli basında, gazetelerimizde bu tip fotoğrafların yayınlanmaması meselesi var.
Nedenini ben, basın dünyasında olmadığım için, çok fazla bilemiyorum, ama çok az sayıda yayımlanıyor. Oysa belgesel niteliği taşıyor bu fotoğraflar. Belgesel fotoğrafın hem o çağa kanıt etkisi var, hem de gelecek nesillere bir belge bırakmak adına bunlar çok önemli fotoğraflar. Ve bu fotoğraflar Coşkun beyin arşivinde yığılmıştır diye tahmin ediyorum; yığılı vaziyette bekliyor ve duruyor. Bunların sergi, kitap ya da haber nitelikli bir şekilde bize ulaşması gerekiyor, diye düşünüyorum.

Eşber Güvenç: Dayanamayacağımı düşündüm, yani ben farkındayım orada neler olup bittiğinin, bu kadar belgenin, biraz daha uyanık, biraz daha okuyan, biraz daha farkında olan bir insan olarak böyle bir şeyi kaldıramayacağımı hissettim, ama sonuçta bu da bir gerçek, içinde yaşadığımız bir gerçek. Hepimizin azıcık da olsa birşeyler yapması gerekiyor. Siz neler yapıyorsunuz Coşkun bey bu arada?

Coşkun Aral: Bildiğiniz gibi geçen sene yine konuktum, bir kitap üzerine, Om yayınlarından basılan “Sözün Bittiği Yer” dünyanın değişik bölgelerinde yaşadığım, tanık olduğum savaşlardan fotoğraflardı. Aralarında, şu anda gündeme gelen, sergimizde de yer alan fotoğraflar var. Az önce Murat beyin belirttiği gibi fotoğraf yığınları oluştu. Çünkü ben geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde 25’i aşkın savaşa bizzat tanık oldum. Bazılarında aylarca kaldım, bazılarında üç-beş günlük gözlemlerim oldu. Savaşın insan üzerindeki yıkımı belli, ondan hep bahsediyoruz, ama en büyük yıkım çocuklar üzerinde, çünkü sadece savaş içinde doğup büyümüş, ondan başka bir şey de bilmeyen, insani değerlerini yitirmiş, yeri geldiğinde çırılçıplak yeri geldiğinde sadece beyinin insanın hayvana belki en yakın ortak özelliği olan saldırganlığı biriktiren ve büyüten bölümü gündeme geliyor. Özellikle, yaşamım boyunca tanık olduğum en büyük şiddet savaşta çocuklar tarafından yapılanlardı, acımasızlık, erişkin bir insanınkinden çok daha geniş boyutlara geliyor. Çünkü onu denetleyen mekanizmalar henüz oluşmamış. Bir de bizim gibi ülkelerde her ne kadar aynı coğrafyalarda benzeri olaylar yaşanıyorsa da, biraz önce Murat beyin belirttiği gibi pek aktaramadığımız için kendi basınımıza ve dünyada olup bitenleri ne yazık ki doğru aktaramadığımız için, adeta İstanbul’un Ankara’nın büyük meydanlarında insanlar, gençler savaşmaya uğurlanıyordu geçtiğimiz yıllarda, yani artık bu bir gelenek haline dönüştürülmüştü.

Tarihimize baktığınız zaman bir cumhurbaşkanımızı, değerli İsmet İnönü’yü savaşa sokmadığı için “bu ülkeye, erkekliğini yitirtti” diye bir suçlama ile gündeme getirmişlerdi. Hamasetle büyüdük, büyütüldük binlerce yıl boyunca; Asya bozkırlarından Anadolu’ya geldiğimizde... Ama belki o dönemin, Ortaçağın savaş sistemleri değiştiği için yıkım bu kadar geniş boyutlarda olmuyordu. Geçtiğimiz yüzyıl; onun gerisinde kalan yıllarda teknolojinin artık savaş aracı olarak gündeme gelmesi, yıkım ve vahşet, korkunç boyutlara ulaştı.Belki bin yıl önceki gen yapımızda var olan savaşganlık biraz şövalyeliği içeriyorsa da, bugünkü koşullarda ne yazık ki o yok.Yani tarihi programlarda, örneğin Açık Radyo’daki 

“Kurşun Asker” programında ele alındığı gibi, Waterloo savaşında ordular savaşıyor, hiçbir zaman biz sivilleri görmüyoruz, klasik konvansiyonel silahları, toplar, tüfekler, kılıçları ve süngüleri ile savaşıyorlar. Zaman zaman o vahşetlere tanık oluyor insanoğlu. Ama şu geçtiğimiz yıllarda özellikle içinde bulunduğumuz günlerden 50 yıl öncesine uzandığımız zaman, yaşanan savaşlar korkunç. II. Dünya Savaşı 50 milyonu aşkın insanı öldürdü, bir o kadarının geleceğini yıktı. Evet, bir dünya savaşı yaşamıyoruz ama küçük savaşlar yaşıyoruz ve ne yazık ki bu savaşlar, bizim gibi bilginin az olduğu insanların yine o eski hamasetlerle yoğrulduğu ülkelerde çok rahat çıkıyor, çıkarılıyor ve teşvik ediliyor. Ve ne yazık ki medyamız, özellikle görsel medyamız, televizyonlar yeterince eğitmiyorlar. Çünkü, çocuk bir toplumuz, büyüme çağında olan bir toplumuz -biz ve bizim gibi ülkelerden bahsediyorum- yani bugün komşu ülkelerden Irak’ta da aynı politikalar güdülmüştü yıllarca, İran’da da güdülmüştü ve insanlar adeta savaşmaya endeksli büyütülüyordu. Anneler savaşçı doğurmakla yükümlüydüler. Afganistan’da kız çocuklarını yanlarına alıyorlar, çünkü yeni savaşçıları doğurmak için anne adayı olarak büyütmek istiyorlardı. Bütün bu düşünce, bilginin insanlara doğru verilmediği yerlerde, savaşın gerçek anlamıyla tanıtılmadığı yerlerde oluyor. İşte o yüzden İFSAK’taki sergimiz, geçtiğimiz yıllarda var olan diğer çalışmalarımız, şu anda Hakan’ın, belki şu saatlerde açılışını yaptığı sergi bu gerçeği bir nebze de olsa gözler önüne sermeye, Nasreddin Hoca’nın göle maya çalma misali yapmaya çalışıyoruz. Ne kadarını etkiler? O belli değil. Ama tarihte biliyoruz ki, geçtiğimiz 70 yıl içinde bizim meslektaşların ortaya koyduğu bazı çalışmalar, çektikleri fotoğraflar, görüntüledikleri savaş sahneleri, o savaştan bihaber toplumları motive edip, savaş aleyhtarlığı dediğimiz görüşü, tepkiyi gerçekten kuvvetlendirmiştir. Bir Vietnam savaşında akılda kalan fotoğraflar var; bu fotoğraflarla Amerikan kamuoyunun bir bölümü, yönetimin saldırganlığını protesto etti. Ve onun sonucu ki, onu izleyen yıllarda, 80’lerde, 90’larda bazı savaşlarda gazetecilerin olmaması için çaba gösterildi, görüntüler yasaklandı, sansürlendi. Bence yapılması gerekenlerden biriydi, yapıyoruz, benzerlerinin de olması gerekiyor. Toplumumuzda yavaş yavaş savaşın gerçek çehresinin, gerçek portresinin bilinçaltına işlenmesi gerekir diye düşünüyorum.

Eşber Güvenç: Sanıyorum, görsellik her zaman çok daha önemli, gördüğümüz birşeyi, okuduğumuzdan ya da duyduğumuzdan daha zor unutuyoruz, belki de hiç unutmuyoruz. O bir şekilde kazınıyor. İFSAK’daki sergi üzerine konuşuyoruz ama aynı zamanda Hakan Denker de bu serginin içinde yer alıyor çalışmaları ile. Hakan’la da küçük bir konuşma yapmıştık onu dinleyelim.

Hakan Denker: Serginin geneli için, ‘tatsız bir hayatın acımasız, trajik bir yaşamın görsel malzemeleri’ diyebilirim kısaca. Çünkü Afganistan, sonuç olarak çok mutlu, renkli ve canlı bir ülke değil. Orada yaşanan, yaşayan insanlar çok karanlık günler içerisinde hayatlarını, hayat mücadelesi veren insanlar. Ben sergiye gönderdiğim fotoğraflarda, özellikle çocuk temasını ön plana çıkararak vurgulamak istedim. Çünkü çocukların savaştaki yaşadıkları acımasız şartlar, ne yazık ki, sanıyorum hepimizin içini

burkacak, hepimizi üzecek boyutlarda. Çünkü istemedikleri, hiçbir şekilde suçları olmadan ezildikleri bir savaşın içinde dünyaya gelip, kocaman adam olamadan ölüyorlar.

 Dolayısıyla, savaş deyince aklıma gelen ilk şey, savaştaki çocukların dramı. Bunu ön plana çıkarmak istedim. Diğer savaş fotoğrafçısı arkadaşlarımın da, meslektaşlarımın da görsel malzemelerinde izleneceği üzere, Afganistan adı altında, belki benzeri dünyadaki birçok ülkede yaşanan acımasız vahşetin fotoğrafı yer alıyor sergide. İFSAK’ın böyle bir şeye ön ayak olması bu yaşanan dramdan, trajediden habersiz insanları haberdar etmek açısından çok olumlu bir girişim, davranış. Bunun içinde bulunmak da bana ayrıca onur veriyor. Zaten bilmiyorum bilginiz var mı, benim “Savaş Çocukları” adı altında kişisel bir sergim ve aynı ismi taşıyan bir kitabım var... (Bilgi Üniversitesi Sergi Salonu’nda, Taksim Sıraselviler’de) Orada da bu temayı ön plana çıkarttım. Savaşın hoş bir şey olmadığını, hepimizin kayıtsız kabul etmemiz gereken bir gerçek, bunu haberi olmayan, savaştan uzak kalan, barış içinde yaşayan insanları biraz dürterek haberdar etmek bizim görevimiz. Savaş muhabirlerinin, savaş fotoğrafçılarının –Coşkun’un ifadesi ile- ‘göz tanıklığı’ yaparak, diğer insanlar adına bu olaylara tanık olmak bizim öncelikli görevimiz ve bu acıyı başka insanlara duyurmak da sanıyorum ikinci görevimiz.

Eşber Güvenç: Murat bey, her zamanki gibi en çok etkilenen çocuklar. Diyelim geldik sergiyi gezdik, nasıl bir umutla çıkabiliriz? Çünkü oldukça büyük bir umutsuzluk ve bir gerçek gözlerimizin önünde, üstelik bunu yaşayan insanların bize aktardığı bir gerçek.

Murat Yaygın: Şimdi, Coşkun beyin de bahsettiği gibi, dünya basınında, dünya fotoğrafçılarında fotoğrafın, belgesel fotoğrafın bilhassa, bir toplumsal bilinç oluşturmadaki rolü yadsınamaz. Evet, başlı başına fotoğraf, tek başına toplumsal bilinç oluşturmaz ama hiçbir şey tek başına toplumsal bilinç oluşturmaz, belgesel fotoğrafın böyle bir işlevi var ve bunun dünya üzerinde örnekleri çok fazla. Birkaç örneğini Coşkun bey saydı, evet biz bu sergiden neyi bekliyoruz? Coşkun beyin dediği gibi küçücük nebze bir şey verebilirsek, ya da en azından bu fotoğrafların basın dünyasında biraz daha dikkat çekmesini sağlarsak, biraz daha önemsenmesini sağlarsak... Biraz samanaltı ediliyor bu fotoğraflar ve artık satış-kâr dünyası ile ilgili bir şey mi, bilemiyorum? Herhalde öyle. Biraz da bu belgesel fotoğrafların toplumsal bilinç oluşturmadaki rolünü öne çıkartmak ve bunu dikkate almak gerekiyor. Örnekleri çok fazla, mesela Eugene Smith’in Japonya’da bir denize zehirli atık bırakan bir fabrikanın fotoğraf çalışmaları var, balıkçılarla ilgili fotoğraf çalışması var. Orada bu atıklardan zehirlenen balıkçılar ve onu yiyen balıklar, ölümler ve felçli yaşamlar söz konusu. Bu balıkçılar bir halk girişimi oluşturuyorlar ve en büyük destek de Eugene Smith’in fotoğrafları oluyor. Mahkemeler açılıyor ve sonucunda bu fabrika kapatılıyor, ölenler ya da sakat kalanlar, felçli yaşayanlar için tazminat davaları açılıyor. Etkisi mutlaka oluyor, biz üstüne gitmeliyiz diye düşünüyorum. Değişik, çok çok fazla örnekleri de var, üstüne gitmeliyiz.

Coşkun Aral: 1988’de Ara Güler’le, sevgili ustamla, bir sergi açmıştık. Bu sergi İstanbul’da başlamıştı, ardından İskandinavya turu yaparken Danimarka’ya geldi. Danimarka’da TV2’de savaş muhabiri, genel müdür tarafından davet edildi, kraliçe geldi... Yalnız ilginç tarafı bu serginin Danimarka’ya geliş süresinde ciddi bir olay yaşandı, paneller yapıldı, tartışıldı, çünkü Danimarka’da gazetelerde, televizyonlarda asla şiddet gösterilmiyormuş o güne kadar. Gösterilip, gösterilmemesi konusunda ciddi bilimadamlarının da katıldığı tartışmalar yapıldı ve gösterilmesine karar verildi. Çünkü, çevrede veya dünyanın başka bir bölgesinde olup bitenlere karşı duyarlılığı çok sınırlı bir toplum oluşuyor, görmediği takdirde. Zaten Hollywood bazı olayları yansıtıyor, dünya sinemaları bazı şeyleri yansıtıyor, ama ülke genelinde savaşın ne olduğunu uzun bir dönemden beri yaşanmadığı için insanlar bilmiyorlar.
Yeri geldiğinde savaşın nedeni olabilecek bir takım oluşumları destekliyorlar, farkına varmadan. Yani bir takım Avrupa ülkelerinde bazı ilaç fabrikaları kimyasal ilaç üretiyor, kendi halkı yeri geldiğinde bu ilaç fabrikalarını destekliyor, yani senetlerini alıyor, borsasında destekliyor, gelişmesine özen gösteriyor. Ama aynı fabrikanın Afganistan gibi, Kuzey Irak gibi veya başka bir üçüncü dünya ülkesinde bizzat sattığı kimyasal silahları, biyolojik silahları göz ardı ediyor. İşte böyle bir olayda, bu halkın bilinçlenmesi için ciddi şekilde sunulması lazım. Tabii ki vahşet fotoğrafları sadece uzmanlar için gerekiyor zaman zaman, bunları bizler de çekiyoruz. Örneğin geçen sene “Sözün Bittiği Yerde” bazı fotoğrafları kullanırken ciddi düşündük, New York’ta Jim Nedgeway’in yapmış olduğu kitapta kullanımını gördükten sonra bazı uzmanlarla konuştum. Gayet olumlu bir açıklama getirdiler, bu kitap zaten pahalı olacak, zaten erişkinler tarafından alınacak, zaten erişkin bir insan bunları çocuklara göstermez deyip, haklı da buldular ve kullandık. Ama, televizyon programlarında, günlük gazetelerde gerçekten o sınırlamayı getirmek lazım. Tabii ki savaşın vahşetini yansıtırken illa, kopmuş bir kafayı, bir bacağı, bir gövdeyi vermeye gerek yok. Zaman zaman bir göz bakışı bile herşeyi anlatmaya yeterli. Zaten bu olayın göz tanığının üstlendiği bir yükümlülük, mesleğin getirdiği bu; o vahşeti bilmeyenlere bir şekilde duyurup kamuoyunu sıcak tutmak gerekiyor. Çünkü dünyanın ne yazık ki halen ¾’ü savaşlara sahne oluyor, halen milyonlarca insan, başka insanların acıları üzerine inşa edilmiş mutlulukları kuruyorlar, halen ekonomileri savaş sektörleri ile canlandırmaya kalkıyor süper güçler. Böyle bir dünyada barış için adım atılacaksa öncelikle savaşın ne olduğunu iyicene göstermemiz lazım. Savaşı tanımadan, onun sonuçlarını bilmeden, onun ortaya koyduğu tabloların kendi dünyamızda da gerçekleşebileceğini düşünmeden savaş aleyhtarlığı yapılmaz sanırım.

Eşber Güvenç: Benim büyükannem savaşı çok iyi biliyordu, anneannem o savaşın getirdiği etkilerle büyüdü, annem onun etkisiyle büyüdü, bende bu gittikçe azaldı; sanıyorum, umuyorum ki benim çocuğumun bundan hiç haberi olmayacak. Ama hiç haberinin olmaması demek, bunlara gözünü kapatıp, yok saymak demek olmaması için de elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Biraz bilinçlendi ama, üç yaşındaki bir çocuğun bir yaşındaki kardeşini sırtına alıp da yalınayak birşeylerden kaçarkenki o bakışı bambaşka bir fotoğraftı... Herşeyi anlatıyor, yani birşeylerin parçalanmış olması gerekmiyor.

Coşkun Aral: Öncelikle İFSAK’ı ben de kutluyorum, bizim için onur verici bir etkinlik. Benzerlerinin olması lazım, salt silahlı savaşlar değil, bugün doğal afetlerde de aynı şey gündemde. Örneğin bir deprem yaşadık 1999’da, bu büyük şehirler zincirinde olduğu için aklımızda kaldı görüntüler. Çünkü aynı depremin benzeri Afyon’da yaşandı geçtiğimiz günlerde, unutuluyor. Erzincan’da yaşanmıştı, o depremin mimarları halen aramızda. Yani, onlarca, yüzlerce insanın ölümü ile sonuçlanan o insanı vahşetin, adeta bir katliamın sorumluları, mimarları halen aramızda, politika sahnesinde konuşuyorlar. Şimdi bunu gerçekte iyi vurgularsak ve kamuoyunun o sıcak tepkisini her zaman saklarsak sanırım bir takım çözümler bulunuyor. Bugün dünyada baktığınız zaman, doğal afetler olsun, savaşlar olsun, bu tür insan dramlarının fazla olduğu coğrafyada yaşayanlar, gelişmiş ülkelerde, bilgi toplumlarında çok iyi aktarılıyor. Hiçbir şey olmazsa bunlar canlandırılıyor filmlerde. Yani Amerikan film piyasası on yılda bir ciddi bir savaş filmini, üstelik günümüzde geçen bir filmi ve yine II. Dünya Savaşı’nda yaşanmış sahneleri insanların beynine tekrar işlemek için çaba gösteriyor. Bugün dünyanın en barışçı ülkesi diye nitelenen, 700 yıldan beri savaşmamış İsviçre’de gardırobu açtığınızda silah görüyorsunuz, evlerinin altında sığınak var ve insanların hepsi asker. Çünkü o korku sıcak tutulduğu zaman uzak kalırız, yoksa bizim gibi ülkelerde insan hafızasının ne yazık ki fazla derin olmadığı, çok çabuk unutulduğu yerlerde bu tür dramları hep yaşarız, hep yaşatırız ve yaşatmak isteyenlere de destek oluruz, küçük çıkarlarımız için.

“Başka Bir Dünya Afganistan” sergisi 15 Mart’a kadar İFSAK’ta.