Televizyon, çocuklar ve ruh sağlığı

-
Aa
+
a
a
a

Neden televizyon izliyoruz?

Temel sebep kolaylık. Yani televizyon izlerken bir efor harcamaya ya da anlamak için özel bir çaba göstermemize gerek yok. Özel zihinsel yetilere sahip olmamızı da gerektirmiyor.

Televizyon yayınlarına baktığınızda erişkin dizisi diye tanımlanan senaryoların çok azı dışında, konuların ve anlatımın 5 ila 9 yaş arasına hitap ettiği bir gerçektir. Bunun bir aşağılama olarak kabul edilmesi ise yanlış. Aslında insan zekası 5 yaşından sonra çok fazla gelişmiyor. Bu yaştan sonra daha çok, anlama kapasitemiz ve kültürümüz gelişiyor. Özetle eğitimin vasatı hedeflediği ABD ve Türkiye gibi, eğitim görenlerin elit, kalan grubun ise “herkes” olarak tanımlandığı toplumlarda bu durum çok da mantıksız değil. Dolayısıyla yayınları bu kapasitenin çok üstünde olanların izlemesiyse hiç de zor değil.

Televizyon dizileri hazırlanırken herhangi bir bilimsel destek alınıyor mu?

Bugüne kadar benden formel bir destek istenmedi. Bu alanda çalışan arkadaşlarımdan da böyle bir konuda yardım istenip istenmediğini bilmiyorum. Bizler toplumun ruh sağlığı açısından bir filtre görevi görmek heveslisi de değiliz. Ancak yayınlar tasarlanırken konusunda uzman bir isimden yardım alınmasının dizinin ya da programın ömrünü uzatacağını düşünüyorum.

Televizyon dizilerinin en temel özellikleri nedir?

Birincisi basitlik ve yalınlık. İkincisi ise klişeler. Biliyoruz ki bu etkenler izlediklerimizle hayatımız arasında paralellik kurmamızı kolaylaştırıyor. Kolay anlaşılabilirlik ve klişeler dizinin ya da filmin benimsenmesini sağlıyor.

Dizilerde sergilenen şiddettin çocukların ruh sağlığı üzerine etkisi neler?

Bu sorunun yanıtı da aslında bir başka soruda gizli. Şiddetle ilgili eğilimler yaratılır mı yoksa dizginlenir mi? Şiddetle ilgili eğilimler zaten var. Bugün televizyon izleyerek ortaya çıkan eğilimler, dün çizgi romanlarda ya da plastik tabancalarda da vardı. Ancak temel sorun toplumda şiddetin romanda ya da oyuncaklarda kalmaktan öteye geçtiği bir dönemde olmamız.Gerçek ile oyunun iç içe geçtiği bir dönemde televizyondaki

Çocukların ilgi alanı anne-babalarıyla şekilleniyor

şiddetin tahrik ediciliği çok daha yüksek. Yani oyun nerede başlıyor, nerede bitiyor bunu ayırabilmiş değiliz. Birçok çocuğun babasının gerçek tabancası var, babalar çocuklarının nişancılığıyla övünüyor ya da babasına ait silahla annelerini vuran çocukları gazetelerde okuyoruz. Şiddetin hayatın bir parçası haline geldiği bir dönemde medya ve özellikle de televizyon başta olmak üzere şiddeti yücelten yayınların çocukların üzerindeki etkisi yadsınamaz. Bu konuda tedbir almak en az yayıncılar kadar ana babalara da düşüyor.

Çocuklar ne kadar televizyon izlemeli ya da izlememeli?

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Çocukların uyku saati olmayan bir ülkede yaşıyoruz. İlkokul öncesi bir çocuğun hayatında televizyonun çok fazla yeri olmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Hatta 3 yaşına kadar olan dönemde, o yaş grubu için özel olarak hazırlanmış programlar dışında televizyon izlenmesine karşıyım. Bu noktada bir şeyi özellikle belirtmek istiyorum. Televizyon karşısında zarar görmekten öte, yarar görmemenin de bir zarar olduğunu anne babalar kesinlikle unutmamalı.

Peki klipler ve reklamlar?

3 yaşın altındaki çocuklar kolaylığı ve özellikle işitsel dikkat gerektirmemesi nedeniyle klip ve reklam seyretmeyi seviyor. Özellikle iletişim becerileri çok kuvvetli olmayan çocuklarda reklam ve klip kanallarını seyretmenin konuşmayı geciktirici etkisi olduğu çok net ortada. 3 yaş altındaki çocukların televizyon karşısına oturtulup sakinleştirilmesini ve televizyonun çocuğa ihtiyacından fazla yemek yedirmek için bir araç kullanılmasını doğru bulmuyorum. Çocuklarımızı bu yayınlara yani televizyona eğittirmemek ise tamamen bizim elimizde.

Sorunun çözümü sizce ne olmalı?

Tüm dünyada belgesel izlemeyi, hayvanat bahçesine ya da müzeye gitmeyi seven çocuklar var. Diğer yandan onların anne babalarının da böyle zevkleri olduğu bir gerçek. Sonuç olarak diyebiliyoruz ki, çocukların ilgili alanları anne-babalarının ilgi alanları ile paralellik gösteriyor, hatta şekilleniyor. “Tarihi bir eserle ilgilenmek onu anlamaya ve öğrenmeye çalışmak bana ne kazandırır ki” düşünce yapısında çocuk yetiştirmeye ve eğitime yaklaşıldığında birçok şeyin ne kadar somut ve anlık yararı olduğu tartışılabilir.

Daha net bir örnekle; 80’li yılarda toplumsal kimliği şekillenmeye başlayanlar günümüzün anne babaları oldu. Özelikle o dönemde geçerli olan hızla sonuca ulaşma, maddi getirisi olmayan konularla ilgilenmeme gibi genel kabul gören yaklaşımlarla büyüyenler tabii ki kendilerini yormayan işleri ya da belgesel yerine Pazar Keyfi izlemeyi tercih edecek.

Sorunun çözümü, daha doğrusu sorunların çözümü için gereken donanımın arttırılmasını sağlayacak tipte bir eğitimden geçmekte... Eğitimi sadece okulda verilen eğitimle sınırlamak ise son derece yanlış. Eğitim toplumsal bir bakış açısının ürünüdür, dolayısıyla da birçok unsurun birleşmesiyle ortaya çıkar. Ülkenin ekonomik yapısı, gelenekler gibi. Toplumun ihtiyaçlarının yoğunlaştığı ancak bu ihtiyaçların karşılanmasının giderek zorlaştığı toplumlarda bireyler, önceliklerini yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak üzerine belirlerler. Dolayısıyla bu toplumların bireylerinden daha gelişmiş, sofistike ve medeni bakış açılarını edinecek fırsatlara erişebilmeleri (olağan koşullarda) beklenemez. Bir değişim ancak bir seferberliğin ürünü olacak gibi gözüküyor...

(Dışbank Dünyası dergisinin Eylül-Ekim 2002 sayısından)