Şubat 2011

-
Aa
+
a
a
a

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 24,4 Mb.

Mısır’da 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı sadece 18 günde tarihe gömüldü.

 

Eylemciler internet üzerinden örgütlenip zaman zaman 1 milyon kişiyi aşan katılımla Tahrir meydanını, tarihteki en büyük sivil itaatsizlik eylemlerinden birinin ev sahibi haline getirdi. Kamp kurdukları Tahrir’i günlerce işgal eden halk, özgürlük, daha iyi yaşam ve Mübarek hükümetinin istifasına yönelik sloganlar atarken, devrimin ideolojik veya dini amaçlı olmadığını belirtiyor; rejim değişikliği ve anayasal reform talep ediyorlardı. İsyancılar neyi istemediklerini belirtirken bir yandan da bir yaşam alanı haline getirdikleri Tahrir meydanında ne istediklerini bizzat vücuda getiriyorlardı. Tahrir’de kütüphane’den tutun kreş’e apayrı bir yaşam pratiği oluşturuluyordu.

 

Mübarek’e “artık git” diye seslenen muhalifler, hem güvenlik güçleriyle hem de Mübarek yandaşlarıyla çatışmak zorunda kalıyorlardı. Mübarek yanlılarının muhaliflere beton bloklar ve molotofkokteyli attığı kameralara yansırken, özellikle atlara ve develere binmiş “baltacılar”ın kılıçlı, palalı, kırbaçlı saldırısı dehşet vericiydi. Tahrir’de Mübarek’in sivil polisleri de vardı. Protestocular yakaladıkları sivil polislerin kimliklerini kameralara gösteriyor, yabancı basın mensupları da rejim güçlerinin şiddetinden payını alıyordu.

 

İyice sıkışan Mübarek, önce tehdit, sonra reform vaadi ve nihayet sağduyuya seslenen üç konuşma yaptı. Rejim, cep telefonları ve interneti bloke etmek istedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, keyfi tutuklamalar ve işkenceleri dile getirdi.

Bu sırada Amerika ve AB sudan çıkmış balık refleksleri veriyorlardı. Yarım ağız açıklamalar, muğlak ifadeler, her iki tarafa itidal tavsiyeleri derken, gerçek dünyadaki olayların tamamen gerisinde kaldıkları açıkça görülüyordu. Obama ve BM’nin yanısıra AB liderleri de Mısır yönetiminden değişim istiyordu. İtalya Başbakanı Berlusconi ise, Mübarek'in Batı dünyasında "Ortadoğu'nun en âkil adamı"  olarak görüldüğünü, mevcut yönetimin kalıcı olmasını umduğunu söylüyordu ama kendisi de yılın son aylarında kalıcılığını yitirecekti.

 

Türkiye de bir haftalık “izle ve gör” politikasından sonra Mübarek’e sert çıktı. Başbakan Erdoğan, Mübarek’i halkın değişim ve özgürlük arzusunu dinlemeye çağırdı ve reform yap dedi. BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise, Başbakan’ı, Mısır halkıyla ilgili söylediklerini Türkiye’yi de kapsayacak şekilde genişletmeye davet ediyordu.

Mübarek, son bir hamleyle kamuda çalışan memur ve işçiler ile, asker ve emeklilerin maaşlarını yüzde 15 artırdı ama muhalefetin sabrı tükenmişti. Halk akın akın meydanlara doluyor, Mısır ordusundan subaylar, silah bırakarak halk hareketine katılıyordu. Bu gelişmeler yaşanırken Mübarek’in ailesiyle birlikte sahil ve tatil beldesi Şarm El Şeyh’e kaçtığı duyuldu. Ancak Mübarek, ülkenin kaosa sürüklenmesinden korktuğunu, giderse Müslüman Kardeşler’in geleceğini söylüyor, “Cumhurbaşkanı yardımcısı” gibi makamlar icat ediyor (ve buraya işkencecibaşı olarak bilinen güvenlik şefi Ömer Süleyman’ı atıyordu). Süleyman, 11 Şubat’ta, Mübarek'in yetkilerini “orduya devrederek” istifa ettiğini açıkladığı sırada Tahrir meydanında yüzbinlerce kişinin hançeresinden çıkan zafer haykırışı dünyanın dörtbir yanında duyuldu. Böylece yönetim, belirsiz bir süre için Mısır ordusuna geçmiş oldu. Ordu, anayasayı askıya aldı ve parlamentoyu feshetti. Askeri Konsey, seçimlerin yapılacağı sözünü verdi ve yeni anayasa için bir komisyon kuruldu. Ancak, Mübarek döneminde atanan kabine üyeleri hâlâ yerlerinde durdukları için halkın tepkisi dinmiyordu. Sonunda atananlar da koltuklarını kaybetti. Başbakanlık görevine getirilen Ahmet Şefik istifa etti.

18 günlük protestoların bilançosu ise ağırdı. Ölü sayısı, Mısır Sağlık Bakanlığı’na göre 365’i, insan hakları örgütlerine göre ise binleri buluyordu.

Tunus ve ardından Mısır’daki isyan dalgası, diğer Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine sıçramıştı bile... Bunların en kanlısı 42 yıldır iktidarda olan Muammer Kaddafi’nin ülkesinde yaşandı. Libya’da Ocak ayında bastırılan ufak çaplı gösteriler, yerini ilk etapta bölgesel ayaklanmalara bıraktı. Bir insan hakları eylemcisinin tutuklanmasının ardından, Bingazi kentinde başlayan rejim karşıtı gösteriler, kısa zamanda 4-5 kente birden yayıldı.

 

Libya'da Kaddafi rejimi karşıtı direnişte kadınlar en öndeydi...

 

Çatışmalarda ölü sayısı birkaç günde 500’ü buldu. Bingazi’den sonra, başkent Trablus’ta ve diğer kentlerde rejim karşıtlarına, savaş uçakları ve ağır silahlarla müdahale edildi. Güvenlik güçleri artık cenazelerde bile rastgele ateş açıyordu.

 

Hastane kaynaklarına göre, yaşananlar “katliam“ olarak niteleniyor, bunlar olurken Albay Kaddafi önce rejim karşıtı gösterilere bizzat katılacağını açıklıyor sonra ortadan kayboluyordu. Arada bir beyaz arabanın içinde elinde bir siyah şemsiyeyle, ya da kendisinin yazdığı “yeşil kitap”la görünerek, yazılmamış absürd tiyatro oyunlarından parlak sahneler sunuyordu. İstifa edemeyeceğini, çünkü zaten devlet başkanı olmadığını izaha çalışıyordu. Ve elbette dillere pelesenk olan argüman Libya’da da geçerliydi: “protestoların arkasında yabancı güçler var”…

 

Göstericiler için “Amerika’nın hap içirdiği bir avuç genç” teşhisini koyan Kaddafi, isyanı durdurmak için bu kez her aileye 400 dolar yardım, maaş zammı ve gıda yardımı vaadlerinde bulundu. Ama halk sokaklardan çekilmiyor, Kaddafi'nin, Trablus'un bazı bölgelerinde sivil halka silah dağıtmaya başladığı yönünde bilgiler geliyordu. Kaddafi, kendisine bağlı güçlerin yanısıra, ülke dışından getirttiği paralı askerleri ve keskin nişancıları da kullanıyordu. Keskin nişancıların sivil halka ateş açtığını gösteren görüntüler, sosyal paylaşım siteleri üzerinden yayılıyor, Başbakan Erdoğan daha on ay önce Kaddafi’den aldığı insan hakları ödülünü iade etmiyordu.

 

 

 

Böylece Libya’daki isyan kısa sürede iç savaşa dönüştü. Bingazi’de “Ulusal Geçiş Konseyi” kuran muhalifler, kısa zamanda Misrata, Tobruk gibi önemli kentleri bir bir ele geçirerek, başkent Trablus’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Ay sonuna gelindiğinde, Kaddafi’nin elinde sadece Trablus, Sirte gibi 3-4 yer kaldığı,

Libya’nın doğusunun bütünüyle muhaliflerin eline geçtiği, Başkent Trablus'ta gıda sıkıntısı başgösterdiği söyleniyordu. Türkiye ve bazı diğer ülke vatandaşları Türkiye tarafından birkaç günde tahliye ediliyordu.

 

Libya’da  bunlar olurken başta olayları kınamakla yetinen BM, Kaddafi rejimine karşı yaptırımları kabul etti.  Daha iki hafta önce Kaddafi rejimine gelişmiş silahlar satan AB, bu ülkeye her türlü silah satışını askıya alırken Arap Birliği de Libya'nın üyeliğini donduruyordu. Bu sırada, ABD, Libya yakınlarındaki deniz ve hava güçlerini yeniden konuşlandırmakta olduğunu açıklıyor ama henüz bir askeri harekât resmî olarak dillendirilmiyordu. Libya’daki durum yüzünden  petrol fiyatları rekor üstüne rekor kırdı.

 

Bu sırada Tunus’ta halk ayaklanması sonucu hükümetin devrilmesinin ardından, üç günde 4 bin Tunuslu, Akdeniz’i geçerek İtalya’nın Lampedusa adasına çıkınca, İtalya adada olağanüstü durum ilan edip Avrupa Birliği’nden yardım istedi.

 

Bozkır yangını yayılmaya devam ediyor, Tunus, Yemen, Bahreyn, İran, Irak, Ürdün, Fas, Umman, hatta Rusya, Hırvatistan, Arnavutluk, Hindistan, Kuzey Kore ve Çin’de de irili ufaklı ayaklanmalar meydana geliyordu.

 

Devlet Bakanı Faruk Çelik’in insan hakları bağlamında bakışını olumlu bulduğu tescilli soykırım suçlusu Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir, Güney Sudan'ın ülkeden ayrılması kararının çıktığı referandumun sonucunu resmen kabul edince dünyanın 194’üncü devleti Güney Sudan kuruluyordu.

 

Şubat ayı Türkiye için adeta “Alacakaranlık Kuşağı” şeklinde geçti. Bitlis'in Mutki ilçesinde yapılan kazıda bir toplu mezar bulundu. Jandarma, kemiklerin, 12 yıl önce öldürülen 13 PKK’lıya ait olduğunu, defin belgelerininse Mutki Belediye Başkanlığında olduğunu belirtiyordu. Türk Tabipleri Birliği, Güneydoğu’ya ilişkin çalışmasında, 114 toplu mezar tespit edildiğini, açılan 26’sından 171 kişiye ait kemik çıkarıldığını açıklıyor; ancak, olayın gerçek boyutlarının çok daha büyük olduğunu vurguluyordu. Gerçekten de “olayın” boyutları hafsala boyutlarını aşıyordu. Tunceli'nin Çoleneser bölgesinde, yaklaşık 230 kişinin gömüldüğü bir toplu mezar ortaya çıktı. Kemiklerin 1938’de Dersim’de öldürülenlere ait olabileceği öne sürüldü. Toprak adeta gönderene iade ediyordu. Bu arka plan üzerine Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kayıp kişiler için alt komisyon kuruluyor, Başbakan Erdoğan “Cumartesi anneleri” olarak bilinen kayıp yakınlarıyla biraraya geliyordu.

 

Kadın cinayetleri bu ay da hız kesmedi. İstanbul Ümraniye’de Arzu Yıldırım öldürüldü. Yıldırım’ın iki gün önce savcılığa başvurarak birlikte yaşadığı erkek hakkında suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Adana'da bir adam, boşanmak isteyen eşini çocuklarının gözü önünde av tüfeğiyle öldürdü. Kadın Platformları, kadınlara yönelik şiddet olaylarını İstanbul Valiliği önünde protesto etti ve yasal düzenleme istedi. 

 

Mısır Çarşısı davasında Yargıtay’ın bozma kararının ardından tekrar yargılanan sosyolog Pınar Selek, 3’üncü kez beraat etti.  Ancak savcı kararı temyiz etti ve absürd tiyatrosu tekrara girdi. Gazeteci Hrant Dink suikastiyle ilgili davaya Beşiktaş adliyesinde devam edildi, 30 kamu görevlisi hakkında, cinayette ihmalleri olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılması kararı alındı. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul emniyet müdürü Celalettin Cerrah, dönemin Trabzon emniyet müdürü Ramazan Akyürek ve Trabzon il jandarma komutanı Ali Öz, haklarında soruşturma başlatılan isimler arasında bulunuyordu. Aynı günlerde, tetikçi Ogün Samast'ın Çocuk Mahkemesinde yargılanmasına başlandı. Dink ailesi avukatlarının İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı davada, cinayeti önlemediği ve Dink’i korumadığı gerekçesiyle, bakanlık suçlu bulunuyordu.

 

Gene Şubat’ta Ergenekon soruşturması Oda TV’ye uzanıyor, gazeteci Soner Yalçın, yayın yönetmeni Barış Pehlivan ve haber müdürü Barış Terkoğlu, “Ergenekon terör örgütüne üye olmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa sevketmek” iddialarıyla tutuklanıyordu. Aynı dönemde İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi, Hanefi Avcı'nın da aralarında bulunduğu 22 kişi hakkında ''Devrimci Karargâh Örgütü'' soruşturması kapsamında hazırlanan iddianameyi kabul ediyordu.

 

Bu gelişmeler üzerine Amerika’nın Ankara büyükelçisi Ricciardone “bir yanda özgür basın deniyor, ama bir yanda gazeteciler gözaltına alınıyor, bunu anlamıyoruz” beyanatını veriyor ama hükümet yetkililerinin tepkisini çekince “yabancı oldukları için kolay anlamadıklarını” söylüyordu.

 

Öte yandan, “Balyoz Darbe Planı” davasında tutuklu sayısı Şubat’ta 143’e yükseldi. Davanın 1 numaralı sanığı eski 1’inci ordu komutanı Çetin Doğan teslim oldu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, tutuklamalara tepki gösterip yargının siyasallaştığını savunuyor, Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, tutuklu muvazzaf subayları ziyaret ediyor, Başbakansa bu ziyaretten haberi olduğunu söylüyordu.

 

Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında yaşanan 'besleme' krizi yine bu ay çıktı. Kuzey Kıbrıs’ta sendikaların yaptığı mitingde Türkiye karşıtı pankartlar ve sloganlara sinirlenen Başbakan Erdoğan’ın, “ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır” sözleri adayı karıştırdı. Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi, atanmasından 6 ay sonra görevden alınıverdi.

 

 Allianoi

İzmir’in Bergama İlçesi’ndeki Allianoi Antik kenti, Yortanlı Barajı’nın suları altına nihai olarak gömülürken, çevre örgütleri, olayla ilgili dava süreci hâlâ devam ettiği için uygulamaya tepki gösteriyordu.Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise “tarihi tahrip ettikleri” eleştirilerine katılmadığını, kendilerinin tarihi ve çevreyi en fazla koruyan hükümet olduklarını söyledi. Şubat ayı içinde HES’ler için mahkemelerden art arda iptal kararları geldi. Rize İdare Mahkemesi Artvin'in Borçka ilçesinde hidroelektrik santral yapılmasına ilişkin kararı Ankara 8. İdare Mahkemesi ise Artvin Demirdöven HES projesinin üretim lisansını iptal ederken Eroğlu HES’lere gösterilen tepkiyi anlamadığını dile getiriyordu. Çevre ve canlı yaşam için bir müjde de enerji bakanı Taner Yıldız’dan geldi. Bakan tek santralle yetinilmeyeceğini, Cumhuriyet’in 100. yılında 3 nükleer santrali işletmede görmek istediklerini ifade etti.

 

Ayın son günü PKK, tek taraflı ateşkes kararını bitirdiğini duyurdu. Örgüt,  'demokratik açılım'ın başarıya ulaşması için başlattıkları 'ateşkes'in artık bir önemi kalmadığını belirterek eylemlerin süreceğini açıklıyordu.

 

Ekvador'da bir mahkeme, 20 yıl süren davanın ardından, Amerikan petrol devi Chevron'u, Amazon ormanlarını kirlettiği gerekçesiyle 8,6 milyar dolar para cezasına mahkum ediyor, BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, küresel gıda fiyatları rekor seviyeye yükseliyordu.

 

2011 Şubat’ı, belleklerde en uzun Şubat aylarından biri olarak yer ediyordu.

 

OcakŞubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık