Saraybosna, 28 Haziran 1914

-
Aa
+
a
a
a

18 Ocak 1871 günü Versailles Sarayının Aynalı Salonunda toplanan Alman Kral ve Prensleri “İkinci Reich” olarak tanınacak olan yeni bir Alman İmparatorluğunun temellerini atıyor ve Prusya Kralı Wilhelm I’i bu İmparatorluğun ilk Kaiser’i olarak seçiyorlardı. Yeni Reich’ın Şansölyesi (Başbakanı) Prens Otto von Bismarck,1862’de, Prusya Başbakanlığına atandığından bu yana ulaşmaya gayret ettiği hedefine nihayet varmış, Alman Birliğini Prusya Krallığının öncülüğünde gerçekleştirmişti.

18 Ocak günü Aynalı Salonda toplanan taçlı başlar farkında olmasalar da, kuşkusuz çağının en büyük devlet adamı olan Bismarck, o gün bir dönemin kapandığının ve yeni bir dönemin başladığının bilincindeydi. Reich’ın kuruluşu, 1815’te Viyana Kongresinde kurulan Avrupa dengelerinin temeline dinamit koymuştu.Bismarck’ın bundan böyle en önemli işi, bu denge bozukluğunu gözlerden saklamak için herkese dost, gözü tok, uluslararası arenada hiçbir toprak ve sömürge iddiası olmayan,

Otto von Bismarck, 1889'daReichstag koridorunda

barışsever bir Almanya görüntüsünü ayakta tutmaya çalışmak olacaktı. I. Wilhelm ve oğlu III. Friedrich, Hohenzollern hanedanına bir imparatorluk tacı getiren büyük ustanın diplomasisini saygı ile karşılayarak desteklediler.

Ancak sakat doğumunun ve dünyanın en güçlü donanmasına sahip İngiliz akrabalarının üzerinde yarattığı aşağılık kompleksini ordusunun gücüyle, uluslararası alanda küstahça çıkışlarla ve kılıç şakırtıları ile perdelemeye gayret eden II. Wilhelm için bu politika Alman İmparatorluğu gibi bir büyük güce yakışmıyordu. Bismarck unvanlar tevcih edilerek ve geniş arazilerle ödüllendirilerek azledildi.

Bloklar savaşı olacaktı

Alman dış politikası II. Wilhelm’in kaprisleri doğrultusunda yalpalamaya başlayınca herkes yeni dengeler arar oldu. 19’ncu yüzyılı, “İngilterenin dostları yok, sadece yüksek çıkarları vardır” diyerek “muhteşem yalnızlık” içinde geçiren ve Avrupa kıtasında Prusya’yı kendine en yakın ülke olarak gören Büyük Britanya, Alman Donanması’nın nicelik ve nitelik açısından Kraliyet Donanması’nı tehdit edecek bir düzeye yükselmesi üzerine yüzyıllardır düşman bildiği Fransa ve Rusya ile ittifak arayışlarına girmişti. Bundan böyle bir savaş çıkacaksa, bu tek tek devletler arasında değil, iki blok arasında olacaktı. Bir yanda gereksinimin oluşturduğu B. Britanya, Fransa ve Rusya; diğer tarafta çaresizliğin yarattığı Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya.

Kimse uygar Avrupa ulusları arasında savaş çıksın istemiyordu. Öyle ise caydırıcı olmak, karşı blokun gözünü korkutmak gerekti. O zaman donanmalar için daha büyük ve güçlü gemilere, ordular için daha seri atışlı, uzun menzilli toplara, daha çok sayıda, daha eğitimli muvazzaf ve yedek alaylara, tümenlere gereksinim vardı. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik unutuldu; toplanan vergiler silahlara dönüştürüldü. Avrupa patlamaya hazır bir barut fıçısı olmuştu.

* * *

Düşman kamplara bölünen Avrupa’da, Almanya’nın en can dostu ve kadim müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idi. Avusturya İmparatoru ve Macar Kralı olarak taç giyen ve hüküm süren Habsburg’lar, kendilerini Avrupa’nın en eski kraliyet hanedanı olarak görüyorlardı. Yüzyıllar boyunca kendilerini en güçlü ve büyük Alman devleti olarak görmüşler ve oluşturulan bütün Alman federasyonlarında liderliğe oynamışlardı. Ama Bismarck’ın diplomasisi ve Moltke’nin orduları, 1866 yılında, yedi hafta süren kısacık bir operasyonla Alman halklarının liderliğini Prusya’ya maletmişler ve Avusturya’yı Almanya’nın dışına itivermişlerdi. Bu savaşta Avusturya, yalnız var olma nedenlerinin en büyüğünü yitirmekle kalmamış, cephede İtalyan Ordusu’nun tozunu atmış olmasına karşın, en zengin eyaletlerinden biri olan Venetia’yı da İtalya Krallığına vermek zorunda kalmıştı. İmparatorluğun Almanlardan sonra en önemli ulusal grubunu oluşturan Macarlar, bu gelişmelerden yararlanarak, Viyana’dan talep ettikleri özerkliği ve meclisi kopartmışlar ve İmparatorluk böylece federatif bir yapıya dönüşmüştü. Uzun sözün kısası, 1867 yılında, Fransız Devriminin yarattığı ulus-devlet kavramının sert rüzgarları karşısında, Avusturya-Macaristan bir anakronizma gibi duruyordu.

93 Harbinin ardından Osmanlı toprağında

Ancak, bu hantal ve baskıcı İmparatorluk, Avusturya, Bohemya, Moravya, Galiçya, Tirol, Karintiya, Macaristan, Transilvanya, Bukovina, İstriya, Slovenya ve Dalmaçya’dan oluşan toprakları ve bu topraklarda yaşayan çok değişik uluslara mensup halkları ile hâlâ büyük bir devletti. Büyük devletlere has büyük hırsları ve açgözlülükleri vardı. Tarihimizde “93 Harbi” (1877-78) diye bilinen – o hiç gereksiz - büyük felaketin ardından, tıpkı bir akbaba gibi ve doğallıkla “Düvel-i Muazzama” diye bilinen harisler kulübünün diğer üyelerinin icazeti ile, yüzyıllardır Osmanlı toprağı olan Bosna ve Hersek’e, “iyi yönetilemedikleri” bahanesi ile girmiş ve bu bölgeyi Osmanlı adına yönetmeye soyunmuştu. 1908 yılında, İkinci Meşrutiyetin ilanının neden olduğu karışıklıklar sırasında da, aç gözlülüğü dışında hiç bir neden göstermeksizin, bu toprakları tek yönlü olarak ilhak edivermişti.

* * *

20’nci yüzyıl başında Bosna-Hersek’in nüfusu iki milyona yakındı. Bu nüfusun yaklaşık yüzde 30’unu Müslüman Türkler ve Sırplar, yüzde 25 kadarını Katolik Hırvatlar ve yüzde 40 üstünde bir kısmını da Ortodoks Sırplar oluşturuyordu. Nüfusun geri kalan kısmı ufak tefek cemaatler ve azınlıklardan ibaretti. Rus Çarlığının desteklediği Ortodoks Kilisesi’nin yüzyıllar süren Müslüman düşmanlığından ve fırsat bulduğunda neden olduğu kırımlardan çekinen Müslüman ahali, Avusturya yönetimini ehven-i şer görüyor ve tümüyle onu destekliyordu. Hırvatların büyük bir kısmı da Avusturya yönetiminden şikayetçi değildi. Ama büyük bir federatif güney Slav devleti hayali gören Hırvat sayısı da küçümsenemezdi. Sırpların çoğunluğunun gönlünde yatan arslan ise, 1878 yılında Osmanlıdan bağımsızlığını kurtaran Sırbistan ile birleşmekti. Ancak bu isteği aktif şekilde gerçekleştirmek isteyenler, Sırpların içinde dahi ufak bir azınlıktan öteye geçmiyordu.

İmparator Franz Josef

Avusturyalıların Bosna-Hersek’teki yönetimleri, “Habsburg Hanedanının Çöküşü” adlı kitabın yazarı Edward Crankshaw’a göre, yaratıcı zekâdan nasibini almamış olmakla birlikte, hayli düzenli ve tipik bir sömürge yönetimidir. Bu yönetim, İmparatorluğun azamet ve haşmetini ifade edecek gözalıcı resmi binalar, ticari yaşama hız ve canlılık getirmenin yanı sıra, asayişi sağlamak için koşuşturan askeri birliklerin ulaşımına da yarayan yollar, hiçbir zaman yeterli sayıya ulaşmayan okullar ve dış baskının sessiz, fakat en belirgin simgesi olan büyük kışlalar kazandırmıştır bölgeye.

Kaiser Franz Josef ile halefinin arası bozuktu

Bu yönetimin en tepesindeki Habsburg, Kaiser Franz Josef’dir. 1848 Devrimi’nin tahttan indirdiği epileptik amcası Ferdinand’ın yerine geldiğinde henüz 18 yaşında bir delikanlı olan Franz Josef, 1914 yılında 84 yaşındadır. Uzun saltanatı tatsız olaylarla doludur. Devrim, Rus Ordusu’nun aktif desteği ile bastırılmış; 1859 yılında Fransa-Avusturya savaşında Lombardia, Piemonte Krallığına teslim edilmiş; 1866 yılında Prusya ile savaşı takiben, yüzyıllardır şu veya bu şekilde baş rol oynadığı ve son sözü söylediği Alman dünyasından sürülmüş ve Venetia bölgesini İtalyanlara bırakmış; 1867 yılında Macarlara, isteği hilafına özerklik vermek zorunda kalmıştır. Özel yaşamı da acılarla doludur. Aktris Romy Schneider’in beyaz perdede “Sisi” serisi filmlerde canlandırdığı, eşi İmparatoriçe Elizabeth’i bir İtalyan teröristin bıçağına, kardeşi Meksika İmparatoru Maximilien’i Juarez’in idam mangasına kurban vermişti. Bu felaketler yetmezmiş gibi, sevgili oğlu ve veliahtı Rudolf, Mayerling’deki av köşkünde sevgilisi Barones Maria Vetsera ile birlikte intihar etmişti. Kuzenlerinden biri, Arşidük Johann Salvator ise aile adını ve unvanlarını reddederek Johann Orth adını almış ve Kaiser’in ölçütlerine göre, hanedanın adını ciddi şekilde lekelemişti.

Kontes Sophie Chotek

Yeni veliaht Franz Ferdinand da amcası için bir acı ve utanç kaynağıydı. Habsburg Hanedanına yakışmayan bir evlilik yapmış, mevkii itibarı ile Arşidük Friedrich’in kızlarından birine kur yapması gerekirken, onun nedimelerinden birine, eski bir Bohemyalı aileden gelen Chotkova ve Wognin Kontesi Sophie Chotek’e vurulmuştu. Kontesin ailesi, asil olmakla birlikte, Habsburgların kız alabileceği ailelerin listesi içinde yoktu. Yeğeninin aşk izdivacını engelleyemeyen Kaiser, intikamını Kontesi aileye almayarak ve bu evlilikten olacak çocukların tahta çıkma haklarını kaldırarak almıştı. Hakaret edercesine verdiği Düşes unvanı, resmi yemeklerde Kaiser’in ailesinin sofrasında yer almasına yetmiyordu.

 Vakıa Kaiser ile halefi arasında hiçbir sevgi bağı kalmamıştı ama,

Franz Ferdinand sevecen bir koca ve iyi bir baba olduğu gibi, resmi görevlerini de sorumlulukla yürütmeye çalışıyordu. Tahta çıktığında İmparatorluğun daha liberal bir yönetime kavuşturulması ve Slavlara özerklik tanınarak, İmparatorluğun ikili yönetim tarzının üçlü düzene çevrilmesi konusunda tasarıları vardı. Ordudaki görevlerini de ciddiyetle yürütüyordu. Zaten evi ve ailesi dışında en rahat ettiği ortam kışla olduğu için, hiç hak etmediği halde, bir militarist olarak tanınmaktaydı.

* * *

1914 yılında savaş patladıktan sonra, müttefik propagandası Sırbistan’ı “mert insanların küçük, ama kahraman ülkesi” diye tanımlamayı, politikaları açısından yararlı gördü. Ancak gerçeğin böyle olmadığını, Sırbistan’ın bir yandan komşuları için devamlı olarak huzursuzluk yaratırken, beri taraftan iç politikasını kanlı ve zalimce yöntemlerle yürüten tipik bir geri kalmış Balkan ülkesi olduğunu, 1914 teki müttefikleri de dahil olmak üzere, herkes biliyor ve bu nedenle günü gelip, Sırbistan’ın yarattığı huzursuzluğun cezasını çekmesi bekleniyordu. 1903 yılında, Pyotr Karayorgiyeviç’in tahta çıkartılması için yapılan saray darbesi öylesine hunharca yürütülmüştü ki Büyük Britanya ve Hollanda hükumetleri Sırbistan’la politik ilişkilerini kesmek zorunda kalmışlardı. 1914’te, bu kanlı darbenin mimarları olan Nikola Paşiç başbakan, “Apis” kod adını taşıyan Albay Dragutin Dimitriyeviç de Sırp Genel Kurmayı İstihbarat Dairesi Başkanı olarak iktidarda idiler.

Bağımsızlığına kavuştuğundan beri, Sırbistan’ın gözü komşularının topraklarında idi. Bu yayılmacı politikayı desteklemek ve halka maletmek üzere devletçe “Ulusal Savunma Birliği” (Narodni Odbranye) adlı bir dernek kurulmuştu. Bu dernek, aynı zamanda “Kara El” adlı bir terör örgütüne paravanlık ediyordu. Bu terör ve cinayet örgütünün güçlü adamı da doğallıkla Apis’ten başkası değildi. Apis’in öncelikleri Osmanlıların Makedonya’dan, Habsburgların da Bosna–Hersek’ten kovulmaları idi. Balkan Savaşları iş Apis’e kalmadan Osmanlı’nın Makedonya’dan çekilmesi sonucunu doğurmuştu. Ama bu kez Habsburglara gücünü gösterecekti. Avusturya-Macaristan Ordusu’nun manevraları münasebeti ile Bosna’yı ziyaret eden Franz Ferdinand öldürülecek, böylece hem diplomatik sular bulandırılacak, hem de İmparatorluk tebaası Slavlara özerklik vererek siyasi gerilimi yumuşatmak isteyen Veliahttan kurtulmuş olunacaktı.

“Elinizin altında bıçak, tüfek, bomba, dinamit, ne varsa, kapın!”

Sırp kaynakları ve müttefik propagandası, İmparatorluğun Sırp sınırında 250,000 askerin katıldığı bir manevra düzenleyerek ve Veliahtı bu manevraya davet ederek, Sırpları bilinçli olarak kışkırttığını savunur. Bu iddianın asılsızlığı bugün inkâr edilemez şekilde ispatlanmıştır. Gerçekte İmparatorluk Ordusu, diğer ordularda da adet olduğu gibi, her yıl olağan manevralar düzenlemektedir. Bu bağlamda Bosna-Hersek’te de, bölgenin batı kesiminde, Sırp sınırından uzakta ve sadece bölgede konuşlandırılmış 22,000 askerin katılımı ile olağan yıllık bir manevra düzenlenmiş ve Franz Ferdinand, bu birliklerin komutanı

General Oskar Potiorek

olan General Potiorek tarafından, Ordu Müfettişi olarak, manevraları izlemek üzere davet edilmiştir. Kaldı ki bu program aylar önce hazırlanmıştır. Nitekim diasporada yaşayan Sırpların Chicago’da yayımlanan “Srbobran” adlı dergisi, 3 Aralık 1913 günlü sayısında bu ziyareti, “Avusturya Veliahtı önümüzdeki yılın ortasında Saraybosna’yı ziyaret etme niyetini duyurmuştur. Her Sırp buna bir mim koysun... Ey Sırplar! Elinizin altında bıçak, tüfek, bomba, dinamit, ne varsa, kapın! Kutsal öcünüzü alın! Habsburg Hanedanına ölüm! Bu hanedana kalkan kahraman eller ebediyete kadar unutulmasın!” diyerek müjdelemektedir

Beri yandan, ciğerlerinden ciddi şekilde rahatsız olan Franz Ferdinand, yaz sıcağında manevraların yapılacağı bu çorak ve ağaçsız yörede çok sıkıntı çekeceğini bildiğinden, Potiorek’in davetini istemeyerek kabul etmiştir. Bu kararın nedeni Franz Ferdinand’ın sorumluluk duygusudur. Ordu müfettişi olarak manevralara, Veliaht olarak da eyalet merkezine yapılan davetlere hayır demek hakkının olmadığını düşünmektedir. Beri taraftan Viyana’dan uzakta, sevgili Sophie’sinin de bir arşidüşese gösterilmesi gereken saygıyı göreceğini ummaktadır. Böylece program hazırlanır. Veliaht ve eşi 26 ve 27 Haziran günleri manevraları izleyecekler, gecelerini Saraybosna’ya 50 km. mesafedeki kaplıca kasabası Ilıca’da (İlidze) geçirecekler ve 28 Haziran günü yörenin idari merkezi Saraybosna’yı ziyaret edeceklerdir.

* * *

Gavrilo Printsip; 1918'de zatürreden öldü

Şimdi Apis cinayete azmettirecek birkaç maşa bulmalıdır ve bunun için Kara El adlı terör örgütünün üyeleri biçilmiş kaftandır. Seçilenler Gavrilo Printsip, Nedeliko Çabrinoviç ve Trifko Grabej adlı terörist adaylarıdır. Printsip’in babası postacı, Çabrinoviç’inki ise bir Ortodoks papazıdır. Grabej’in babası da Avusturya polisi için casusluk yapmaktadır. 1914’te hepsi de 19 yaşında olan bu insanlar, örgüt üyelerini teröristlere dönüştüren Kara El Eğitim Merkezi komutanı Binbaşı Vova Tankosiç tarafından seçilerek eğitilmişler ve 27 Mayıs günü, Sırbistan Devlet Tophanesi’nde cebe girebilecek incelikte imal edilen altı adet bomba, dört adet Belçika yapımı otomatik tabanca ve ele geçmeleri durumunda kullanılmak üzere siyanür tabletleri ile teçhiz edilmişlerdi. Üçü de geçerli Avusturya pasaportları taşıyan Bosnalılar olmalarına karşın, her ne hikmetse, Kara El tarafından yeraltından gizlice Bosna’ya sokulmak üzere
28 Mayıs günü yola çıkartıldılar ve 3 Haziran’da Saraybosna’ya varıp, ayrı ayrı yerlerde gizlendiler. Daha 25 günleri vardı. Printsip bu süre içinde davaya dört kişi daha kazandırmayı becerdi. Bunların ilki Danilo İliç adlı 24 yaşında, Kara El üyesi bir öğretmen ve gazeteci idi. Printsip ve İliç, Vaso Çubriloviç (17) ve Svyetko Popoviç (18) adlı iki lise öğrencisi ile, daha önce General Potiorek’e bir saldırı girişiminde bulunurken panikleyip kaçan Mehmet Mehmetbaşiç adlı, akli dengesi bozuk bir Müslümanı da ayarttılar. Sahne hazırlanmış, aktörler de kuliste toplanmışlardı.

* * *

Veliaht ve eşinin Bosna ziyaretleri iyi başlamıştı. Manevralar başlamadan önceki gün antika birşeyler almak için, gayri resmi olarak ve hiçbir korunma önlemi almadan Eski Bedestene gitmişler, burada halk ve esnafın sevgi gösterileri ile karşılanmışlardı. 26 ve 27 Haziran günkü manevralar da çok başarılı geçmişti. Franz Ferdinand birliklerin disiplin ve becerisinden çok mutlu olmuştu. Açıkçası bu kadarını beklemiyordu. Bu iyi haberleri hem bir telgraf çekerek Kaiser’le paylaşmış, hem de Potiorek’e tebrikler ve iltifatlar yağdırmıştı. Program 28 Haziran günü tamamlanacaktı. O gün sabahtan Belediye Sarayı ziyaret edilecek, belediye başkanı ile tanışılacak, sonra Müze gezilecek ve Askeri Valinin sarayında öğle yemeği yenecekti. Asayişten sadece 150 kişilik bir yerel polis müfrezesi sorumlu idi. Halkın gösterdiği yakınlık nedeni ile Franz Ferdinand, hanedan ziyaretleri sırasında kaldırım kenarlarında kurulması adetten olan askeri zinciri, yanlış anlaşılmasından ve yerli halkın duygularını incitmesinden çekinerek iptal ettirmişti.

Veliaht ve eşi, Belediye Sarayı'nın önünde Kont Harrach'ın otomobiline binerken

 525’inci yılında...

Veliaht ve eşi 28 Haziran sabahı, program uyarınca askeri vali General Potiorek’i de yanlarına alarak Kont Harrach’ın açık otomobili ile Ilıca’dan yola çıktılar. Refakatçiler, yaverler ve diğer görevliler beş otomobilden oluşan bir konvoyla Veliahtın arabasını izlemekteydiler. Günün önemi nedeni ile Veliaht ve Potiorek merasim üniformalarını giymişlerdi. Franz Ferdinand Avusturya generallerinin yeşil horoz tüyleri ile süslü merasim şapkasını ve Feldmarschall’ların yeşil merasim ceketini

taşıyordu. Eşi ise beyaz, geniş kenarlı bir şapka ve beyaz yazlık bir elbise giymişti.

28 Haziran Sırplar için de çok önemli bir gün ola gelmiştir. Ortodoks takvimine göre bugün Aziz Vitüs günü, ya da Sırpça adı ile Vidov Dan’dır. Sırplar 28 Haziran 1389 günü Osmanlı İmparatoru I. Murat‘ın komutasındaki Türk Ordusu karşısında Kosova’da uğradıkları hezimetin anısını, 525 yıldır en büyük ulusal acı olarak yaşatmaktadırlar. Sultan Murad Han Hüdavendigar, büyük zaferini kazanmak üzere iken, bağlılığını arz etmek isteyen Miloş Kabiloviç adlı bir Sırp tarafından bıçaklanarak şehit edilmişti. 525’nci yılın bir başka taçlı başın kanının akıtılarak anılması, Sırp geleneklerine uygun düşecekti.

* * *

28 Haziran pırıl pırıl güneşli bir gündü. Saat sabah onu çeyrek geçe, terörist adayları Veliahtın arabasının geçeceği Apfel Rıhtımı boyunca dizilmişlerdi. İlk fırsat Çabrinoviç’indi. Günün anlam ve önemi dolayısı ile o sabah bir fotoğrafçıda resmini çektirmiş, sonra pususunu kurmuştu. Veliahtın arabasını görünce bombasının pimini çekti ve bombayı Sophie’nin kucağına attı. Sürücü bombayı görünce gaza bastı ve araba öne doğru fırladı. Bomba arabanın arkasına çarparak arkadan gelen arabanın altına kaçtı. Meydana gelen güçlü patlamada, aralarında Potiorek’in yaveri de bulunan birkaç görevli ve seyirci yaralandı. Çabrinoviç hemen siyanür hapını yuttu ve rıhtımdan suya atladı. Ancak siyanür hapı işlevini yapamamıştı. Çabrinoviç kızgın halk tarafından sudan çıkartıldı. Polis kurtarmasa, nerede ise linç edilecekti. O dönemlerde terör saldırıları sırasında nasıl hareket edilmesi gerektiği henüz bilinmemekteydi. Kalabalık arasında başka teröristlerin de bulunması olasılığına karşın kortej durdu. Veliaht yaralıların tedavisi ile ilgili emirler verdi. Yaralıların derhal hastaneye götürülmeleri için önlemler alındıktan sonra, rıhtım boyunca yola devam edildi. Önce yaşadığı şok nedeni ile kutsal(!) görevini unutan Çubriloviç’in önünden, daha sonra korkarak nöbet yerini bırakıp kaçan Popoviç’in olması gereken yerden geçildi. Printsip’in önüne geldiklerinde, patlamaya doğru koşan kalabalığın arasında sıkışan Printsip, öne fırlayamadı. Arabalar korkudan adeta donan Grabej’in önünden geçtiler ve Belediye Sarayına ulaştılar.

Arabası Printsip'in tam önünde durdu

Belediye Sarayında, Kaiser’e ciddi bir tehlike olmadığına ilişkin bir telgraf çekilip, Başkan ve Veliaht karşılıklı söylevler verdikten sonra, alınması gereken önlemler tartışıldı. Müze ziyareti programdan çıkartıldı. Veliaht, yaralıları ziyaret etmek için muhakkak hastaneye gitmek istediğini ama eşinin derhal Ilıca’ya götürülmesi gerektiğini dile getirdi. Ancak Kontes Chotek kesinlikle eşinden ayrılmayı reddetti. Böylece hep beraber hastaneye

Suikastın gerçekleştiği yer

doğru yola çıkıldı. Takip edilecek yollar değiştirilmişti. Kentin bir hayli dar ve eğri büğrü sokaklarına girmektense Apfel rıhtımı boyunca hızla ilerlenecekti. Şimdi en öndeki arabada Belediye Başkanı bulunuyor, Veliaht ikinci otomobilde gidiyordu. Güzergah değiştirilmiş ama kimse sürücüleri bu değişiklikten haberdar etmemişti. Başkanın arabası müzeye giden Franz Josef Caddesi’ne gelince Apfel Rıhtımı’ndan sağa saptı. Veliahtın otomobili de onu izledi. Printsip tam bu köşede, Schiller Mağazaları’nın önünde, tesadüfen rast geldiği bir tanıdığından kurtulmaya çalışıyordu. Eğer General Potiorek’in işgüzarlığı olmasaydı, hızla uzaklaşan otomobillere yetişmesi olanaksızdı. Ama yanlış yola dönüldüğünü gören Potiorek sürücüyü Apfel Rıhtımı’na dönmesi için uyardı. Adam durdu ve tam Printsip’in önüne doğru, geri geri gitmeye başladı. Senaryoya göre Printsip’in öne çıkıp ateş etmekten başka işi yoktu. O da öyle yaptı. İki el ateş etti.

Kurşunlardan biri Franz Ferdinand’ı boğazından yaralamıştı. Ağzından gelen kanlar arasında

- “Sopherl! Sopherl! Sakın ölme emi! Çocuklarımız için yaşamalısın”

dedi ve yığıldı. İkinci kurşun Kontesin karnına isabet etmiş ve Kontes iç kanama nedeni ile çoktan oturduğu yerde ölüvermişti. Veliaht da, arabalar Askeri Valinin ikametgâhına ulaştığında son nefesini veriyordu. İkametgâhta yan yana iki demir karyolaya yatırıldılar ve yukarı kattaki ziyafet masasını süsleyen çiçekler getirilerek, üstlerine döküldü.

Printsip tabancasını kullanarak intihara teşebbüs etmiş, başaramamıştı. Sırp işi siyanürlü kapsülü yutmuş, yine başarısız olmuştu. Yakalandı, halk tarafından bir hayli hırpalandı ve derhal içeri atıldı. Ne yazık ki içeri atılmadan barut fıçısına kibriti çakmıştı.

* * *

Avusturya’nın, huzursuzluk kaynağı ve terörist yatağı bu küçük devlete haddini bildirmesi için gerekli “casus belli” ortaya çıkmıştı. Avusturya Sırbistan’a verdiği ultimatoma istediği yanıtı alamayınca, seferberlik ilan etti. Ancak Sırpların bütün bu aşırılıkları yaparken güvendikleri bir “bütün Slavların koruyucusu” büyük biraderleri vardı. Şimdi o büyük birader Rusya yine ortaya çıkıyor ve küçük kardeşini korumak üzere, o da seferberlik ilan ediyordu. Ne ki Rusya ve Avusturya iki ayrı blokun üyesiydiler. Bu seferberlik ilanları, diğer üyelerin seferberlik ilanlarına, bunlar da kısa sürede karşılıklı savaş ilanlarına yol açtılar. Franz Ferdinand’ın öldürülmesinden beş hafta sonra, 1914 Ağustosunun ilk haftasında, bütün ”Düvel-i Muazzama” üyeleri birbirleri ile savaş halindeydiler. Printsip’in kurşunu tarihin en kanlı, en acılı savaşını başlatmıştı.

Kaynakça

CRANKSHAW, Edward; The Fall of the House of Habsburg; Londra; 1963. FERGUSON, Niall; The Pity of War; Londra; 1999. KEEGAN, John; The First World War; Londra; 1998. MASSIE, Robert K.; Nicholas and Alexandra; Londra; 1968. STONE, Norman; Europe Transformed, 1878-1919; Londra; 1983. WHEATCROFT, Andrew; The Habsburgs; Londra; 1995.