Roma Barışı

-
Aa
+
a
a
a

Birleşmiş Milletler özel raportörü John Dugard, bu ay yayımladığı raporunda, "Doğu Kudüs'te İsrail'in amacının şüpheye yer bırakmayacak biçimde bölgedeki Filistinli nüfusu azaltmak olduğunu" yazıyordu. "Tek taraflı geri çekilme" planıyla birlikte yürürlüğe giren "güvenlik çiti" İsrail'in uluslararası kurumlar nezdinde saygınlığını yitirmesine sebep oluyor. İsrail-Filistin sorununun karmaşıklığı ve uzun tarihi durumu anlaşılabilir olmaktan çıkarıyor. Tam da bu sebeple niyetlerden bahsetmeye başlamadan önce gerçekleri –olan biteni- anlamamız gerekli. Aksi takdirde sorunu hakkaniyete uygun bir sona vardırmak, başka bir deyişle 'barışmak' mümkün olmayacaktır. Özetle durumu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor.

İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu kabul etmemek mümkün değil; Hatta vatandaşlarını korumak ve bu amaçla gerekli önlemleri almak zorunda olduğu söylenebilir. Ancak bu önermeler "Çit"in neden Yeşil Hat'ta değil de Filistin topraklarına kurulduğunu açıklamak için yetersiz kalır.

 

Çit'in, yani Duvar'ın karşımıza nasıl çıktığını hatırlamakta fayda var. 2000 yılı ortalarında Ehud Barak'ın "cömert tekliflerde" bulunduğu Camp David Zirvesi'nin başarısızlığa uğradığının kesinleşmesinin ardından, İsrail şehirlerinde intihar saldırıları süreci başlayınca, halk güvenliğin sağlanması için hükümeti sıkıştırmaya başlamıştı. Hükümet, işgal devam ederken güvenliği sağlamanın neredeyse imkânsız olduğunu bildiği halde, talepleri kendi planı lehine kullanmış ve İsrail tarihinin en büyük projesini görücüye çıkarmıştı. Plana göre, "kalıcı barış tesis edilene kadar geçici

(büyütmek için tıklayınız)

olarak" güvenliği sağlamak üzere İsrail'le Filistin arasına bir "çit" çekilecekti. Böylesi bir güvenlik önleminin, mantık gereği, İsrail'in 1967 öncesi sınırları olan Yeşil Hat üzerine inşa edilmesi dışında bir ihtimal neredeyse hiç kimsenin aklına gelmemiş olduğundan, açıklanan plana karşı içeride ve dışarıda ciddî bir muhalefet de gelişmedi. Bu sebeple İsrail kamuoyu, Duvar için Filistinlilere ait 115 bin zeytin ağacının kökünden sökülmesinin, yollar kapatıldığı için ülkenin öbür yanından eşek sırtında defter taşıyan öğrencileri, işiyle evi arasında duvar çekildiği için saatlerce yürümek zorunda kalan Filistinliler'in, hastaneye hasta taşıyamayan ambulansların durumunu tartışacak vakit bulamadı.

Filistin tarafında ise, kelimenin tam anlamıyla hayatî öneme sahip 37 su kuyusunun, "kalan topraklarının" % 25'iyle birlikte İsrail tarafında kalmasının yaratacağı tepkinin barışı ve dolayısıyla güvenliği sağlamak üzere atılmış bir adım olmadığının anlaşılması zaman aldı. (Bu oran Duvar'ın Doğu Kudüs kısmının tamamlanmasıyla birlikte % 45'e çıkacak) Şaron'un ayrılma planı sonucunda müsadere edilen toprakların Filistin'in en verimli tarım toprakları olması da planın yaşayabilirliğini zorlaştıran bir diğer etmendi. Duvar tamamlandığında Filistin tarım topraklarının %60'ını yitirmiş olacak.

 

2001'in arifesinde, hemen herkes gibi, duvarın Yeşil Hat'ta çekileceğini düşünen geçici yerleşimcilerin  planın baş muhalifleri arasında olduğunu görmek mümkündü. Ancak 2003 seçimlerinin ardından hükümet olan Şaron kabinesi duvarı toprak müsaderesinin yeni bir yolu olarak uygulamaya koydu. Filistinliler arazilerini durum gereği komik paralar karşılığı yerleşimcilere satmaya başladılar. Ne de olsa "topraklar, yakın zamanda Duvarın ardında yok olacaklardı." Oyunun kuralları netleşmeye başlamıştı. Geçici yerleşimler, duvarın doğru yakasında kalmanın kalıcı olmak anlamına geleceğini, yanlış yakasında kalmanınsa sonları olacağını fark etmişlerdi. Yeni hükümetinin çözüm önerisinin 2000 Camp David zirvesinde dönemin Başbakanı Ehud Barak'ın "cömert teklifler" planı ile aynı ana fikri taşıması kamuoyunda tartışmanın meşrulaşması için gerekli zemini hazırladı. Her iki plan da "asgarî Filistinli nüfusla, azamî derecede toprağı müsadere etmenin" en uygun çözüm olduğu fikrini temel alıyordu. Fırsatların harekete geçirdiği açgözlülük, yoğun politik baskılara ve Filistin topraklarının içlerine kadar ilerleyen Duvar'ın meşru algılanmasına yol açtı. Çözümün ek "güvenlik tedbirleri" gerektireceği planla eş zamanlı olarak açıklandı. Kurulan yüzlerce kontrol noktası sebebiyle Batı Şeria'da normal bir hayat yaşamak imkânsız hale geldi. Sıkça gündeme gelen sıkıyönetimler, yıkımlar ve seyahat kısıtlamaları sonucu tüm bölge açlık sınırında yaşam mücadelesi vermeye başladı.

 

Mantığa aykırı olsa da, açlık çeken, tüm ümitlerini tüketmiş ve hapsedilmiş bir komşunun, zengin ve müreffeh bir İsrail'e yol açacağı fikri barışa dair tüm ümitlerini tüketmiş, savaş yorgunu İsrail kamuoyu tarafından fazla sorgulanmadı. Bu görece sessiz kabulün ortaya çıkmasında Duvar'ın tek çözüm olduğu ve güvenlik için gerekli rotanın ordu tarafından belirlendiği söylemi de etkili olmuştu. Fakat Duvar'ın Yeşil Hat'tan en az 3 kat daha uzun olması bile güvenlik probleminin katlanmakta olacağını görmek için yeterlidir. Bir duvar ne kadar uzun olursa güvenliğini sağlamanın da o kadar zor ve pahalı olacağı aşikârdır. Yaklaşık 1000 km uzunluğundaki güvenlik sistemi, duvarlar, çitler, elektrikli teller, gözlem kuleleri ve gelişmiş elektronik aygıtlardan oluşacağından, bakım ve güvenlik için gereken asker ihtiyacını katlamaktadır. Üstelik Duvar'ın yoğun nüfuslu köy ve kasabaların içinden geçmesi sürtüşme ve gerginlik ihtimalini de arttırmaktadır. İnşaat  tamamlandığında neler olacağının bariz göstergesi olmasına rağmen, Duvar'ın güvenliği sağlamak hususunda "şimdiden başarılı" olduğunu iddia edenler genellikle Gazze'yi örnek göstermektedirler. Bugün dünyanın en yoğun nüfuslu bölgeleri arasında bulunan Gazze, 1 milyon 200 bin "hüsrana uğramış, ümitsiz" insanın yaşadığı bir yer konumundadır. Düz bir araziye sahip bölgeyi çevreleyen, 50 km uzunluğundaki Gazze Duvarı için 5 bin askere ihtiyaç duyan güvenlik sisteminin duvarın tamamı için 100 bin askere ihtiyaç duyacağı, engebeli Batı Şeria'da ise ek güvenlik ihtiyaçları olduğu biliniyor. "Açık hava hapishanesi" Gazze'de son üç yıl içinde 2 bin evin yıkılmış olduğu, içinde bulunduğumuz ay içindeyse en az 18 Filistinlinin öldüğü gerçeği planın kolayca uygulanamayacağına işaret ediyor.

 

Askeri tedbirler sonucu ağır sarsıntılar geçiren İsrail ekonomisi içinse Duvar, daha fazla güvenlik harcaması mânâsına geliyor. Duvar, İsrail ekonomisine, arazinin durumuna göre kilometre başı, 2 ila 3 milyon dolara mal oluyor. Bu "geçici güvenlik önlemlerinin" toplam maliyetinin 1,5 ila 2 milyar dolar arası olacağı tahmin ediliyor. Duvarın hukuki durumuna gelince işler daha karmaşık bir hal alıyor.

 

2004 yılında Birleşmiş Milletler'in (BM) devletleri yargılama yetkisine sahip yegâne mahkemesi Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), "konunun İsrail-Filistin arası ilişkilerden öte, dünya barışını etkileyecek önemde olması" sebebiyle mahkemenin yetki alanında olduğuna hükmederek, Batı Şeria Duvarı'nın yasadışı olduğuna karar verdi. O güne kadar "duvar" kelimesinin "kışkırtıcı" olduğunu iddia eden İsrail Hükümeti "çit" kelimesini, orta yol izleyen BM Genel Sekreteri Kofi Annan ise "bariyer" kelimesini kullanıyordu. ICJ "böyle karmaşık bir yapıyı tanımlamak için yarattığı fiziksel koşullara bakmak gerektiğine" karar vererek BM Genel Kurulu'nun uygun gördüğü "duvar" kelimesini kullanma kararı aldı. Divan danışma görüşünde (advisory opinion) "325 bin Yahudi yerleşimcinin Yeşil Hat'la duvar arasında kalan bölgede ikâmet edeceğine" dikkat çeken mahkeme, "Doğu Kudüs dahil Filistin topraklarını elinde tutan İsrail'in uluslararası hukuku ihlâl ettiğini", Duvar'ın inşasıyla birlikte bir "fait accompli" (emrivakî) yapmış olacağına hükmetti. "Filistinlilerin (ülkeleri içinde) yaşamak istedikleri yeri seçme hakları ihlâl edilmişti."  İsrail'in "BM Antlaşması'nın 51. maddesi dayanarak meşru müdafaa hakkını kullandığı" iddiası ise mahkeme tarafından yersiz bulundu. Sonuç olarak  mahkeme Duvar'ın yıkılmasına ve doğan tüm zararın İsrail tarafından tazmin edilmesine 14'e karşı 1 oyla (ABD) karar verdi. ICJ'ye göre vaka BM Güvenlik Konseyi'nce değerlendirilmeli ve "gerekli adımlar" atılmalıydı. Ancak Konsey'in daimî üyesi ABD kararın görüşülmesini reddetti.

 

İsrail Yüksek Mahkemesi de 2005 yılında benzer bir karara imza attı. Böylece İsrail'in en yüksek yargı organı da Duvar'ın rotasının "güvenlik ihtiyaçlarına göre değil, siyasî amaçlara göre şekillendiğine" karar verdi. Yüksek Mahkeme'nin aynı kararında Duvar'ın rotasının değişmesi gerektiğine de hükmediliyordu. Ancak nihaî karar metninin ICJ'nin metniyle taban tabana zıt olduğunu da söylemek gerekir. Mahkeme, Duvar'ın her bölümünü "bizzat teftiş edeceğini" ve "her şikâyeti tek tek değerlendireceğini" açıkladı. Ayrıca konu "politikti", bu sebeple problem, özü gereği hukukî değildi.

Duvar'la ilgili niyetleri anlamak için, Başbakan Ehud Olmert'in daha önce "sadece güvenlik amaçlı" olduğunu ilân ettiği Çit'in "İsrail'in kalıcı sınırları olacağını" açıkladığını da unutmamak gerekir.

Bu noktada ahlaki problemleri bir kenara bakıp bu politikanın hangi sonuçları doğuracağı konusuna yoğunlaşırsak, en azından sonucun "tarafların birlikte yaşayabileceği" bir ortam yaratmasının mümkün görünmediği rahatlıkla söylenebilir. Amacın "barışı ve güvenliği tesis etmek" değil de,  "asgarî Filistinli nüfusla, azamî derecede toprağı müsadere etmek" olması durumunda "terörün" uzun yıllar süreceğini tahmin etmek de zor olmaz.           

* Graffiti sanatçısı Banksy'nin Batı Şeria'da Duvar üzerindeki bir çalışması.