Oyunbozan'ın İlk Yazısı

-
Aa
+
a
a
a

Çok önce yazmalıydım. Sadece dinleyici olduğum zamanlarda yazmış olmam gerekirdi. Vakit olmadı. En azından 1.5 yıldan fazla bir zamandır Açık Radyo'da çalışan biri olarak sanırım daha önce siteye yazmış olmalıydım. Ancak kısmet olmadı, "daha önce fikir beyan edeceğim önemde konu yoktu" deme şansına sahip değilim. Ne yazık ki genel anlamda iyi bir gidişten bahsetmek mümkün değil ve söyleyecek çok fazla şey var. Belki de "her sabah Açık Gazete'de genele dair sözümü söyleme hakkım olduğu için yazmama gerek kalmıyor" diyebilirim. Belki biraz daha düşünürsem başka bir kaç mazeret daha bulabilirim. Fakat hiç birisi içinde bulunduğum durumu açıklamaz. O halde ortada yalın bir sonuç var; 1.5 yıl sonra yazacaksam önemli bir şey söylemem gerekir. Biliyorum illa öyle olması gerekmez ama bir ruh haline girdin mi çıkmak da kolay olmuyor. O "uğruna yazı yazılacak" konuyu hayatın diğer kısımlarından kalan zamanda düşünürken, ayların geçtiğini hesaplamak zor olabiliyor. Birden bunun farkına da varamıyor insan. Rutinin içinde, arada bir çalan bir zil; ama gün içinde duyduğum yüzlercesi içinde onu ayırt etmek, edip de gereğini yapmak gerçekten de zor oluyor.

 

Sonunda aldığım karar üzerine yazıyor olduğum, "bu kadar sık çalıyorsa kulak vermek gerekir" yazımı okumaktasınız. Aslında zaten çoktan geç kalmış olmanın verdiği ağırlıkla ve ümitsizlikle donakalmıştım, tek yapmam gereken düşünmeyi bırakıp klavye başına geçmekti. Neyi neden yazacağıma karar vermek yazmak için ayırdığım mesaiyi dolduruyordu. Her halükârda yazmam gerektiği gerçeği silikleşmişti. Aslında bu noktaya vardığım gün 12 Eylül oldu. Mecazi anlamıyla değil, tarih olarak 12 Eylül 2005. 12 Eylül'ün 25. yılı üzerine Açık Gazete'de bir program yaptık. Bu programın hazırlığı için 12 Eylül üzerine bir çok belge-yazı ve hatıra okudum. Bu sayede kitaplar, makaleler, gazeteler, web siteleri ve bloglar taradım. Konunun çeşitli yönleri üzerine çeşitli fikirleri okumuş oldum.

 

Vardığım en temel sonuç: 12 Eylül adlı oyunun ebesinin, gökten kucağına düşen topu kavrayıp bağırdığı andı, "İSTOP !!" Üzerine tartışma fırsatı bulunamamış, ama tüm bir ülkenin bildiği/uyguladığı kural gereği herkes "donmuştu". Bu sebeple, herkes donduğu yerden gördüğü 12 Eylül'ü anlatabiliyordu. Kastım empati eksikliği ya da tek yönlü algılama değil. Herkes kural gereği "donduğundan" iletişim imkânı olmamıştı. Konuşarak anlaşmak da "donma fiili" gereği yasaktı. Buna rağmen 12 Eylül'ü anlatan herkes,  şiddet, korku, dağılma ve itaatı görebilmişti. Yani herkes başka taraflara bakarken donduğuna, yine de herkes aynı şeyi gördüğüne göre, ortamın fonu, ruhu buydu. Ben darbeyi bir bebek olarak karşıladığıma göre bu ortama doğmuş, bu fonun içinde büyümüştüm. Herhalde bu yüzden şiddet ve itaatten yana bu kadar dertliyim.

 

Her neyse fazla uzattım. Yukarda anlattığım birikim üzerine, Yıldırım Türker'in 12 Eylül tarihli Radikal'de  yazdığı, "Bu yazıyı 12 Eylül dönemine tanık olmaya yaşı yetmeyenler okusun isterim. Genç arkadaşlarıma anlatmak istediklerim var. Bugün, lanetli bir yıldönümü. Mutsuzluğumuzun uzun hikâyesine buradan başlayabiliriz. Daha önce de mutlu değildik. Ama hevesimiz vardı. Mutluluktan çok hevese yazılırdık zaten. Şimdiki kadar sakar, şimdiki kadar umutluyduk. Ama o zamanlar umut diyegeldiğimiz, neredeyse bütün insanlığı kucaklayan bir rüyaydı. Güzeldi. Aşka benzer bir yanı vardı. Dünyanın tanımı farklıydı o zamanlar. Henüz koparılıp alınmamıştı bizden. Sanki dünya elimizin altındaydı da biz onu okşadıkça yepyeni bir dünya dönecekti aşkımızdan. O zamanlar kimse kimseyi romantik olmakla suçlamazdı. Sizin kadar genç, sizin kadar uyanıktık. Ne sizden az, ne sizden fazlaydık. Sadece sanki daha sık bakardık birbirimizin gözlerine. Bir de sanki şimdi sizin sıkıldığınız kadar sıkılmazdık" şeklinde başlayan "eski dünya tasviri", teşhisi koymama yetti... Ebe hâlâ topu atmamıştı. Ama ben de doğduğumdan beri alıştığım üzere, hâlâ 'donma fiilini' gerçekleştiriyordum.

 

"Yepyeni bir dünya" yaratmaksa pek de alışık olmadığım bir fiili, hareket etmeyi gerektiriyor. Hem de organize olarak, yani konuşup anlaşmış olarak hareket ederek...

 

Kısacası; uzun zamandır ne yazacağımı düşünerek vakit kaybettiğime ve neden bu kadar tutuk olduğumu anladığıma göre, oturup yazmalı, bir "oyunbozan" olmalıydım. Oyunu bozmanın tek bir yolu vardı: o da tekrar iletişime geçmek, bu oyunu  oynamamaya özgürce karar vermek. 

 

Bu 12 Eylül'de ben derdimin ne olduğunu daha bir farklı anladım. Şimdilik derdime derman bulamadım, ama en azından harekete geçtiğim söylenebilir.

 

Hep birlikte yeni bir oyun bulalım, fakat bu sefer herkes konuşsun ve bir de bu sefer lütfen kurallara birlikte karar verelim. 

 

Ya da en kısacası; Lütfen itişmeyelim, ilerleyelim arkada yerler boş!

 

 

Avi Haligua*, Açık Radyo'da hafta içi her sabah yayınlanan Açık Gazete'yi Ömer Madra ile birlikte hazırlayıp sunuyor.

 

*Kafası karışık "anarşist serseri"1Ömer Madra, geçen ay