Oyun Sahası

-
Aa
+
a
a
a

31 Ağustos 2004The Guardian

Constantia bölgesindeki Cape Town kentinde  yaşayan ve emlakçılık işiyle uğraşan Mark Thatcher, Güney Afrika’da yaşamanın avantajlarını ön plana çıkartarak bu bölgedeki evleri EscapeArtist.com adlı internet sitesinde şöyle pazarlıyor|; “Eğer ödemeyi dolar veya sterlinle yapıyorsanız, güçsüz bir para birimi olan Rand size müthiş bir satınalma gücü kazandırabilir. R8,000 [£663] evli bir çifte bir ay yeter. Nasıl bir hayat tarzına sahip olmak istersiniz? Havuzlu bir villa,araba,hizmetçi... Güney Afrika, birinci sınıf konforu, gıdadan mücevharata, mücevharattan emlağa her türlü altyapıyı, üçüncü dünyanın fiyatlarıyla satın alabileceğiniz nadir yerlerden biri. Güney Afrika, problemli bir yer ancak burayı bizler için bir fırsata dönüştüren de bu.”

İngiltere’nin üst tabakası için Afrika hâlâ bir oyun alanı, geyikli bir park ve bir hazine. Constantia bölgesi, apartheid  ile tehcir edilmiş bölgelerden  yalnızca biri - Table Dağları’ndan Kenya Dağı’na kadar olan bölge- apartheid  sonrası  dönemde ise  kıtanın ışıldayan bölgesi.

Mark ve annesi için bundan daha iyi bir fırsat olabilir miydi? Margaret Thatcher, İngiliz firmalarını apartheid rejimini tasvip etmeye zorlamaz ise Güney Afrika’da yaşanan  problemlerin bizim için fırsatlara dönüşeceğini fark etti. Mark’a annesinin durumu hakkında ne düşündüğü sorulduğunda Mark bu soruyu şöyle yanıtlamıştı: “Mücadele eden  beyazları destekliyorum.”

Bayan Thatcher, 2001 yılında bundan böyle  her yıl, yılın bir bölümünü oğluyla Constantia’da geçireceğini açıklamıştı. Böylece, hem 2. Dünya Savaşı öncesi Britanya’da yaşayan sınıfın üyeleri gibi  yaşayacaklar hem de Earl Spencer ve Ian Smith’ten de uzaklaşmış olmayacaklardı. Bazı komşuları için bu dönem halen kapanmış değil. Thatcher’in arkadaşı Simon Mann ( Eton, Sandhurst, Scots Guards) cezaevinden gönderdiği yakarışlarla dolu mektupta şöyle diyor. “Kokarca ve Tırmık, yakın arkadaşlarına artık yardım elini uzatmıyor. Bizlere yardım etmek, onların şanına  leke sürebilir!”

Mann ve Thatcher, Afrikalıları hor görme hakkının kendilerine Tanrı tarafından bahşedilğini düşünen bir sınıftan geliyor.Thatcher’in Table Dağı’nın eteklerinde ev sahibi olan arkadaşlarından biri de John Aspinall (Rugby, Oxford, Royal Marines) idi. Kumar zengini  bir milyoner ve  hayvanat bahçesi işletmecisi olan Aspinall, “Windsor Şirketi Dükü”nü koruyan, üst düzey İngiliz faşist sınıfının kalıntılarından. Aspinall’e göre, nüfusun büyük bir kısmının “mütevazı bir soykırım ” ile icabına bakılması gerekiyordu. “Tıbbi araştırmaların kürtaja, istenmeyen çocukların öldürülmesine, ötenaziye ve doğum kontrolüne” yönlendirilmesi gerektiğini iddia ediyor ve üçüncü karısını da şöyle tanıtıyordu; “İlkel kadının mükemmel bir örneği, üstün erkeğine hizmet etmeye ve onu hoş tutmaya her daim hazır.”  Aspinall, Afrika Milli Kongresi’nin altını kazma konusunda Mangosuthu Buthelezi ile ortak çalışmıştı. Kendisi Güney Afrika’nın 30 bantustana bölünmesi gerektiğini savunuyordu.

Her fırsatta burnunu Avrupa’nın eski kolonileriyle ilgili işlere sokan “Aspers” da, sağ görüşlü bir takım köktencilerin lideriydi. En yakın arkadaşlarından birinin oğlu Robin Birley, 12 yaşındayken Aspinall’in kaplanlarından biri tarafından fena halde hırpalandı. Ancak bu olay da bu dostluğu bozmayacaktı. Birley’in annesi, kocasını Aspinall’in yakın arkadaşlarından Sir James Goldsmith için terk etti. Aspers ve Birley (Londra’nın en şık gece kulüplerinden Annbel’s kendisine babasından miras kaldı) daha sonra Goldsmith’in Referandum Partisi için adaylıklarını koydular. Bir kaç yıl önce Birley bana Renamo’ya, yani Mozambik halkını yıldırmak için Güney Afrika’nın desteklediği gruba yardım etmeyi, yalnızca bir hak olarak değil aynı zamanda bir görev olarak gördüğünü söylediğinde ciddi bir şekilde tartışmıştık.

Aspinall’in bir diğer arkadaşı da Spectator yazarı Taki Theodoracopoulos’tur. Kendisi, Carla Powell’la yani Lady Thatcher’in eski özel sekreterinin eşi ile birlikte, sağcı İngiliz basının, Buthelezi’nin kilise tarafından resmen kabul edilip tanınması için yürüttüğü  kampanyayı yönetmiştir. Bir keresinde Taki Kenya’ya ile ilgili olarak şunları yazmıştı: “Demokrasinin bu bongo-bongo topraklarına gelebilmesi benim çocuklarıma Concorde bileti alabilmem kadar muhtemeldir.”  Britanya’nın zenci kabadayılar tarafından soyulduğundan ve savaştan sonra göç etmelerine izin verilmiş olan Batılı Hintlilerin “sinekler gibi” çoğaldığından şikâyet eder dururdu. 1999 yılında Taki ve Birley, Augusto Pinochet’nin serbest bırakılması için düzenlenen bir kampanyayı finanse etti. Bu kampanyanın halka ilişkilerinden sorumlu olan kişi, Thatcher’in eski ortopedi doktoru Lord Bell idi. Lord Bell, 1994 yılı seçimlerinde Güney Afrika Ulusal Partisi için çalışmıştı. Kendisi şu anda da Mark’ı temsil etmektedir.

Cecil Rhodes, Matabeleland’ı ele geçireli beri, İngiliz sağının Afrika’daki ideolojik kontrolü ele geçirme mücadelesi, kıtanın kaynaklarını ele geçirme çabalarına bağlanmıştır. Mann’ın asilzade ağı, Afrika’daki bütün petrol ve maden yataklarına göz dikmiş ve bunları ele geçirmişti. Madende bazı imtiyazlar elde etmek amacıyla yardımda bulunan piyadeler, yaptıkları işleri saygın göstermek amacıyla sınıfsal bağlantıları kullanmaya çalıştılar

 Darfur’la ilgili bir makale için çok uzun bir giriş bölümü oldu. Bu yazıyı yazmakla benim amacım, Afrikalıların İngilizlerden şüphelenmekte ne kadar haklı olduklarını göstermek. Şüphesiz, İngilizler  Afrika ile her zaman çok “ilgilendi”.  Ne var ki, İngilizlerin bu konudaki sicili çok kötü. Sudan hükümeti, İngiltere’nin Sudan’ın petrolüne ve altınına göz dikmiş olduğunu söylüyor. Doğrusu pek de  haksız sayılmazlar. İngiliz hükümeti değilse de bazı seçkin İngiliz vatandaşlarının petrol ve altın peşinde olduğu kesin. Thatcher’in da bu kişilerden biri olduğu söyleniyor. Geçen hafta Mann’ın suç ortaklarından Nick du Toit, Ekvatorya Gine’sinde yapılan duruşmada Thatcher’in da kendileriyle ortak olduğunu beyan ederek, Thatcher’in “Sudan’daki bir kazı operasyonu için” kendisinden helikopter satın almak istediğini söyledi. Thatcher ise bütün bu suçlamaları reddetti.

Sudan hükümeti, Darfur‘da doğal afetler vasıtasıyla bir soykırım yapmayı hedefliyor gibi görünüyor. Fur, Massaleet ve Zagawa  bölgelerinde yaşayan halk, yağış sebebiyle evlerinden sürüldü.1200 kişinin hayatını kaybettiği iddia ediliyor ki bu çok komik.Çünkü  BM, şu ana kadar 50.000 kişinin öldüğünü bildiriyor. Sudan’lı uzman Eric Reeves’in yaptığı detaylı bir araştırma ise ölü sayısının 200.000’e ulaştığını belirtiyor. Bu, akılalmaz bir facia ve bunun bir müsebbibi de  BM’in korkunç ihmali.

İlk kez, ABD ve İngiltere hükümeti doğru tarafta gibi görünüyorlar. ABD ve ingiltere, Janjaweed milislerinin silahsızlandırılmaları ve büyük bir Afrika barış gücü kuvveti oluşturulması konusunda Sudan hükümetine Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinden daha fazla baskı yapıyor. Bizim de onlara destek vermemiz gerekir. Ne var ki, üç olay yüzünden ABD ve İngiltere’nin güvenilirlikleri zedelenmiş durumda. Birincisi, Irak’taki saçmalık ve İsrail’deki dalavere yüzünden hiçbir Arap hükümeti kendilerine asla güvenmeyecektir. İkincisi, kontrol ettikleri kurumlar –bilhassa yamyam IMF- Afrika’da her yıl artan ölüm oranı konusunda Janjaweed’den daha fazla sorumludur. Üçüncüsü, İngiltere’nin sömürgecilik dönemi henüz kapanmış değildir.

Afrika’da İngilizlerden hâlâ nefret ediliyor ve çok geçerli nedenler var. Tony Blair kıtanın dünya bilincinde bir leke yarattığını söyleyip, atıp tutabilir, ancak bizim vatandaşlarımız kendi zeametlerini  ön plana çıkarttıkları sürece orada yaşayanların Blair’i ciddiye almaları zor gibi görünüyor.

Çeviren: Işıl Şimşek