No.495 - 'Tersine Endüstri Devrimi' Yapabilecek Cesaretimiz Var mı?

-
Aa
+
a
a
a

Yılın ilk ayında, beklenmedik yükseklikteki soğuk dalgaları Orta ve Doğu Avrupa'da ortalığı birbirine kattı. Bir gece içinde Ukrayna'da 40, Polonya'da 10 insanın donduğu, Romanya'yla birlikte sadece bu üç ülkede toplam ölenlerin sayısının neredeyse üç yüzü bulduğu, kimi yerlerde sıcaklığın sıfırın altında 34 dereceye kadar düştüğü ve böylelikle tarihi rekorlar kırılmasına ramak kaldığı öğrenildi – eğer kırılmadıysa tabii! Acı soğuk, sonra Batı'ya da yayıldı. Kara, hava, demir yollarındaki muazzam ulaşım aksaklıkları Almanya, İtalya, Bulgaristan ve Yunanistan'ı derinden etkiledi. Türkiye'nin de soğuk dalgası ve kar yağışlarından fazlasıyla nasibini aldığı, donanların olduğu, çığ felaketlerinin yaşandığı, soğuk dalgalarının ve yağışların birbirini takip ettiği biliniyor.

 

Avrupa'daki bu soğuk dalgası, doğal gaz akışındaki aksaklıklar ve fiyat pazarlıkları dolayısıyla önce Rusya ile Ukrayna, sonra da Rusya'yla Gürcistan arasında siyasi "soğuk hava"lar yaşanmasına, ülkeler arasında "doğal gaz hırsızlığı", "doğal gaz şantajı", "doğal gaz teröristliği" gibi, biraz gerçeküstücü tonlar taşıyan, karşılıklı suçlamalara yol açtı. Hatta, enerji sağlayıcısı Rusya'nın, doğal gaz müşterisi Avrupa'da, istemeden de olsa, asrın konusu güven meselesinde sorun yarattığı, güven ortamını sarstığı, güven buhranına değilse bile, en azından – uzun vadeli perspektifte – uluslararası ilişkilerde hafif bir "soğuma"ya neden olduğu bile söylenebilir.

 

Doğu ve Batı Avrupa'da işte böyle bir hava yaşanırken, "suyun öte tarafında" ABD, tarihinin en sıcak günlerinden bazılarını yaşamaya koyulmuştu. Düzenli kayıtların tutulmasına başlandığı 1869'dan bu yana görülmüş en yüksek Ocak ayı ortalamalarının tutturulması, sağcı Fox televizyonu kanallarının sağcı programcılarının, "aman ne iyi, ısınmak için fazla üzülmemize gerek kalmadı, enerji tasarrufuna bile gidebiliriz!" şeklindeki, artık biraz bönlüğe kaçan naivlikte yorumları dikkat çekiyordu.

 

Şimdi de soğuk dalgası ve kar fırtınaları Amerika'nın kuzeydoğusunu, hatta tüm doğu yakasını vurmuş durumda. Boston'dan Washington'a her yeri karların kapladığı, 2 binden fazla uçak seferinin iptal edildiği, Maryland ve New Jersey'de yoğun elektrik kesintileri yaşandığı, New York'un meşhur Central Park'ında 68 cm'den fazla kar kalınlığı kaydedildiği ve kentin 1869'daki ilk kayıtlardan beri en "kötü"  fırtınadan geçmekte olduğu belirtiliyor. New York sakinlerinden bir hanım, bunun eğlenceli bir şey olduğunu söylese ve "herkes karda daha dostça hareket ediyor" diye bir modern kentli nahifliği sergilese de, kazın ayağı pek öyle değil sanki.

 

Anî küresel iklim değişikliği üzerinde çalışan bilim insanlarının uzunca bir süredir hayli sağlam kanıtlara dayanarak söylediklerine göre, fosil yakıt tüketimi dolayısıyla ortaya çıkan destabilizasyonun tipik belirtileri arasında "aşırı" iklim olayları da önemli bir yer tutuyor çünkü. 2003 yazında Avrupa'da (Fransa, İspanya ve İtalya) yaklaşık 30 bin insanın ölümüne yol açan müthiş sıcak dalgası, bunlardan sadece biriydi...

 

Bu kış halen içinden geçmekte olduğumuz soğuk dalgalarının daha nerelere varacağını ya da bunların "küresel ısınma" ile ne gibi bir bağlantısı olduğu konusunda bir yorumda bulunmak için henüz erken. Bu konuyu yine bilim insanlarına bırakalım ve önümüze bakalım.

 

***

 

"Sıcaklık" konusunu bir an için daha geri plana atarsak, bu soğuk dalgaları, geçen tefrikada (No.494 – "Bush'un Unutkanlığı ve Bağımlılıklarımız") sözü edilen enerji krizi ihtimalleri üzerinde biraz daha durmak için bize bulunmaz bir fırsat vermiş gibi görünüyor. O yazıda petrol ve enerji konusundaki görüşlerine yer verdiğimiz Hampshire College Barış ve Dünya Güvenliği Araştırmaları Merkezi öğretim üyesi Profesör Michael Klare, yeni makalesinde ("The Permanent Energy Crisis", Tomdispatch.com, 9 Şubat 2006) dünyanın yepyeni ve gitgide büyüyen bir tehlike içinde olduğunu anlatıyor: Klare'in deyişiyle "yeryüzündeki tüm toplumların sağlık ve esenliğini tehdit eden", deprem çapındaki bu büyük tehlikenin adı: Sürekli Enerji Krizi. Bu "deprem"in "öncü sarsıntıları" da şunlar:

 

-          Gürcistan'daki doğal gaz boru hatlarının bu korkunç soğuklarda yaygın hoşnutsuzluk yaratan sabotajı;

-          Nijerya'da petrole bağlı etnik şiddet sonucu ülke petrol üretiminde keskin düşüş;

-          İran'ın BM Güvenlik Konseyi'nden çıkabilecek bir yaptırım kararı üzerine petrol ve doğal gaz ihracatını keseceği yolunda tehditler savurması;

-          bütün bu gelişmelerin sonucu olarak dünyada petrol fiyatlarında hızlıca minik artışlar yaşanması ve iş çevrelerinin basınında, bu artışların devam etmesi halinde varil başına fiyatların kolaylıkla 80 doların üzerine çıkacağını belirtmeleri...

 

Profesör Klare, bunları tıpkı büyük bir depremden önceki "öncü" sarsıntılar gibi değerlendiriyor, çok daha derin bir krizin işaretleri olarak ele almamızı öneriyor ve üç vektörü ön plana alan bir "kriz analizi" yapıyor. "Bunların her biri insanı yeterince kaygılandıracak kadar büyük zaten," diyor Klare, "ama asıl bunların kesişiyor olmasından korkmalıyız." Yazarın –nâçiz tefrikacınıza göre–  hepsi için oldukça sağlam kanıtlar da sunduğu vektörler şunlar:

 

Dünyada enerji talebi hızla artarken, enerji arzındaki büyümenin yavaşlaması.

 

Petrol üretimi dünyada "tepe noktaya" ulaşmak üzere. Bunun ardından "kolay/ucuz petrol çağı sona ermiş olacak. Ayrıca, dünya petrol üretimi özellikle ABD, Çin ve Hindistan'ın yanı sıra hızla gelişen birçok ülkenin muazzam iştahı karşısında kesinlikle talebin altında kalacak. Geriye kalan önemli petrol arama sahaları da iklim şartları, siyaset çalkantıları, sabotaj vb. sebeplerle çok zorluk yaratan alanlarda kalmış olacak. Krizde "ekstra" petrol üretim artışı yapma kapasitesi de artık –Suudi Arabistan dahil– hiçbir ülkede kalmadığından, Rusya ve/ya İran gibi ülkelerin ihracatı kesmesi karşısında sonuç: âni bir enerji şoku ve – daha bitmedi – varili 100 dolara varan, hatta onu bile aşan petrol fiyatları! Ayrıca, doğal gazın da gelecekte kısıtlı olması risklerinin yüksek olduğunu belirten Klare, yenilenebilir enerji kaynaklarının bir kısmının (rüzgâr, güneş, biyokütle) teknoloik gelişme açısından erken aşamalarda olduğunu ve bir trilyon dolarlık yeni yatırım gerektirdiğini, diğer bir kısmının (nükleer enerji ve "temiz" kömür") beraberinde getirdikleri ciddi sorunların aşılabilmesi halinde dahi, mevcut enerji kaynaklarının yerini alabilmeleri için en az otuz yıl ve birkaç trilyon dolarlık ek yatırımı gerektirdiklerini belirtiyor! Kısa dönemde petrol ve doğalgaz açığını giderebilecek tek kaynak olan konvansiyonel, temiz olmayan, kömürün üretiminde artışa gidilmesininse, aklın almayacağı bir iklim felaketi demek olduğunu vurguluyor.

 

Kaynaklar üzerinde jeopolitik rekabetin yarattığı siyasal istikrarsızlığın yükselişi.

 

Başını ABD ile Çin'in çektiği bugünün büyük devletleri Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika'da, tercih ettikleri petrol ve doğalgaz üreticileriyle yakın ilişkilere girip, karşılığında da elbette gelişmiş silahlar, askerî teknoloji ve danışmanlar sağlayarak rekabet – ve Birinci Dünya Savaşı öncesindeki "Büyük Oyun" gibi, sürekli tırmanan bir dolaylı çatışma halindeler. Ayrıca, Çin ile Japonya'nın Doğu Çin Denizi'ndeki su altı doğal gaz kaynakları üzerinde doğrudan çatışmaya girmeleri ihtimali de, önemle göz önünde bulundurulması gereken bir olasılık. Aynı doğrultuda, petrol üreticisi ülkelerde, enerji fiyatlarının düzenli olarak yükselmesine paralel olarak – etnik, dini, vb. temelli gibi görünen – iç çatışmalara girilmesi ve bu çatışmaların sürekli yükselmesi de neredeyse kaçınılmaz bir olasılık olarak görülüyor. Otoriter "petro rejimleri"nin ve bu bölgelerde (Irak, Nijerya) etnik çatışmaların sürekli yükselme eğrisi göstermesi de bunun bir göstergesi zaten.

 

İnsanlığın petrol, doğal gaz ve kömüre bağımlılığının yarattığı çevre felaketleri.

 

ABD Enerji Bakanlığı'nın 2005 Temmuz tarihli tahminine göre dünya çapında karbondioksit salımları 2002'den 2025'e kadar, neredeyse yüzde 60 artmış olacak! 15 milyar ton CO2 tutarındaki bu akıl almaz artışın neredeyse tamamı petrol, doğal gaz ve kömür tüketiminden kaynaklanacak! "Eğer bu tahmin doğru çıkarsa," diyor Profesör Klare, "o zaman dünya muhtemelen eşiği geçmiş olacak: Yani, dünyanın önemli ölçüde ısınmasının, deniz seviyelerinde hatırı sayılır bir yükselmenin ve bütün bunlardan doğacak çevre yıkımının önünü almayı mümkün kılacak eşik aşılmış olacak."

 

Eşik demişken, Klare'in yazısından önemli bulduğumuz bir paragrafı aktararak tefrikamızı bitirmeden önce, Independent gazetesinden bir "son dakika" haberine kocaman bir parantez açmadan olmayacak galiba: "Özel Haber"in başlığı şu:

 

"Küresel Isınma: 'Eşik' Aşılırken" Özel araştırmamız, dünya sıcaklıklarında kritik yükselmenin artık önlenemez seviyeye geldiğini ortaya koyuyor".

 

Devamı da şöyle:

 

"Britanya hükümetinin daha geçen hafta altını çizdiği, Yeryüzü için hayati olan ve aşılmaması gereken eşiğin ya da"dönüm noktası"nın, şimdiden aşılmış olduğu ve bunun müthiş yıkıcı sonuçlara yol açacağı ortaya çıktı. Independent gazetesinin bilim dünyasına yaptırmış olduğu araştırma, atmosferdeki sera gazları birikiminin, geçen yıl  dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanlarının Britanya'da bir konferansta belirledikleri eşiği aşmış olduğunu ortaya koydu. Bilim insanları, bu eşiğin ötesine geçilmesi halinde, gerçekten tehlikeli iklim değişikliğinin muhtemelen durdurulamaz nitelikte olduğunu tespit etmişlerdi.

 

Bu tespitten çıkan sonuçlar ise şunlar: Küresel ısınmanın önceden belirtilen en kötü etkileri gerçekleşecek: Ekosistemlerin yok oluşundan, yükselen açlığa ve milyarlarca insanın su kıtlığı içine düşmesine kadar... ve bütün bu sonuçları, ne yaparsak yapalım, artık engelleyemeyeceğiz. Bu araştırma, yeşillerin gurusu Profesör James Lovelock'un geçen ay Independent gazetesinde ortaya koyduğu görüşü, yani iklim değişikliğinin artık geri dönülmez noktayı geçtiği şeklindeki görüşü de ciddi ölçüde destekler mahiyette [...]

 

İyice rotasına girmiş bulunduğumuz bu tehlike noktası, dünya sıcaklık ortalamalarının, 18. yüzyıl sonlarında gerçekleştirilen Endüstri Devrimi öncesindeki seviyesinin 2 derece üstüne çıkmasıdır.[...] 2 derecelik bu eşik, CO2 olarak ifade edildiğinde, sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonu tavanına tekabül etmektedir ve bu tavan da milyonda 400 parçacıktır (ppm). Independent'ın ısmarladığı araştırma, bilim ve siyaset camialarında büyük ölçüde dikkatlerden kaçmış olan bir hususu, CO2''e ilaveten  metan ve nitrojen gibi sera gazlarının da küresel ısınmaya CO2 etkisi olarak ifade edilmesiyle birlikte, mütekabil CO2 konsantrasyonunda eşiğin 425 ppm ile, daha şimdiden aşılmış olduğunu ortaya koymaktadır." (Michael McCarthy, "Global Warming...," The Independent, 11 Şubat 2006) ]

 

Evet, eşik-tuzak-çıkış. Şimdi, Klare'in üç ayaklı analizinin sonuna dönebiliriz artık: 

 

"Global karbon salımlarındaki artışı yavaşlatmanın en sağlam yolu, fosil yakıt tüketimimizi azaltmak ve alternatif enerji formlarına geçişi hızlandırmak. Ama, bu alternatifler şu anda kayda değer ölçülerde petrol, doğal gaz ve kömürün yerini alacak durumda olmadığına göre (ve bugünkü yatırım oranlarıyla birkaç on yıl daha olmayacağına göre), fosil yakıtlara bağlı kalma eğilimi muhtemelen güçlü bir şekilde devam edecek. Aslına bakılırsa, bir açmazın içindeyiz:

 

Dünya küresel ihtiyacı karşılamak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor; şu anda bunu gerçekleştirebilmenin tek yolu, Dünya'dan daha çok petrol, gaz ve kömür çıkartmak ve böylelikle iklim değişikliği felaketinin başlangıcını hızlandırmak.

Öte yandan, böyle bir değişikliği önlemenin tek yolu daha az petrol, gaz ve kömür tüketmek, ama bu öylesine ciddi ekonomik maliyetlere katlanmayı gerektirecek ki, ülke liderlerinin çoğu böyle bir şeyi düşünmeye bile yanaşmayacaktır.

 

Sonuçta, biz de ucuz enerjiye olan toplu bağımlılığımızın getirdiği sürekli bir enerji krizi içine hapis olmuş olacağız.

 

Bu tuzaktan kurtulmanın tek yolu var: Dişimizi sıkıp, bir yandan fosil yakıt tüketimimizi kısacak kahramanca tedbirler alırken, bir yandan da kolları sıvayıp alternatif enerji sistemleri geliştirmek üzere çok kapsamlı bir programa girişmek. Bu, 19. ve 20. yüzyılların kömür ve petrolle ateşlenen endüstri devrimiyle kıyaslanabilecek, ve aynı zamanda bir anlamda onun tersine çevrilmesi anlamına gelecek bir gayrettir.

 

ABD'de bunun anlamı, en azından benzin ürünleri tüketimine adamakıllı yüksek bir vergi konması, bundan elde edilecek gelirlerin de yenilenebilir enerji sistemlerinin finansmanında kullanılmasıdır. Şu anda otoyolların inşasına ayrılmış tüm malî kaynakların kamu taşımacılığına ve şehir içi hızlı tren yollarına tahsis edilmesi, 2010'dan sonra Amerika'da satılan bütün yeni arabaların enerji verimliliğinin galon başına asgari 50 mil olması gerekir.

 

Bu önlemler pahalı ve yıkıcı olacaktır – ama küresel ekonomi çökmeden ya da gezegen insanlar için yaşanamaz hale gelmeden önce sürekli enerji krizinden çıkmak için bir umudumuz kalsın istiyorsak, başka ne seçeneğimiz var ki?" (Michael Klare, agy, s. 7-9, vurgular benim - ÖM)

 

***

 

Düşünelim bakalım, ey okur, başka ne seçeneğimiz var.

 

 Devamı haftaya...