No:479 - Bozkır Yangınını Ateşleyen Kadından Mektup Var

-
Aa
+
a
a
a

Amerika’da birdenbire bir “bozkır yangını” çıktı ve ülkenin her bir yanına aynı anda yayılmaya başladı. Ülkenin dört bir tarafında 1600’den fazla kent, kasaba ve “köy”de on binlerce insan aynı anda mumlarını yakarak, Cindy Sheehan’la dayanışma “ayinlerini” gerçekleştirdi. Geçen yıl Sadr kentinde bir pusuya düşürülerek öldürülen Amerikan askeri Casey’in annesi Cindy, daha âdil, daha iyi bir dünya gerçekleşmesi için uğraşan herkesin büyük bir umutla beklediği fenomenin, yani ABD halkının barış hareketinin nihai olarak ateşlenmesinin katalizörü olma yolunda. Hatta belki de oldu bile! San Francisco Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü profesörlerinden Steven Zunes, “eşik kesin olarak aşıldı,” diyor. Bu, tayin edici olayın “başlatıcısı” Cindy Sheehan, aniden hastalanan annesine bakmak üzere, Başkan’ın çiftliğinin yanı başında kurduğu barış kampını, öteki annelere ve aktivistlere bırakıp geçici olarak evine döndü. Ama aynı gün, yani 20 Ağustos günü, CommonDreams.org’da yayımlanan yazısında, çağımızın ruhunu öyle net bir dille ortaya koymuş ki, bunu başka birinin, hele naçiz yazarınızın daha iyi anlatması saçma olurdu. Dolayısıyla, bu “köşe”yi, bu seferlik, Cindy’nin kendisine bırakmanın yerinde olacağını düşündüm. Çağımızın Bir Kahramanı olan Cindy Sheehan’ın yazısının büyük bölümünü çevirip sizlerle paylaşmak, bana daha anlamlı görünüyor. Ö.M.

 

Riyakârlar ve Yalancılar

 

Medya yanılıyor. Casey Kampı’na gelip basınla ilişkileri ve aktiviteleri düzenlemeye çalışan insanlar benim ne söyleyeceğimi belirlemiyorlar; onlar bu sözleri benim ağzımdan söküp çıkarmakla uğraşıyorlar. Epey bir süredir, doğruları söyleyen ve bunları altını çizerek söyleyen biri olarak bilinen biriyim. Yalancıya yalancı, ikiyüzlüye de ikiyüzlü derim ben. Şimdi, daha geniş bir kitleye hitap edebilmek için daha yumuşak, daha ılımlı bir dil kullanmam isteniyor. Casey Kampı’ndaki arkadaşlarım neden orada bulunuyorlar? 6 Ağustos’ta küçücük bir eylemden neden böyle büyük bir hareket doğdu? Bunları anlatmam isteniyor.

 

Casey Kampı olgusunu analize tabi tutacak fazla vaktim olmadı. Şimdi basından okuyorum ki, bir haftadan kısa bir süre içinde 250 mülakat vermişim. İnanırım. Her gece kısılmış bir ses, şişmiş bir boğazla giriyorum yatağa. Bazı soruları yanıtlamaktan da bayağı yoruluyorum: “Başkan’a ne söylemek istiyorsunuz?” veya “Gerçekten Başkan’ın sizi kabul edeceğini düşünüyor musunuz?” gibilerden soruları mesela. Ne var ki, annem hastalandığından beri, bir adım geri çekilip, Crawford Teksas’ta açtığım baraj kapakları üzerinde şöyle bir düşünme fırsatını da buldum doğrusu.

 

[...] Gerçeği arama yolunda muhtemelen umutsuz arayışım için Bush’un çiftliğine doğru yola çıkmadan bir gece önce Gazilerin Barış Konferansı’nda söylediğim bir sözü hatırladım. Şunu söylemiştim orada:

 

Geçenlerde bir elektronik mektup aldım. Diyordu ki: “Cindy, bu kadar küfürlü konuşmasan ne iyi olurdu. Bahçe duvarının üzerinde oturan vatandaşlar bundan rencide oluyor.”

 

Peki ben ne dedim, biliyor musunuz? “Vay canına, dedim. Vay canına yandığım. Dünyada hâlâ o bahçe duvarının üstünde oturan birileri kalmış ha!”

 

“O bahçe duvarının bu yanına, yani Bush tarafına, savaş tarafına düşmüşsen, kaldır kıçını da Irak’a git o zaman. Git ve eve dönmek isteyen birinin yerini al. Yok eğer, bu savaşa ve Bush’a karşı olanların tarafına düşmüşsen duvarın, o zaman da kalk ayağa ve sesini duyalım senin.”

 

İşte Casey Kampı mucizesi de bundan ibaret. Savaşa karşı çıkan ve fakat tiksinti ve hoşnutsuzluklarını ortaya koyma fırsatını kullanmamış olan Amerikan vatandaşları şimdi her şeyi bir tarafa fırlatıp bizimle dayanışmaya girmek üzere Crawford’a geliyor akın akın. Teksas’ın bu felaket Ağustos sıcağında George’un çiftliğinin dışında bekleşip durmaya kararlı bizlerle dayanışmak için. Teksas’a gelemiyorlarsa, barış âyinlerine katılıyorlar, seçtikleri temsilcilere ve yerel gazetelerine yazıyorlar, kendi memleketlerinde Casey Kampı’nın şubelerini açıyorlar, biz buradakilere çiçekler, kartpostallar, mektuplar, hediyeler ve bağışlar gönderiyorlar. Bütün bu destek için çok müteşekkiriz, ama sanırım, barış yanlısı Amerikalılar da nihayet bir şey yapabildikleri için müteşekkirler. [...]

 

Barış yanlıları, kayıtsız kıçlarını kaldırıp barış ve adalet savaşçıları olmaya karar verdiler. Peki savaş yanlıları nerede? Casey Kampı’nda her Allahın günü birkaç barış karşıtı görüyoruz yolun öbür tarafında: Ellerinde “Özgürlük Beleş Değildir” diye pankartlarla. Ama, ağızlarının bulunduğu yere paralarını koyduklarını göremiyorum. Özgürlük için bir peşin ödeme yapıp, kendi kanlarından ya da çocuklarının bedeninden bir özveriye girişmek niyetinde olduklarını hiç sanmam. Onlara hâlâ meydan okuyorum tabii: Irak’a gitsinler ve başka bir askerin evine dönmesini sağlasınlar diye. Belki üçüncü ya da dördüncü defa nöbete girmiş, ya da ülkesine soylu bir biçimde kendini hiç düşünmeden hizmet verdikten sonra, zaten kendi bedenlerini işin içine sokmaktan kaçınma konusunda uzun bir geçmişleri bulunan kuvvet delisi ikiyüzlüler tarafından Irak’ta rehin alınmış erkeklerle kızların yerine geçsinler diye.

 

Ana akım medyanın söylediklerinin aksine, ben Teksas’ın Crawford kasabasına iki hafta önce o cehennem sıcağında bir balkabağı kamyonundan düşüvermedim. Bir yılı aşkın bir zamandır sürekli yazıyorum, konuşmalar yapıyorum, Kongre komiteleri önünde tanıklık yapıyor, Kongre’de lobi faaliyetleri yürütüyorum. İlerici, barışçı cemaat arasında adım oldukça iyi biliniyordu ve ben daha California’dan ayrılmadan önce davamı destekleyen pek çok insan vardı. Beni destekleyen bu insanlar, bu savaş konusunda hiç ödün vermeden doğruları söylediğim için veriyordu desteklerini. Çünkü ben ayağa kalkmış, şöyle demiştim: ‘Oğlum bir HİÇ uğruna öldü; George Bush ve onun habis çetesi ve bir de onların vurdumduymaz politikaları yüzünden öldü. Oğlum, hiçbir gerçeklik tabanına dayanmayan bir savaşta çarpışmaya gönderildi ve bunun için öldü.’ Ben hiçbir zaman “aman zaman” demedim, hiçbir zaman “minnettarım size” demedim. [Bush’un] ‘Vatanseverlik Söylevleri’nde kullandığı yanar-döner sözler benim ağzımdan hiç çıkmadı. Oğlum YALAN-DOLAN yüzünden öldü dedim. Bush bize YALAN söyledi ve YALAN söylediğini de biliyordu. 23 Temmuz 2002 tarihli Downing Street [İngiliz Hükumeti] Andıçları, Saddam’ın Kitle İmha Silahları’na sahip olmadığını, El Kaide ile hiçbir bağlantısı olmadığını Bush’un bildiğini kanıtlıyor. George’un yalan söylediğine, yalan söylediğini bildiğine inanıyorum. O zaman vatan millet edebiyatı yapmıyordu zaten. Yalan söylüyor, orada olmayan hayaletlerle bizi korkutmaya çalışıyordu. Oysa şimdi, Irak’ta ABD askerlerini tutmaya devam etmek için vatan-millet edebiyatı yapıyor. Sadece hırs üstüne kurulmuş bir vatanseverlik edebiyatı bu, başka hiçbir şey değil.

 

Şimdi sağcılar ve sözüm ona “adil ve dengeli” yayın yapan ana akım medya hakkımda ağır bir karalama kampanyası yürütüyor, beni çamura çekmek istiyor. Bunlar gerçeklerden korkan ve kendi gerçeklerinden, doğrularından başka doğruları söyleyenlerden korkanlar. Şimdi gerçekleri eğip bükmek, çarpıtmak, yalan söylemek ve benim söylediğim her kelimeyi incik cıncık kurcalamak istiyorlar; ama George Bush’un söylediği ve söylemeye devam ettiği sözlerin bir tekini bile kurcalamaktan kaçınıyorlar. Neden George’a ya da [onun sözcüsü] Scotty McClellan’a, beni kabul edip etmeyeceğini sormuyorlar peki? Ta başından beri sormaları gereken şu soruları neden bir kere olsun sormuyorlar:

 

“Gençlerimiz Irak’ta neden çarpışıyor, ölüyor, öldürüyorlar? Gençlerimizi Irak’a gönderme sebebiniz olan bu yüce dava nedir? Orada neyi elde etmeye çalışıyorsunuz?... Bize neden yalan söylediniz? Amerikan halkına neden yalan söylediniz? Cümle âleme neden yalan söylediniz? ... Neden durmadan “görevimizi bitirmemiz gerek” diyorsunuz? O görevin ne olduğu hakkında en ufak bir fikriniz olmadığını siz de pekâla bildiğiniz, kovboy gömleklerinizi değiştirir gibi kolaylıkla değiştirebileceğinizi de bildiğiniz halde?” İşte bu soruların bir tekini bile sormuyorlar.

 

Casey Kampı büyüdü, gelişti ve kendisine yöneltilen tüm saldırıları ve meydan okumaları alt etti, çünkü Amerika yalancılarla riyakârlardan bıktı usandı artık; ilk olarak benim sormaya cesaret ettiğim soruların cevabını istiyoruz. İşte BU, George Bush’un hesap verme zamanı ve bu hesap verme işinde fena halde çuvallıyor. George Bush ve onun danışmanları, hakkımda yanlış hesap yaptılar: Beni korkutarak cevaplarımı almadan veya ay sonu gelmeden oradan ayrılacağımı sandılar. Bana veya Casey Kampı’na fırlatacakları her şeyi göğüslemeye hazırım. Savaşı bir dakika olsun kısaltacaksa, bir tek hayat olsun kurtarmaya yarayacaksa, buna haydi haydi değer. Bence, bütün anneler hakkında da “yanlış hesap” yaptılar. Bu yalancılar ve riyakârlar takımının içinde gerçek bir ana-çocuk ilişkisini geliştirebilmiş olan biri var mı acaba, çok merak ediyorum. Bu ülkede, iş gerçeği öğrenmeye gelince, çocuklarının gereksiz ve göründüğü kadarıyla anlamsız ölümlerini anlamlandırmaya gelince kaplan kesilen bu kadar çok anne olduğunu gördüklerinde neden şaşırıyorlar acaba, bunu da çok merak ediyorum.

 

Casey Kampı hareketi, doğruların ve gerçeklerin sahiden hesabı bize verilinceye ve askerlerimiz geri çağrılıncaya kadar ölmeyecek. Alış artık buna George, şuradan şuraya kıpırdamaya hiç niyetimiz yok.

 

Devamı haftaya...

 

* Robert Shetterly Americans Who Tell the Truth (Doğruyu Söyleyen Amerikalılar) adlı kitabın yazarı.  Robert Shetterly'nin bu portrenin yapılışı ile ilgili yazısını okumak için tıklayınız: Painting Cindy