No.470 - Yeni Kafa Kâğıdı Lâzım

-
Aa
+
a
a
a

Bu yıl Dünya Çevre Günü'nün anılması amacıyla BM Çevre Programı adlı kuruluş (UNEP) bir atlas yayımladı: "Bir Gezegen, Pek Çok İnsan" başlıklı bu yayın aslında bir fotoğraf albümü anlayışıyla hazırlanmış. UNEP uzmanları, Rabia Hatun'un ünlü dizesini hatırlatırcasına gökyüzüne çıkmışlar ve âlemi seyretmişler. Uzaydan manzara şöyle: 30 yıl arayla çekilmiş fotoğraflarda İspanya'nın güneyini sarmaşık gibi saran, gözalabildiğince uzanan seraların, Çin'in devasa Sarı Nehir'inin taşıdığı miller yüzünden nehrin ağzında "devasa bir gölge kukla tiyatrosunu andıran" bir yarımadanın ortaya çıkması, kutuplarda ve dağların doruklarında buzulların eriyip gitmesi, Afrika'da Sahra'nın güneyinde her bir yana yayılan orman yangınları, Asya ve Latin Amerika'da mangrov bahçelerinin kıyılarında, uzaydan bile seçilebilecek irilikte karides çiftlikleri, Irak'la İran arasındaki Şattülarap Yarımadası'nda sadece 30 yıl içinde sayıları 18 milyondan 4 milyona inen hurma ağaçları, Paraguay'da soya fasulyesi ve mısır tarlaları tarafından sadece 30 yıl içinde tamamen teslim alınmış benzersiz yağmur ormanları, ve sadece 30 yılda destan boyutlarında büyüyen, azmanlaşan şehirler...

 

Âlemin gökyüzünden çekilmiş "şipşak fotoğrafı" da diyebiliriz buna. Bütün bu değişimin, sadece son otuz yılın hikâyesi olması şaşırtıcı. Biraz da ürkütücü tabii. Sadece bir kuşağın macerası bu.

 

BM'nin çevre kuruluşu müdürü ve bu "şipşak fotoğrafı ısmarlayan kişi" olan Klaus Topfer, şöyle diyor: "San Francisco ya da Londra gibi şehirlerde yaşayanlar, ormanların yok oluşuna ya da Kuzey Kutbu buzlarının eriyişine ilişkin bu görüntülere bakıp, bunların kendileri ile ne ilgisi olduğunu sorabilirler. Bu değişimlerin, kendilerinden yüzlerce, binlerce kilometre uzakta yaşayan başka insanların hayat tarzları ve tüketim alışkanlıklarının sonucu olduğunu düşünebilirler. Oysa, yanılıyorlar. Şehirler muazzam kaynak çekiyor... ve çok büyük miktarlarda atıklar bırakıyorlar. Bunların etkisi fiziksel sınırların ötesine geçiyor, ülkeleri, bölgeleri ve bir bütün olarak gezegeni içine alıyor. Dolayısıyla, çevre bakımından daha istikrarlı, daha âdil ve daha sağlıklı bir dünya yaratacak sürdürülebilir kalkınma mücadelesi, büyük ölçüde kentlerde kazanılacak ya da kaybedilecek." ( "One Planet, Many People", World-Wire, 3 Haziran 2005;  Tim Radford, "Three decades of environmental degradation as seen from space," The Guardian, 4 Haziran 2005

 

Müdür Topfer'in Hamlet'si sorusu çok yerinde: Savaş kazanılacak mı kaybedilecek mi? İşte bütün mesele. Müdür'ün öbür önermesi, yani "sürdürülebilir kalkınma" meselesi ise pek tartışmalı doğrusu. Thom Hartmann'ın dediği gibi, kudret ve servetin çok az sayıda zengin bireyin ve uluslararası şirketin elinde toplanmasıyla bazı işadamları ve politik şahsiyet epey zenginlemiş olabilir. Ne var ki, tek fayda da bununla sınırlı kalıyor. Oysa, bu şirketlerin tüm doğal kaynakları yeryüzünden silip süpürme yolunda diğer canlı türleri ile müthiş bir yarışa girişmesi sonucu, hayli belirsiz bir gelecek bekliyor bizleri. Yani, 'oralarda bir yerde' tüketilecek daha fazla kaynak bulunduğu sürece, sürekli büyümek mümkün olabilirdi. Ancak, bu gezegenin yiyecek-içecek üretme ve atıklarımızı "massetme" kapasitesinin kapalı sınırlarına iyice dayandığımız şu sıralarda, "sürdürülebilir kalkınma" bir "oksimoron" halini alıyor. (Thom Hartmann, The Last Hours of Ancient Sunlight, Three Rivers Press, 2004).

 

Bu hızla tüketmeye devam etmemiz halinde dünyanın tüm yağmur ormanlarını çocuklarımızın ömr-ü hayatı içinde tamamen bitireceğimiz daha 1996'da bir BM raporunda söylenmişti. Aynı değil, daha büyük bir hızla tükettiğimiz 2005 raporlarında belirtiliyor!

 

Yani, doğal olarak birbiriyle çelişen iki kavramdan oluşan bir tek kavramdan söz eder hale geliyoruz "sürdürülebilir gelişme/büyüme" derken. Şefkatten öldürmek gibi bir şey...

 

Sonuç olarak, büyüme uğruna şefkatten öldürmeyeceksek bu gezegeni ve kendimizi, "bu kafayı değiştirmek"ten başka çaremiz olmadığını bir şekilde görmemiz gerektiğinin o kalınca kafamıza dank etmesi şart gibi. Yalnızca kendimizin, hatta bizzat hayatın kendisinin yeni bir kültürel şipşak fotoğrafını çekmemiz lazım. Tencerede yavaş yavaş ısıtılan suyun içinde, bağrıp çağırmadan, usulca haşlanan ıstakoz gibi olmak/ölmek istemiyorsak kıpkırmızı; bu vesikalık fotoğrafı çekip kimlik/kafa kâğıdımıza yapıştırmak tek şansımız gibi görünüyor. Bu kimlik ve kafa kâğıdı, aynı zamanda, kefalet belgemiz yerine de geçecek çünkü.

 

Devamı haftaya...

 

 

* Arjantin'in Brezilya ve Paraguay sınırında bulunan yağmur ormanları son 30 yıl içinde, özellikle soya fasülyesi tarımı yapmak amacıyla tahrip edildi. Aynı bölgenin 1973 ve 2003 yıllarında çekilen uydu fotoğrafları oldukça çarpıcı. (One Planet, Many People: Atlas of Our Changing Environment, UNEP, 5 Haziran 2005)