No.461 – Kabımıza Sığmalıyız

-
Aa
+
a
a
a

Geçen hafta sonuna doğru bazı gazetelerde, "bomba gibi", manşetlere konu olan bir olay vardı: Ekonomide büyüme konusunda Türkiye'nin Çin'i de geçip OECD -ya da Başbakan Yardımcısı Şener'e göre dünya– rekorunu kırdığı, kişi başına milli gelirini 4172 dolara çıkardığı vurgulanmaktaydı. Ekonomiden sorumlu bakanlardan Babacan, bunun "ne parasal genişlemeye...ne de bütçe açıklarına dayanan bir büyüme" olduğunu belirterek, tamamen özel sektörün öncülüğünde meydana gelmiş "çok sıhhatli, sürdürülebilir" bir büyüme olduğunu özellikle vurgulamakta ve "hiç bu kadar zengin olmamıştık" demekteydi. ("Türkiye Kabına Sığmıyor", Hürriyet, 1 Nisan 2005)

 

Ülkece büyümek, rekor kırmak, zengin olmak...  Hepsi son derece sevindirici gelişmeler şüphesiz. Bütçe açığının milli gelire oranının azalması da öyle. Sevinç ve coşkunun sadece birkaç gazetenin bir günlük manşet ve yorumları ile sınırlı kalmasıysa, başarının büyüklüğü ile neredeyse orantısız kalıyor.

 

Duyulan sevinç ve coşkuya soğuk su katmayı kimse istemez elbette. Ama, akla gelen bazı soruları da sormadan geçemeyiz: Büyüme ölçümlerinin büyümenin kendisi kadar sıhhatli olup olmadığı; "Türkiye'de sanayi kesiminin rekabet karşısında katma değer oranını koruyamaması... reel sektörde açık pozisyonun 'gerçekten' artmış olması" gibi sorular var mesela. (Hasan Ersel, "Reel Sektör Dövize Açıldı Ne demek?", Referans, 4 Nisan 2005) Ayrıca, bu kadar büyümeye rağmen işsizliğin sadece yüzde 0.2 düşmüş görünmesi, inşaat sektöründe birinci çeyrekte yüzde 2.9 olarak açıklanan büyümenin, şimdi yüzde 12.7 olarak revize edilmesinin nasıl izah edilebileceği (Mustafa Sönmez, Bianet.org, 1 Nisan 2004) de sorulması gerekenler arasında.  

 

İstihdam, işsizlik filan demişken, Irak'taki üslerinde "çalıştırmak" üzere ABD'nin üç Türkiye gazetesinde verdiği "paralı asker" arama ilanlarını ve verilecek ücretleri cazip bulan  Türkiye gençlerinin kuyruğa girdiği ve Irak'a gitmek için başvuruda bulunduğu yolundaki çarpıcı haberi de görmeden geçmemeliyiz herhalde. (Ercan Yavuz, "Mehmetçik Girmedi, Güvenlikçiler Girecek", Akşam, 3 Nisan 2005). Bu ilanların yayınlanmasına izin veren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın, ülkedeki büyüme rekorlarını ilan eden Ekonomiden Sorumlu Bakan ve Başbakan yardımcıları ile büyüme ve istihdam ilişkilerini görüşüp görüşmediklerini bilmiyoruz. 

 

Büyüme ile dış ticaret, büyüme ile istihdam ilişkileri konularına çok önemli bir boyutu, büyüme ile çevre ilişkisini de eklemek gerekiyor. "Türkiye'nin kabına sığmadığını" coşkuyla manşetine taşıyan gazete, üç hafta önceki nüshasında Çevre Bakanı Pepe'den aldığı özel mülakatı tam sayfa olarak "Çernobil'den Beteriz" manşeti ile vermişti. İşbu özel demecinde Türkiye'nin çevre konusunda, dünyanın en büyük nükleer kazasının yol açtığı yıkımla kıyaslanacak bir felaketle karşı karşıya olduğunu söyleyen Bakan'ın, "Deniz, göl ve akarsu bitiyor" başlığı altında verdiği "çarpıcı bilgiler" de vardı. Mesela, Ekonomiden Sorumlu Bakan'ın büyümenin motoru olarak öve öve bitiremediği özel sektörün çevre koruma ile ilgili olarak zorlandığını, bir kısım sanayicinin çok şikâyetçi olduğunu, bir kısmınınsa "çok üstümüze gelirseniz işçileri çıkartırız" diye şantaj bile yaptığını açıkça dile getiriyor, hatta gazetenin ifadesiyle "itiraf ediyor"du Bakan. (Hürriyet, 6 Aralık 2004, s.18)

 

Dünya doğal kaynaklarının üçte ikisinin har vurulup harman savrulduğunu, yeryüzünde tek bir türün (daha doğrusu, onun sınırsız büyüme ve sınırsız kâr peşinde koşan bir kesiminin – ÖM) geri kalan 10 milyon türle birlikte kendisini de "geri dönüşsüz" bir yıkıma doğru hızla götürdüğünü ortaya koyan dev bilimsel rapor, Türkiye'nin büyüme raporu ile aynı günde yayınlandı. (Tim Radford, "Two-thirds of world's resources 'used up', Guardian, 30 Mart)

 

Ekonomiden Sorumlu Bakan Babacan "sürdürülebilir, sıhhatli büyüme"den söz ediyor. Ama, bu, gerçek dünya ile bağdaşır mı, burası biraz şüpheli işte. Susan George'a kulak verirsek: "Şirketler, insanları ve toplumları nasıl umursamıyorlarsa, kârları veya şöhretleri bakımından doğrudan bir faydasını görmüyorlarsa doğaya karşı da tamamen kayıtsızdırlar. Ama, bunun ötesinde, ben şunu da ileri sürüyorum: Kapitalizm ile şimdiki moda adıyla çevresel sürdürülebilirlik, mantıken de kavramsal olarak da bağdaşır değildirler. Ekolojik ve ekonomik dünya görüşleri, dünyada ister kabul edilsin, ister edilmesin, savaş halindedir..."  Bu mantıksal ya da kavramsal savaşın "büyüme" konusundaki tezahürünü de şöyle koyuyor yazar: "Klasik ekonomi, mesela çevre konularında en ufak bir kavrayışa sahip olmadığı gibi, doğal sermayenin yok oluşunun nasıl hesaplanacağı konusunda da her şeyden habersizdir... Mevcut düzenin iktisatçıları için büyüme, doğanın kirletilmesine ya da yıkımına ne kadar yol açarsa açsın, daima iyi bir şeydir.  (Susan George, Another World is Possible If..., Verso, 2004, s. 29, 190-91)

 

George gibi yazarlara kulak vermeliyiz... Kabımız dünya çünkü – ona sığsak iyi olur.

 

Devamı haftaya...

 * İllüstrasyon: Clay Bennett