No.448 - Yeni Yıl İçin Zekâ Testi

-
Aa
+
a
a
a

John Lennon'un unutulmaz şarkısından yola çıkmıştık geçen hafta:

 

Mutlu Noeller, Savaş Bitti

 

Hem şarkıdan, hem de yazıdan biraz ironik, biraz da karamsar bir hava yayılıyordu. Ama sözlerin gerisi de vardı:

 

Savaş bitti demektir, eğer sen istersen

Savaş şimdi biter

 

Bu dizeyle bitiyordu şarkı.

 

"Eğer istersen"! O zaman, isterseniz, biz de bu dizelerden devam edelim kendi şarkımıza. Yeni yılda falımıza bu kez de istek ve umut fânusundan bakalım.

 

Evet, dünyada istilâ ve vahşet alabildiğine sürüyor. İklim insan eliyle değişiyor. Refahın en yükseğe tırmandığı dönemde açlık, hastalık, zulüm ve sefalet, insan aklını zorlayacak boyutlara ulaşıyor... Bush gene seçiliyor. İnsanlar gene aşağılanıyor... Mahşerin dört atlısının dört nala koşturduğu gezegende korku ve kaygı kol geziyor. Bütün bunların inkâr edilir yanı yok doğrusu.  Ama, başka bir şey daha var. Tozdan dumandan dolayı gözden kaçırdığımız pek çok şey de oluyor. Akıl ve duygu sınırlarının dışına taşıp kendini "naif" coşkulara kaptırdığı pek görülmemiş olan Noam Chomsky, ABD seçimlerine ilişkin yorum yazısında şöyle diyordu: "Dünya bugün hayli berbat halde, ama düne kıyasla çok daha iyi durumda: Sadece saldırıyı hoşgörmeyi reddetmek açısından değil; verili kabul etiğimiz, adeta doğal karşıladığımız başka birçok bakımdan da." ("2004 Elections, Znet, 29 Kasım 2004)

 

Şimdi, 2005 ajandamıza küçücük bir soru listesi koyalım o zaman:

2003'te "Şok ve Dehşet" başladığında, ABD'nin 2004 Noeli öncesi Musul'da kendi üssünün içindeki yemekhanesinde yemek vakti vurulabileceğini, aslında ABD'nin bu "savaş"ı asla  kazanamayacağını kim düşünebilirdi?

 

ABD'nin bütün insanları ahmak yerine koyan ve de aşağılayan yalanlarının iğrenç kokulu bir çöp tenekesi gibi tangırtıyla ortalığa döküleceğini kim akıl edebilirdi?

Guantanamo'da insanların hukuk ve ahlak alanının tamamen dışında bir "no man's land"e sokulmasına bizzat ABD mahkemelerinin set çekeceği, bir Amerikan şirketinin paylaşım ve yağma sofrasını terketmek zorunda kalacağı, Irak'ın bir bütün olarak özelleştirilmesi planının paçavraya döneceği kimin aklına gelirdi?

 

Irak'ın istila ve işgaline ortak olmayı dünyada kendi Parlamento kararıyla karşı çıkan tek ülkenin Türkiye olacağını kim aklının köşesinden geçirebilirdi?

Washington Post gazetesinin başyazısında "ABD Yönetiminin Savaş Suçları" başlığına rastlayacağını kim rüyasında görebilirdi?

 

Dünyanın en eski kavimlerinden küçücük İnuit halkının (Eskimoların) yeryüzünün en yeni ve en güçlü emperyal gücü olan ABD'yi, "varolma hakkı"nı savunmak üzere uluslararası örgütler ve belki de uluslararası mahkemeler önüne çıkartmaya cüret edeceğini kim akledebilirdi?

 

Yeryüzünün gördüğü en kanlı diktatörlerden Pinochet'nin kendi ülkesinin mahkemelerinde sürüneceği, "bunama" yalanlarına başvuracağı, ABD bankalarında trilyonlarının ortaya çıkacağı, bayağı hırsızlığının alenen ortaya döküleceği, onun işkence tezgâhlarından geçenlere tazminat bağlanacağı, onun arkasındaki "kara gölge"lerden Kissinger'ın dünyada insan içine çıkamayacağı için ve yargılanma korkusuyla ülkesini terkedemeyeceği... Ezelden, yani kurulduğu günden beri sağcıların iktidarda bulunduğu Uruguay'da seçimleri ilk kez solcuların kazanacağı, halkının ezici çoğunluğunun suyun özelleştirilmesine set çekeceği, Venezuela'da ABD darbesinin altedileceği... Brezilya, Bolivya, Ekvator, Arjantin ve Venezuela'da askeri diktatörlüklerin yerini barış ve demokrasi ve reform yönetimlerinin alacağı... İspanya'da sosyalist aday Zapateros'un azgın Bush destekçisi Aznar'ı, Hindistan'da Sonia Gandhi'nin, azgın katilleri içinde barındıran BJP sağcılarını seçimle devirip iktidara gelecekleri, diyelim iki yıl önce, düşünülebilir miydi?

 

Filistin toplumunda işgale, öldürmelere, ev yıkmalara, zeytin sökmelere, Hamas terörüne, şiddet eğilimine ve herşeye rağmen bildiğimiz tarzda bir seçime elveren bir iradenin ayakta kalacağına kim inanırdı?

 

Türkiye'de biz sıradan vatandaşların DGM'siz, MGK'sız bir hayat süreceklerini, öldürülüp toplu mezarlara gömülen insanların haklarının Büyük Meclis'te savunulacağını, güpegündüz evleri önünde "terorist" diye öldürülen babayla oğulun hesabının gene orada, Meclis'te sorulacağını, TSK içinde yapılmış yolsuzlukların mahkemelerde yargılanacğını, herkes için görüş beyan etmenin suç olmaktan çıkacağını, iğrenç işkence suçuna hiçbir şekilde "tolerans gösterilmeyeceğini bizzat ülkenin Başbakanının defalarca tekrarlayacağını, "vicdani reddin sokaklarda savunulabileceğini, kim düşünebilir, kim söyleyebilirdi?

 

Kısacası, belki de alışma eğiliminde olduğumuz için gözümüzden kaçıveren değişimin ta kendisinin de gözlerimizin önünde gerçekleştiğini, yeni yıl arefesinde artık görsek iyi olur.

 

Amerikalı büyük gazeteci Bill Moyers, Küresel Çevre Yurttaşı ödülünü alırken yaptığı "kabul ve teşekkür" konuşmasını şu cümlelerle bitiriyordu:

 

"Bugünlerde haberler iyi değil. Buna karşın, bir gazeteci olarak, size işin haberlerle bitmediğini söyleyebilirim. Haberler, istediğimiz gelecek için yalnızca bir şeyler hissetmek değil, mücadele etmek için de bizi özgürleştiren gerçek olabilir. Mücadele etme isteği ise umutsuzluğun panzehiridir, kuşkuculuğun ilacıdır ve masamdaki fotoğraflardan bana bakmakta olan tüm o yüzlere verilen bir yanıttır. Tıp bilimiyle, eski İsraillilerin "hocma" yani "yüreğin bilimi" dediği şeyi eşleştirmemiz gerekli… Hocma, sanki gelecek yalnızca size bağlıymış gibi görme, hissetme, sonra da harekete geçme kapasitesidir.

 

İnanın bana gelecek size bağlı."

 

Aktivist Rebecca Solnit de tastamam aynı duygu ve düşüncelerle kaleme aldığı "Geceyarısında Umut" başlıklı yazısında Amerikan yazarı F. Scott Fitzgerald'dan şu alıntıyı yapıyor. "Birinci sınıf bir zekânın sınavı, birbirine zıt iki fikri, aynı anda zihninde tutabilmek ve zihnin işlevselliğini de ayakta tutabilmektir. Mesela, insan umutsuz şeyleri de görebilmeli, ama onları tersine çevirebilmek için de kararlılıkla uğraşmalıdır." (Tomdispatch.com, 24 Aralık 2004)

 

Ne dersin ey okur, geleceğimizi belirleyecek zekâ sınavından geçebilecek miyiz?

 

Devamı haftaya...