No.446 - Bağımsız Bir Güç Olarak Avrupa

-
Aa
+
a
a
a

"Kim Avrupalı?" Bu sorunun cevabını Avrupa da dahil – hatta başta Avrupa – olmak üzere dünyanın herhangi bir kıt'asında verebilecek kimse olduğunu söylemek zor. Bunun ne kadar zor olduğu hemen görülüyor: Türkiye'nin üyelik tartışmalarının ayyuka çıktığı şu sıralarda uluslararası medyada ve Türkiye medyasında ortaya çıkan yoğun fikir ve söz yığınına şöyle üstünkörü bir gözle bakmak yeterli. Belki de soru doğru sorulmuyor. Meseleye Avrupa'nın içinden ya da Türkiye tarafından bakmak yerine, onu global politika açısından ve sadece o bağlam içinde değerlendirmeye çalışmak, belki de bizi daha anlamlı bir perspektife kavuşturabilir.

 

Le Monde gazetesinde kısa, keskin ve "küresel" bir makale yayımlayan dört Fransız entelektüelin, paradoksal bir şekilde, işte tam da bu küresel perspektif dolayısıyla tümüyle Avrupalı sayılabileceğini söyleyebiliriz. (Tabii, imzalayan düşünürlerden sadece Edgar Morin'i ele alsak bile, onun sayısız doktora ile desteklenen evrensel "bilgeliğine" ilaveten, Nazizm ve Stalinizm gibi iki totalitarizme karşı verdiği büyük kişisel mücadeleyi de aklımızın bir köşesine "derc" ederek... Metnin Türkçesi için bkz.: Morin/Touraine/Rufin/Sorman, Türkiye Neden Kabul Edilmeli?, Radikal, 12 Aralık 2004)

 

"Bu üyelik, Avrupa'nın küresel oyuncu rolünü sürdürebilmesi veya yeniden oluşturabilmesi, yani İslam dünyası ile, ABD'nin Ortadoğu'da yarattığına muhalif bir ilişki kurabilmesi için vazgeçilmez bir koşul" diyor bu düşünürler. Ve, şöyle sürdürüyorlar sözlerini: "Tüm dünyada savaşın ve barışın, günümüzdeki askeri saldırılara ve terorizme son verme konusunda bizim [Avrupa'nın] kapasitemize bağlı olduğunun anlaşılması gerekiyor... Şiddet ve savaşa [alternatif] bir çözümün pekala mümkün olduğuna kendimizi acilen inandırmayı başaramazsak, günümüz dünyasının en büyük jeopolitik sorunlarında küresel role soyunmaya dair tüm ümitlerimizi suya düşürmüş oluruz..." (agy, vurgular bizim, ÖM)

 

Yani, AB, Türkiye, AB-Türkiye üyelik ilişkisi vb. derken, bir bakıma, dünya için bir savaş-barış ya da ölüm-kalım meselesinden bahsediyoruz, demektir. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, Amerikalı siyaset bilimci Robert Jervis'in tesbitiyle "uluslararası siyaset tarihinin dünyanın herhangi bir yerinde görülmüş belki de en önemli tek kesintisi, şaşırtıcı boyutlarda bir değişim" gerçekleşmişti (in: Chomsky, Hegemony or Survival, 2003, s. 62): Avrupa devletleri, asırlar boyunca bir yandan dünyanın büyük bölümünü boyundurukları altına alırlarken, bir yandan da birbirlerini din ve kaynak savaşları sonunda boğazlamışlardı. Sonunda, oyunun sonuna geldiklerini anlayıp temsili demokrasi ve piyasa ekonomileri temeli üzerinde kurulu barışa ulaşıyorlardı, ama Batı uygarlığının kendi sonunu getirmenin eşiğine gelmiş olduğunu kavramadan bu "şaşırtıcı boyuttaki değişim ve kesinti"yi de yeterince değerlendirmemiz olanaksız olurdu. (age, s. 71)

 

II: Dünya Savaşı sonundaki bu "olağanüstü değişim"in en önemli ögelerinden biri, ABD'nin Avrupalı rakiplerini tasfiye edip tarihte ilk kez bir küresel aktör haline gelmesi ve muazzam güç ve servetini kullanarak dünya sistemini düzenlemeye girişmesiydi. Bundan sonra Avrupa'ya ve kendilerine biçecekleri rol, önce George Kennan, sonra da Henry Kissinger gibi önemli sözcülerinin defaatle söyledikleri gibi, Avrupa'nın en fazla "bölgesel bir güç" olması ABD'ninse dünya meselelerinde her zaman "veto" hakkını elinde tutacağı idi. II. Savaş'tan beri "dünyanın en önemli stratejik bölgesi" olduğu zaten kabul edilen ve "doğru yönde akması beklenen muazzam kârların merkezi" sayılan Ortadoğu'da gerek Avrupa'nın, gerekse Asya'nın ABD'ye "muhalif" bağımsız birer dünya gücü olma yönündeki hareketlerin tehdidini önlemek üzere ABD'nin musluğu sağlamca elinde tutması şart görünüyor. (Chomsky, Elections/Public 2004, Znet)

Morin ve arkadaşlarının Türkiye Neden Kabul Edilmeli? başlıklı makalelerindeki temel meramın da bu "bağımsız güç Avrupa" olduğu düşünülebilir. "AB'nin muazzam ekonomik gücü ile uluslararası siyaset alanındaki iktidarsızlığı arasındaki hayret verici fark" derken, ve Türkiye'nin bir faktör olarak kaçınılmaz ilavesiyle "Avrupa'nın en sonunda dünya meselelerinde, dolayısıyla dünya barışında başroldeki oyunculardan biri olmasının vaktinin geldiğini...çok güçlü bir şekilde vurgulamalıyız" derlerken, saygın Fransız düşünürlerinin kasdettikleri ana noktalardan biri, belki de birincisi, işte bu olmalı.

 

Baştaki soru, asıl bu çerçeveden bakıldığında anlam kazanıyor sanki.

 

Devamı haftaya...