No.433 - Beslanlı Timurlenk'e "Ninni"

-
Aa
+
a
a
a

“Neden, neden, neden...? Neden bunların olmasına izin verdiler? Neden kimse bize gerçeği söylemiyor?”

 

Kuzey Osetya’nın küçük Beslan kentinin ana meydanında sayısız televizyon kamerasının önünde hüngür hüngür ağlayan bir genç kadın, yalnız Rusya’nın değil, modern dünya tarihinin en büyük trajedilerinden birinde yokolup giden yüzlerce çocuktan birinin annesi, belki  de “asrın sorusu”nu sormaktaydı aslında.

 

400 insanın hayatının söndüğü, yarısından fazlası çocuk olmak üzere 700’ün üstünde insanın yaralandığı muazzam facianın ardında bıraktığı sınırsız sayıda sorudan birincisini.

“Yeryüzü cehennemi” diye adlandırılan okuldan bir şekilde kurtulan çocuklardan meselâ Timurlenk’in, olayda ne kadar tükenmiş olursa olsun, gözlerini kapattığı anda, kendisini rehin alan adamları gördüğü için hiç uyuyamadığını ve bir daha asla ne eve, ne de okula gitmek istediğini bildiriyor haber ajansları.

 

Küçük Beslan kentinin -- bedeni yaralarla kurtulmuş olsa da -- ruhu paramparça olmuş çocuğu Timurlenk’i uyutabilmek, kaybolan evladını ve “gerçeği” arayan genç annenin gözyaşlarını dindirmek için onlara ne anlatılabilir?

 

Bundan yirmi yıl önce Amerikan kovboy filmleri eskisi bir oyuncunun emirleri, başta İngiltere olmak üzere pek çok diğer Batı ülkelesinin casus teşkilatlarının desteği ile CIA’in gözetim ve denetimi altında Pakistan istihbarat servisleri tarafından yeryüzünün dörtbir köşesinden en azılı, şiddet düşkünü, manyak köktendinci İslamcıların Afganistan’da bir araya getirilip silahlandırıldığını, eğitildiğini, örgütlendiğini ve Rusya’nın üstüne salındığını mı?

Bunların, zaman içinde, İslam aleminde yüzyıllardır uykuya yatmış “cihad” kavramını uyandırıp “El Kaidecilik” diye bir terör canavarına dönüştüğünü mü?

 

İşgallere,  ayrımcılığa ve binbir türden adaletsizliğe karşı çıkan etnik ya da milliyetçi taleplerin radikal yeni bir söyleme dönüşüp her tarafta yaygınlaştığını mı?

 

Ya da, bundan 10 yıl öncesinden başlayarak Rusya’nın, ABD ve diğer bazı Batı ülkelerinin desteğini arkasına alarak, korkunç cinayetler, işkenceler ve baskı ve zulüm yöntemleriyle başta Çeçenler olmak üzere pek çok halkın taleplerini ezerek Kafkas bölgelerini tam bir yangın yerine çevirdiğini, aralarında sayıları 70 bine varan çocuğun da bulunduğu yüzbinlerce insanın yokolmasına yol açtığını ve gelişmiş (“medeni”) Batı ülkeleri hükûmetlerinin bunlara düpedüz gözlerini kapattığını mı?

 

Yoksa, Başkan diye hergün televizyonda seyredip bağırlarına bastıkları Putin gibi eski casusların, ya da Bush gibi eski casus çocuklarının, her gün televizyonda “teröre karşı savaşı kazandık!” diye zafer ilan etmelerine rağmen, tam tersine bu “savaş”ı günbegün kaybettiklerini, terör canavarının artık son sınırı da aşıp sınıflara girerek -- Unicef Başkanı’nın deyimiyle -- “gelecek kuşakla aramızdaki yegâne köprü” olan çocuklarımızı havaya uçurmakta olduğunu mu?...

 

***

Bundan tam 6 yıl önce ABD’li düşünür İkbal Ahmed, “Usame Bin Laden, ileride olacakların bir işaretidir” diye bir kehanette bulunmuş ve eklemişti: “ABD Ortadoğu’da ve Güney Asya’da çok zehirli tohumlar ekti. Bunlar büyüyor... Bunların neden ekildiğini, bu tohumlardan hangi zehirli otların büyüdüğünü, bunların nasıl biçileceğini incelemek gerekiyor... Problemi füzelerle çözemeyiz.” (Bkz.: “War Crimes and Imperial Fantasies: Chomsky Interviewed by David Barsamian”, World Socialist Review, Eylül-Ekim 2004)

 

“Zehirli otları” yakından inceleyen İngiliz gazeteci Jason Burke, önemli kitabında tek bir adamın emrinde öldürmeye hazır onbinlerce eğitimli adamdan oluşan güçlü bir terör örgütü olmadığını yazmıştı -- “iyi haber” olarak. Ama, hemen ardından da eklemişti: “Kötü habere gelince... Bugün dünyanın karşı karşıya bulunduğu tehdit ... tek bir terörist liderin oluşturduğu tehditten daha büyük...Tarif etmemizi sağlayacak kelimeler yok henüz elimizde... gevşek, ‘ağların ağı’ olarak niteleyebileceğimiz bir görünüm sergiliyor.” (El Kaide: Terörün Gölgesi, Everest yayınları, çev.: Ebru Kılıç, İstanbul, 2004, s.9-10, 22)

 

Hintli yazar Arundhati Roy da, iki yıl önce “Ahimsa (Şiddete Dayanmayan Direniş)” başlıklı yazısında şöyle bir kehanette bulunmuştu: “Ne yazık ki, barışçı değişime bir şans tanınmazsa, o zaman şiddete dayalı değişim kaçınılmaz oluyor. O şiddet ise rastgele, çirkin ve önceden kestirilemez olacaktır...” (The Ordinary Person’s Guide To Empire, Flamingo, 2004, s. 7)

 

Yine Burke: Militanların gittikçe artan sınır tanımaz şiddeti karşısında başta ılımlı Müslümanlar olmak üzere bütün dünyanın tepkisi onları eninde sonunda tecrit edecektir, ama Batı hükûmetlerinin sürüp giden ‘tepkisizliği’nin de bunu hiç kolaylaştırmayacağı muhakkak. (The Observer, 5 Eylül 2004)

 

Anlaşılan o ki dostlar, Beslanlı küçük Timurlenk’i huzurlu bir uykuya kavuşturacak fikrî hazırlığımız yok henüz.

 

Devamı haftaya...