No.410 - Üçün biri gitti

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Tarih garip bir olay. Geçen yıl tam bu vakitlerde peşpeşe yazdığımız üç tefrikanın birincisi şöyle bitiyordu:

 

Bu Pazar Bush, Blair ve Aznar, biri büyük öteki ikisi minik üç başlı yıkım canavarı ... Atlas Okyanusu’ndaki süper turistik Azor adalarından birinde son savaş planlarını konuşmak için toplanıyor. Aynı gün, dünya insanları da binbir ülkede kendi aralarında ellerinde mumlarıyla toplanıyor.

Bush-Blair-Aznar üçlüsünün, egzotik bitkilerin arasından kendini bir hayal gibi gösteren kolonyal balkonlarına çıkıp, manikürlü parmaklarını tehditkâr bir şekilde dünya insanlarına sallaması sürpriz olmaz... Asıl sürpriz ise başka yerde: Sallanan bakımlı parmakların cılız yeli, yeryüzünün iyi insanlarının ellerinde sessiz sedasız yanan milyonlarca mumun parlak alevini söndürmek şöyle dursun, daha da canlandıracak.

(No. 310 - Parmaklar ve mumlar, 14 Mart 2003)

 

Ertesi tefrika, onun bittiği yerden şöyle devam ediyordu:

 

Eh, büyük gün geldi çattı!

Atlantik Okyanusunun ortasında bir yerde Portekiz’e bağlı Azor adalarında ücra bir Amerikan üssünde Savaş Konseyi toplandı. Karar: Saldırı!

“Yarın, dünya için hakikat ânı!” dedi Bay Bush.

Aslında, karar burada alınmamıştı. BBC’nin analizine göre, “Karar verilmişti ve üç “konsey” üyesinin o kadar yol tepip bir saatlik konuşmasına değmezdi.” Neden yapıldı toplantı o zaman? Aynı analize göre, savaşı dünyaya “satmak” için! (Paul Reynolds, “Selling The War”, BBC)...

 

* * *

Ülkeleri bile olmayan üç “lider”, Avrupa anakarasında gidecekleri tek bir metropol bile olmadığı için, dünyanın en ücra köşelerinden birinde bir Amerikan üssünde konsey topladılar ve orada bile barış yanlılarının gösterisine tanık olup şaşırdılar...

 

* * *

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı demokratik karar duruyor.

Saldırı başlıyor.

Türkiye, muhtemelen bu kirli savaşın dışında kalıyor. Dünyanın ezici çoğunluğu ile birlikte bunu “satın almıyor” yani.

Paul Krugman’ın deyişiyle “Başta herşey iyi gitse bile, bu yanlış sebeplerle girilen yanlış bir savaş olacak – ve bunun ağır bir bedeli olacak.” (New York Times) ...

(No.311 - Satıyorum saat - !, 17 Mart 2003)

 

Daha ertesi günkü tefrika ise şöyle gidiyordu: 

 

18 Mart günü kolay kolay unutulmayacak.

İmparatorundan dünyaya 3 buyruk düştü:

Bir: Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na: Sen artık yoksun!

Tabii, bu aynı zamanda hukukun üstünlüğünün yerini kuvvetin üstünlüğüne, yani “güçlüdür, haklıdır” doktrinine bırakmasıydı. Bush, “anlamını kaybeder” derken haklıydı: BM, anlamını kaybetmiştir. Yeni bir dünya düzeni içinde yaşıyoruz.

İki: Irak’a: Sen 48 saat sonra yoksun! 13 yıllık “ambargo” altında zaten amorf bir hale gelen toplumun yekten yokedileceğini açıkladı Bush, sabaha karşı 3:00’te. Ultimatomunda Irak’ı “zalim diktötürlerden ve tiranlardan kurtarıp barış ve rafa kavuşturma sözü” veriyordu. Ultimatomu,bundan tam 86 yıl önce, İngiliz-Hind orduları ile Irak’ı istilâ eden Tuğgeneral Stanley Maude’un deklarasyonu ile neredeyse kelimesi kelimesine aynıydı!

Üç: Türkiye’ye: 72 saat içinde bizim altımızda bu ölümcül ve karanlık maceraya girmezsen, para da yok, pul da. Üstelik parçalatılırsın... Yani, yoksun!

 

* * *

Rahul Mahajan’ın yazdığı gibi: Kimseden cevap almak için değil, kurumları, ülkeleri, insanları ve demokrasiyi aşağılamak için verilmiş üç ultimatom. [Znet]

 

* * *

Üç buyruktan sonra savaş başlayacak herhalde.

Ama asıl söz şimdi başlıyor.

Sezar’a bilici’nin söylediği uğursuz söz’ü, şimdi dünya insanları söylüyor:

“MART’IN 18’İNDEN KORK!”

(18 Mart’tan kork!, 18 Mart 2003)

 

* * *

 

İşte böyle ey okur, utangaç ve korkak tefrikacın, kehânetleri için Shakespeare gibi dehâları kullanıyor, ne yapsın fakir?

 

Tarih garip bir olay. Devrân dönüyor. Biraz ağır dönüyor -- ve çok sancılı -- ama dönüyor işte: Şimdi, bu yazılardan tam bir yıl sonra, savaş tamtamları çalan üçlüden biri olan yalancılar şâhı Aznar gitti. Cep telefonlarıyla, e-mail’lerle kenetlenen, sonra balkonlardan avlulardan tava tencere çalarak sokağa dökülen, sonra da Atocha’daki korkunç katliam alanında toplanıp vakurla susan İspanya halkının aktivist yığınları, seçim günü de sandık başında oy kullanırken Aznar’a: “Manipülasyoncu, defol!” diye bağırdı ve üç gün içinde tarihten siliverdi onu.

Göreceksin ey okur, “18 Mart’ın lâneti” öteki ikisini de aynen öyle silecek, Shakespeare’in bilicisi yanılıyor olamaz!

 

Ne var ki, bu tarihî süpürmenin olması için illâ insanların iğrenç terorist bombalarıyla paramparça edilmesini beklemek, bu kadar ağır bir bedel mi ödemek gerekirdi? Doğrusu, böyle düşünmeden de edemiyor insan.

 

Devamı haftaya...