No.370 - Ur Ağıtları

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Dünkü tefrikamızı, iyi haberlerin (AB için uyum paketinin acele yola çıkarılması ve kaybolduğu bildirilen Bağdat ‘hazinelerinin’ bulunması) arkasından, ne yapıp edip bir “şeamet tellâllığı” ile, kıyamet gününe bağlayarak bitirmiştik.

Hadise şuydu: Yağmalandığı bildirilen çivi yazısı tabletlerde, o ilk kurucu medeniyetin bilim insanları tarafından, insanlığın ilk yazılarından biri kullanılarak Ortadoğu’da günlük hayatın kronikleri yazılmıştı. 5 bin yıl boyunca inanılmaz bir sabır, sebat ve çalışkanlıkla tutulan bu kayıtlarda, elbette ki, doğa’nın ve hayatın pek çok gizemi gözlenmişti. Küresel iklim değişikliği, küresel ısınma ve El Niño iklim olayı denen muazzam karmaşık fenomenlerin hepsi birer birer o toprak tabletçiklere işlenmişti. Yalnız onlar mı?

Neredeyse dünyanın sonunu belirleyen “kıyamet günü” de tasvir edilmekteydi o inci gibi çivi yazılarından oluşan paha biçilmez metinlerde: Kadim Akad ve Sümer imparatorluklarının hâkim olduğu Mezopotamya’nın ünlü Ur şehrinin bundan 4 bin yıl önce büyük bir felâketle yerle bir olması, 30 yıl boyunca birbirini amansızca izleyen “Nuh tufanları" ile cehennemi kuraklık dalgaları sonunda yüzbinlerce insanın telef olup gitmesi...

Sussex Üniversitesi’nden Çevre Tarihi Merkezi araştırma direktörü Dr. Richard Grove, medeniyetin bu çöküşünü El Niño gibi okyanus akıntılarına, dünya üstünde esip savuran rüzgârlara bağlıyor: “Olup biten, nükleer patlama gibi birşeydi. Irak’taki çiviyazısı tabletleri, endüstri öncesi tarım topluluklarının, aşırı iklim olayları sonucu 20-30 yıl hatta daha da uzun süreyle neredeyse tümüyle çöküşünün hikâyesini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor.”

“Ur Ağıtları” diye bilinen bu tabletler, Bağdat eski eserler müzesindeki yağmadan kurtarılabilmiş ya da yeniden bulunmuşsa, 4 bin yıl sonra bugün de aynen aşırı iklim değişiklikleri, okyanus akıntı olayları ve küresel ısınma sonucu gezegen çapında büyük bir felâkete hızla sürüklenen insanlık için bir “çözüm ışığı” olabilirdi, deniyor geçenlerde yayımlanan bir makalede. (Ben Russell, “Tablets that may reveal El Niño secrets are feared lost in Iraq”, The Independent, 9 Haziran 2003). İnsanın o pek şaşırtıcı ve pek acıklı iyimserliğinin, iflâh olmaz naifliğinin parlak bir örneği bu aslında: “Tabletler kaybolmamışsa, biz ne yapar eder, bu sırrı çözer,  başımızı belâdan kurtaracak bir teknolojik çözüm getiririz evel Allah” mantığı...

Ama, bu arada “atlanan” küçük bir fark yok mu?  Ayrıntıda gizlenmiş minik bir “şeytan”?2200 yıl önce azgın sularda boğulan, cehennem ateşlerinde kavrulan Sümer insanlarının bütün bu felâketlerde kendi günahlarının payı ne kadar olabilirdi ki? Sümerlilerin benzin içen cipleri, devasa bacalı fabrikaları, nükleer başlıklı füzeleri, seyreltilmiş uranyumlu mermileri, hamburger için besledikleri sayısız inekleri, kara delikler gibi herşeyi içine alıp yutan petrol kuyuları var mıydı? Ya da, öbür tarafa geçip sorarsak, biz kendi “Ur Ağıtları”mızı yakacak zamanı bulabilecek miyiz?Dolayısıyla, çiviyazılı güzelim tabletler –Nasreddin Hoca’nın eşeği misâli – kaybolup yeniden bulunduysa, elbette sevincimizden deliye dönelim dönmesine... Ama bu sevincimiz, kendi salaklığımızla kazdığımız ‘kuyu’nun dibindeki zift karanlığının içinde, bize uzatılmış olduğu zehabına kapıldığımız bir “kurtarıcı-mesih” ipini bulduk sanmaktan gelmesin de, bir zamanlar bu gezegenin üstünde dolaşmış olan yaratıcı zekâ sahibi atalarımızdan bize kalan çivi – ya da alın – yazılarının hâlâ öylece durdukları yerde durduklarını, 5 bin yıldan beri hâlâ gündelik hayatı anlatadurduklarını bilmekten gelsin, bu daha iyi değil mi?

Devamı yarın...