No.369 - İki müjdeli haber

-
Aa
+
a
a
a

Hafta sonundaki bazı dehşetengiz haberleri bir yana bırakalım... Meselâ yeryüzünün en Orwell’vari çiftkonuş örneklerinden biriyle “hayata dönüş” diye adlandırılan feci operasyonda, öldürülen mahkûmlar aleyhinde devlet güçlerince ileri sürülen iddialara dayanak bulmak üzere can verenlerden üç genç insanın, daha can çekişirken vücutlarındaki yaralarının bıçakla kesilip genişletilmesini (adli tıp raporu ve ayrıntılar için bkz.: Gürkan Akküneş, Milliyet, 7 Haziran 2003);  Erzincan’da çok muhtemelen şoförün uyuması sonucu otobüsün tünel yerine tünel duvarına geçmesi sonucu 27 kişinin parçalanıp 33 kişinin yaralanmasını (Radikal, 8 Haziran 2003) ya da Bratislava’da Milli futbol takımı Avrupa şampiyonasında deplasmanda sıradan bir rakip önünde önemli bir galibiyet aldıktan hemen sonra, genellikle sâkin tavırlarıyla temayüz etmiş teknik direktörün, önce her zamanki sükûnetiyle maçın objektif bir analizini yaptıktan (“Sezon sonu ve sıcağa rağmen tempolu başlayıp, tempolu bitirdik ... sıcak havada maçın sonundaki gibi hataların olması normal...”) sonra birden, âniden cinnet geçirmiş ya da kollektif cinnetin bir parçası oluvermişçesine, kapanış cümlesi olarak, durup dururken ve hoppala “Türkiye için ölürüz!” demesini... (Hürriyet, 8 Haziran)

 

* * *

 

Biraz zorlanarak da olsa, bunların hepsini teknik direktörle birlikte sıcak havaların da etkisine bağlayarak, olağan sayıp unutalım... Ve iyi haberlere bakalım:

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, hukunun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve temel özgürlükler konusunda çok önemli tespitler yapıyor ve Avrupa Birliği için 6. uyum (ya da “demokratikleşme”) paketini süratle Meclis’e sevk ederek onaylatacaklarını söylüyor: “Bu işi bu hafta bitireceğiz”!

 

Korku ve yılgılarla özgürlük talebi arasındaki dengeyi analize eden Gül, AB konusunda yaşanan korku ve kaygıların yersiz olduğuna dikkat çekiyor: “Kaygılardan dolayı, daha büyük hak olan özgürlükleri reddedemeyiz.” Düşünceyi özgür kılma konusunda geri adım atmayacaklarını belirtiyor ve diyor ki: “Bir düşünce şiddeti teşvik etmiyorsa, şiddet içermiyorsa serbest olabilir.” (Zaman, 9 Haziran 2003).

 

Başbakan Yardımcısı’nın bu hafta “ bu işi bitirmesi” ifadesindeki kararlılığın bir yerlere takılıp sekteye uğramayacağını umuyor insan.

 

Eğer doğruysa, haftabaşının ikinci iyi haberi, Irak’ta Mezopotamya’da insanlık tarihinin en eski medeniyetine ilişkin eserlerin hemen savaşın ardından yağmalanıp toz edildiği yolundaki bilgilerin ardından, âniden, bunların büyük bölümünün “el değmemiş” şekilde bulunması haberi idi. Saddam Hüseyin rejimi çatırdayıp çökerken yağmacılar tarafından talan edilen Bağdat eski eserler müzesinin pek çok eserinin, kaderin garip bir cilvesi sonucu, belki de Saddam Hüseyin rejiminin bir “son dakika kıyağı” olarak, Bağdat varoşlarında gizli dehlizlerde saklanıp emniyet altına alınmış olduğu ortaya çıkıveriyor. (The Independent, 9 Haziran 2003)... Robert Fisk’in pek çok haberinde art arda ortaya koyduğu kişisel görgü tanıklıklarında, yağma, talan ve kundaklamanın planlı, hesaplı kitaplı olduğu ortaya konmuştu. Yine de, en büyük medeniyetlerin en erken ortaya çıkıp yeşerdiği Ortadoğu’da ve özellikle Mezopotamya’da, Batı’nın “sokma aklı”nın uzanamayacağı, menhus emperyal planların erişemediği böylesi mucizeler olabiliyor – ve genellikle de yalnız böylesi yerlerde olabiliyor – işte deyip bu haberin yalanlanmayacağını ummak istiyor insan...

 

Zaten, yalan çıkarsa, iş kötü demektir: “Ur Ağıtları” diye bilinen çivi yazısı tabletler bulunmadıysa, ya da gittiyse, o tabletlerde 4200 yıl öncesinden bize iletilen karanlık bilimsel gerçekliğin sırrını, yeryüzünün en gizemli ve yıkıcı El Niño iklim olayını ve küresel ısınma meselesini, çözme konusunda zaten pek zayıf olan şansımızı hepten yitirmiş olacağımız ortaya çıkıyor ki, işte bu hiç de iyi bir haber sayılmaz.

 

Devamı yarın...