No.364-Gak deyince su, guk deyince et

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Beklendiği gibi hareketli oldu hafta sonu. Dünyanın en zengin ülkeleri, Rusya’nın da ilâvesiyle G8 zirvesini gerçekleştirmeye koyuldular. İroni ve metafordan geçilmez, hatta boğucu hale gelen dünyanın iyi bir aynası oldu bu da. Doğal ve “tasarlanmış” (yani marka) suları ile meşhur Evian les Bains’de, göle nâzır şâhâne otel odalarında, müstehcene varacak ölçüde bir lüksün hâkim olduğu, yiyecek içeceğin sular seller gibi aktığı tipik bir zenginler zirvesi işte. Susuzluk ve açlık gibi birkaç önemsiz gündem maddesi vardı. İMF’nin eski başkanı Camdessus’ün su kaynaklarının finansmanı konusunda bir büyük araştırmanın “bulgularını” tartışmaya açıyor olması, kendi başına komik bir durum sayılabilirdi.

 

Sayıları 100 bin civarında olan protestocular, bunun aslında devasa özel su şirketlerinin, yoksul ülkelerdeki su pazarlarındaki paylarını nasıl artıracaklarının tartışılmasından ibaret olduğunu ileri sürüyorlardı.

 

The Observer gazetesi muhabirleri, zirvenin bütününe hâkim olan lüks ile sorunların büyüklüğü arasındaki keskinliğe dikkat çeken “keskin” yazılarında şöyle diyorlar: “Böylesi tartışmalar, Sema Kadir gibi insanların hayatlarından milyonlarca kilometre ötedeymiş gibi görünüyordu. Üç çocuk annesi bayan Kadir’in cansız bedeni, Etiyopya’nın merkez bölgesindeki evinin yakınındaki bir ağaçta sallanıyordu. Kadının âkıbeti konusundaki tek ipucu, yanıbaşında duran kırık bir toprak su kabının parçaları arasında duruyordu. Kadir, evine en yakın su kuyusuna kadar 20 kilometrelik yolu gidip gelmiş ama son merhalesinde gücü tükenip yere yığıldığında testi kırılınca o değerli sıvı heba olup gitmişti. Oysa o suyla çocuklarını iki üç gün daha yaşatabilecekti. Komşularından birine de zaten borcu olduğundan yeni bir testi alacak parası yoktu; kendini asmaktan başka bir çaresi kalmamıştı.” (Gaby Hinsliff ve Mark Townsend, “Row Over Water Access Boils Over”, The Observer, 1 Haziran 2003)

 

Aynı yazarların Tearfund adlı sivil toplum kuruluşundan aktardıkları bilgiye göre, su meselesinin de tartışıldığı üç günlük zirve sonunda, 170 bin insan temiz su yetersizliğinden dolayı ölmüş olacağı anlaşılıyor. 1.1 milyar gibi gerçekten inanılmaz sayıda insanın temiz suya erişemediği şu garip dünyada her 15 saniyede 1 çocuk ölmekte... Ve dahi, zirveye evsahipliği eden Royal Parc Evian otelinin göle nâzır tuvaletlerinde tek bir sifon çekişinde kanalizasyonlara karışan su miktarı – ki, Etiyopyalı Sema hanımın gece karanlığında 7 saatte ancak varabildiği kuyudaki sudan çok daha temiz – Afrika’da bir insanın gün boyu içmek, yemek pişirmek ve temizlenmek için tükettiği sudan fazla!

 

Açlık meselesine gelirsek, Irak fâtihi İmparator Bush’un, hastalıktan kırılan Afrika ülkelerine 15 milyar dolarlık AIDS yardımını da Global AIDS Fonu’ndan kaçırıp genetik bakımdan dönüştürülmüş (GM) tohumların alınması şartına bağlaması, üstüne üstlük GM yiyecekleri üretim ve tüketim sürecine sokmayı reddeden Avrupa ülkelerini de 3. dünya ülkelerini açlığa mahkûm etmekle suçlaması, şıktı doğrusu. Hali hazırda düpedüz açlığın pençesinde olan 800 milyon gibi akıl durdurucu sayıda insanın durumunun GM tohumlarını satın almakla düzeleceğini savunun Bush ve büyük biyoteknoloji şirketlerinin iddialarının aksine, daha bile kötüleşebileceğini ortaya koyan raporlar da Evian zirvesi ile eşzamanlı olarak dünyaya ulaştı. Hatta, ActionAid adlı kuruluşun 28 Mayıs’ta yayımladığı raporda, belirsizliklerle dolu olan bu alanda tehlikelerin o kadar büyük olduğu söyleniyor ki, GM üzerinde daha geniş araştırmalar yapılıp sonuçları ortaya konuncaya kadar genetik müdahale edilmiş tüm besin ürünlerinin alım satımının durdurulması (moratoryum) talebi bile var!

 

GM tarımının, yoksul köylü ve çiftçilerin çıkarlarını korumak şöyle dursun, sadece tarım ve kimya alanında çalışan dört dev çokuluslu şirketin, yani Monsanto, Syngenta, Bayer Cropscience ve Dupont’un kârlarını artırmaya yarayacağı belirtiliyor. Zaten dünyada üretilen GM ürünlerinin yüzde 91’i Amerikan şirketi Monsanto’dan soruluyor. (Paul Brown, The Guardian, 28 Mayıs 2003).

 

Sonuçta, biyoteknoloji konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan Jeremy Rifkin’in belirttiği gibi, yoksul ülkelerdeki açlık sorunu, GM ürünlerinin devreye sokulmasıyla asla tersine döndürülemeyecek, son derece karmaşık bir süreç. Herşeyden önce, gelişme yolunda diye adlandırılan yoksul ülkelerde beslenme yetersizliği çeken çocukların yüzde 80’inin, yiyecek fazlası olan ülkelerde yaşadıkları gibi garip bir gerçeklik var ortada. Zaten, bu ülkelerde üretilen yiyeceğin 5’te biri zengin ülkelerin hamburgerleri, bonfileleri, biftekleri vs. için hayvan yemi olarak üretiliyor.

Sonuçta da, dünyanın en zengin tüketicileri yüksek hayvani proteine dayalı bir beslenme içinde iken, yeryüzünün lânetlileri de, kendi ailelerini beslemeye yetecek miktarda toprak kullanamıyor. Ayrıca, genetik müdahale geçirmiş tohumlar patentle satılınca, Monsanto gibi dev üreticiler muazzam kârlar elde ederken, yoksulun yoksulu köylüler gittikçe daha marjinal hale geliyor. Ve üçüncüsü, Bush takımı, genetik mühendislikle vitamin ilaveli yeni jenerasyon “altın pirinç” gibi “mucize” ürünlerin çocukları körlükten bile kurtaracağını söyler ve bunları reddetmenin “ahlâka aykırı” olduğunu ileri sürecek cür’eti gösterirken, uluslararası bilim dergileri, bunların işe yaramadığını belirten makalelerle dolup taşıyor yıllardır. İlginç bir paradoksla, A vitamini eksikliğinden kör olan yarım milyon çocuğu bu beta karoten’in kurtaracağı söyleniyorsa da, bu olmuyor. Çünkü: Beta karoten’in A vitaminine dönüştürülebilmesi için bedende gerekli olan miktarda protein ve yağlar, yoksul çocukların bedenlerinde bulunmuyormuş nedense! (Jeremy Rifkin, “Bush’s Evangelising About Food Chills European Hearts”, The Guardian, 2 Haziran 2003)

 

Yiyecek, içecek meselesi böyle. Açlık zincirini tam anlamıyla pekiştiren borçların iptali ya da azaltılması gibi bir diğer önemsiz mesele ise, İmparator’un dayatması ile sadece Irak’ın borçlarının ertelenmesi ya da silinmesi konusuna odaklanıyor.

 

G8 protestocuları işte böyle konular üzerinde bağırıp çağırıyorlar, arada gözyaşartıcı gaz, biber gazı ya da düpedüz cop yiyor, şok bombaları ile yanıyorlar... Galiba daha adaletli bir dünya olsun diye yapıyorlar bütün bunları. Şu özet verilerin ışığında “aşkolsun bu çocuklara” demekten başka ne yapabiliriz, ey okur, sen söyle.

 

Devamı yarın...