No.345 - Hanefi'nin defteri nerede?

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Bingöl’den 176 ölü, 520 yaralı, 309 yıkılmış konut, 2756 oturulamaz, 2399 oturulabilir hasarlı konut kaldı bize bu hafta başına.

 

“Oturulabilir hasarlı konut” ne demektir, bilemiyoruz. Bu da, depremden arta kalan ilginç sorulardan biri olarak bir süre aklımıza takılı duracak anlaşılan.

 

Çadır konusundaki talepler karşısında verilen sert tepkilerin ardından çıkan çatışmaların, hatta ufak çapta bir meydan savaşını hatırlatan olayların müsebbibi olarak gösterilen provokatörler bulunamadı. Ama, önemli değil. Çünkü zaten provokatör lâfına inanan da bulunamadı. (Aslında, provokatör aranıp bir de bulunması daha bile kötü olabilirdi; onun için buna da şükür.)

 

Bingöl’den hafta başına, arama kurtarma ekipleri ile facia kurbanları arasında kurulan sıcak ve buruk insani ilişkiler de kaldı. Yoksul bölgelerdeki insanların hayatına genellikle devlet tarafından zorla egemen kılınan hoyrat ilişkilerin yerini, o dayanılmaz ölüm ve yıkım acısına rağmen böyle bir insani “titreşime” bırakması da birşeydir herhalde – buna da şükür, buna da.

 

Deprem olayını özetleyen en çarpıcı haber başlığını ise Cumhuriyet  gazetesinde görmek mümkündü. Bingöl faciasının dört sebebi, mahşerin dört atlısı misali, şöyle sıralanmaktaydı:

Rüşvet, denetimsizlik, eksik malzeme ve işçi hatası...

 

Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Müdürü Ahmet Cengiz, konuşmasında oldukça özlü bir söylem tutturmuş: “Bürokratlar, teknik elemanlar rüşvetalmakta, müteahhitler rüşvet vermekte, müteahhitler ihalelerde işbirliğine gitmekte, idareler anlaşmalı iş vermekte, [fiyatta] yüksek kırımla iş yaptıran idareler hırsızlığa göz yummaktadır.” Şube müdürü Cengiz’in, belki de en özlü cümlesi de sonda gelmekteydi: “Aslında söylediklerimiz bilinmeyenler değil, herkesin üç maymunu oynamasından dolayı ifade edemedikleridir.”

 

Üç maymun? Yani: Duyma kötüyü, görme kötüyü, söyleme kötüyü.

 

Üç maymuna herkes, yani tüm toplum dahil. En sevilen sportif alışkanlığımızın icabı olarak, kendi dışımızda kalanları suçlayıp rahatlama egzersizlerini tamamlayan ve yatağa öylece huzur içinde giren bizler de maymunlar arasına katılınca mesele de kalmıyor tabii. Zaten, Zaman gazetesinin manşet haberi de bunu doğruluyor: 4 yıldır deprem şûrasının toplanamamış olması, kanunlarda gerekli değişikliklerin yapılamamış olması, gerekli önlemlerin bir türlü alınamamış olması, bizim “dışımızdaki” yetkeleri sorumlu tutmamız ve idmanımızı yapıp huzur içinde uyumamız için yeterli. İlk iki maymun tamam. Ama, ah şu son cümlesi haberin: “Halkın yüzde 82’si deprem gerçeğine kayıtsız.”

 

Burada, bize haftanın ilk çalışma gününde bir soru daha kalıyor yalnız:

 

Rüşveti anlıyoruz; denetimsizliği anlıyoruz, eksik malzemeyi anlıyoruz; ama, şu sonuncuyu, yani “işçilik hatası”nı anlamak hiç de kolay değil. İnşaat mühendisleri odasının raporunda, çocukları dümdüz eden Çeltiksuyu ilköğretim yatılı okul binasında “betonarme demir işçiliğinin çok yetersiz...olduğu, tamamen dağılmış beton içinde agrega yerine taş parçaları bulunduğu” belirtiliyor (Cumhuriyet). Yani demiri demir değil, betonu beton değil. Burası tamam da, neden “işçilik hatası” diye kategorileştiriyoruz bunu, işte bunu anlamak da mümkün değil. Her iki kelime de olmaz: Ne işçisi, ne hatası?

 

Binayı yapan zavallı inşaat işçisini neden bu facianın sorumluluğuna ortak edelim ve neden bütün bu rüşvet, denetim, malzeme hırsızlığı rezaletine bir “hata” payı ilâve edelim?

 

Dolayısıyla, ey okur, gel edebimizle önce şu dört atlıyı üç maymuna indirelim sağ salim. Sonra da sözümüzü Çeltiksuyu okulunun yıkıntısından sağ çıkan 15 yaşındaki Hanefi Beldek’in söyledikleri ile bir güzel bağlayalım:

 

“Benim asıl aradığım, bütün arkadaşlarımın imzaladığı günlük. Dünyada o defteri bulmaktan daha çok istediğim hiçbir şey yok.”

 

Devamı yarın...