No.344 - Provokatör

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Haftasonuna yurtta ve cihanda kaos havasıyla girildi. Bush savaşın zaferle sonuçlandığını uçak gemisinde askerlerinin alkış kıyameti arasında cümle âleme ilan ettiği sırada “zafer”in gerçekleştiği yerde, Irak’ta, Falluca’da Amerikan askerlerinin panik içinde ortalığa ateş açmalarına, silâhsız sivil protestocu insanları öldürmelerine ve bizatihî Amerikan varlığına karşı büyüyerek devam eden öfke bu kez onlara atılan el bombalarına dönüşüyordu.

 

İsrail-Filistin barışı yolunda cümle âleme ilân edilen “yol haritası”nın iyimserlik taşan coşkulu PR çalışmaları daha doğru dürüst başlamadan, önce intihar komandolarının Telaviv’de terör baskını, ardından da İsrail’in iki yaşındaki çocukları da içine alan cinayet saldırıları ve hiç sektirmeden giriştiği yeni işgal hareketi, buna “çıkmaz yol haritası” diyen gazeteci Uri Avneri’yi haklı çıkarıyordu.

 

Türkiye de kendi payına şaşırtmaca yapmaya devam ediyordu: Dünyanın dörtbir yanında kimi çatışmalı kimi tamamen barışçı havada geçen 1 Mayıs gösterilerinin en büyüklerinden biri beklenmedik şekilde İstanbul’da gerçekleşti. “Herkes oradaydı” dedirtebilecek bir çeşitlilik vardı gerçekten: Ağır sendikacıdan, devrimci liseliye, “çocukları zedeleyebilecek bir olay" çıkarsa, onları engellemek üzere annelik hakkını kullanmak için oraya gelen orta yaşlı kadından, Batmanlı genç eşcinsele kadar... Üstelik, Almanya ve birçok başka Avrupa ve dünya ülkesinin aksine, barışçı ortamın adamakıllı baskın olduğu bir gösteriydi bu.

 

Öte yandan, Bingöl depremi, yıllardan beri süregelen inanılmaz saçmalıktaki yüksek politikaların ne derin birikimler yarattığını çırılçıplak ortaya koyan patlamalarla yeni bir boyut kazandı apansız: Büyüklük, şiddet, fay, kolon, ihmal, müteahhit filân demeye kalmadan, daha çocukların okullarının enkazı altındaki canlı-cansız bedenlerinin çıkarılması işleminin tam ortasındayken, birden görüntü değişti: Bağdat ya da Falluca meydanlarında görmeye alışık olduğumuz görüntüler, kendi ülkemizin ekranlarından fışkırıverdi.

Öfkeyle gerilmiş yüzler, öfkeyle kalkan kollar, otomatik silahlardan havaya sıkılan sayısız merminin kulaklarda yankılanmaya devam eden tarrakalı uğultusu, elleri otomatik silâhlı siviller, uçuşan taşlar, sopalar, sandıklar, tahrip edilen panzerler, insanların üstüne hınçla sürülen polis arabaları, taşlanan valilik camları, görevden alınan polis şefleri, sokak arasından şaşırtıcı çatışma görüntüleri, bin yıldır dinlediğimiz provokasyon suçlamaları... Ama, provokatörler ve “münferit olaylar” gibilerinden bin yıldır dinlediğimiz izah tarzlarının hiç de inandırıcı bir tarafının kalmadığını gözümüze sokan şey de aynıydı: Ekrandaki görüntüler ve sesler.

 

“Bizim verdiğimiz vergilerle bizim önümüzde mermi sıkılmasını istemiyoruz!”  diyen, üstünü başını yolarcasına soyunarak protestosunu dile getiren ve tabii hemen gözaltına alınan insanların görüntü ve sesleri, bir provokatör aramanın absürdlüğünü olanca yalınlığıyla ortaya koyuyordu.

 

Bingöl’de ekranlarda gördüğümüz insanlar barış ve adalet arıyorlardı, görebildiğimiz kadarıyla. “Bunu da çek, bunu da göster!” diye yönlendirmeye çalışıyorlardı kameramanları. Herşeyin kayda geçmesini istiyorlardı...

 

Onların bu arayışına bir provokatör arayışı ile cevap verme arayışı ise, arayışların en nafile olanı galiba...

 

İlle de provokatör aranacaksa, bu işin başka yerde yapılması lâzım: Bingöl’deki sokaklarla meydanlardan çok, çeyrek yüzyıl öncesi İstanbul’unun meydanlarına bakmakta sayısız yarar olabilir meselâ: Bundan tam 26 yıl 1 gün önce Taksim meydanında 1 Mayıs’ı kutlamak üzere toplanmış yüzbinlerce insanın üstüne İntercontinental Otelinin ve Su İşleri’nin çatılarından yağan mermileri püskürten ve 37 insanın hayatına mal olan o görünmez silâhların kabzalarına yapışmış görünmez parmakların sahiplerine...

 

Devamı haftaya...