No.328 - Düşen Bağdat'a Surname

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

Bütün dünya – ya da dünya insanlarının televizyon kameralarına erişimi olan kesimi – gibi biz de “Bağdat’ın düşüşü”nü canlı yayında seyrettik. Küreselleşmenin en büyük nimetlerinden biri bu işte: Hani derler ya, tarihin değişmesine – hayır, tanık değil – seyirci olmak ve bunu dünya nüfusunun epey bir çoğunluğu ile paylaşarak, demokrasinin bir parçası haline gelmek.

 

Durup dururken, gün ortasında! Binlerce yıllık medeniyetten arta kalan Bağdat’ın düşüşü, beklediğimiz kadar dramatik olmadı. Hatta, beklenmedik ölçüde melodramatik oldu, da denebilir.

Tarihin de dramın da eski tadı yok galiba.

 

Olay, Brezilya televizyon dizileri ile Aziz Nesin’in benzersiz Surname’si arasında bir kıvam taşıyordu:

Bağdat’ın ortası sinama: Gün ortasında, kentin ortalık yerinde adeta bir Pazar gezintisi rahatlığı içinde dolanan Amerikan tankları, onların içinde ve yanında boy gösteren ve mahçupça gülümseyen Amerikan askerleri... onlara soru soran sayısız gazeteci (onların da dünkü cinayetlerden kurtulanları tabii) ... Mahçup delikanlıların o akşam yabancı bir metropolde konsere çıkacak mütevazı bir rock grubunun elemanlarının basın toplantısı yaparmışçasına halleri: “Bu benim için yeni bir deney olacak... Burası çok büyük bir şehirmiş...”

 

Çok büyük şehrin bomboş cadde ve alanları... Merkezdeki büyük Saddam heykelinin etrafında toplaşan otuz-kırk çocuk ve genç irisi erkek... Heykele fırlatılan pabuçlar. Oracıkta acele bulunan uzun bir seyyar merdiven. Heykele tırmanan birkaç oğlan. Kaidenin fayanslarına indirilen balyoz darbeleri. Sen bırak, biraz da ben vurayım halleri... ama insan azmanı birinin balyozu ele almasıyla birlikte, bu hallerin sona erivermesi... Oracıkta alelacele bulunuveren bir halatın, heykelin boynuna bağlanması hamleleri. Uzaktan geçen bir hayalet araba... Diktatörün heykelinin Amerikan yardımı olmadan yıkılamayacağının birden anlaşılması. Halatın o muazzam Abrams tankına bağlanması. Halatın kopması. Halatın koptuğunun ve meltemde hafif hafif sallandığının canlı yayın sunucusu tarafından farkedilememesi ve dolayısıyla heykel düştü düşecek heyecanının izleyiciye yansıyamaması... Bulunuveren çelik telin de işe yaramaması. Üzeri salkım salkım insanla dolu tankın geriye hamlesinin işe yaramaması... Bunun üzerine Amerikan tankına bir vinç ilâve edilmesi... Tarihin yapılmasını televizyonda değil de orada “canlı” olarak izleyen yerli halkın sayısının birkaç yüzü bulması... Futbol formalı, atlet-fanilalı, kimi çarşaflı delikanlılar, adamlar... Uzaktan bir hayalet araba daha... Tankların yakınına yanaşan Irak’lı çocuklara Amerikan askerleri tarafından çikolata uzatılması... Çekingen çocuk elinin uzanmakta tereddüdü... Sonra tereddüdün yenilmesi ve hediyenin alınması...

 

Diktatörün heykelinin devrilmesi işinin artık tamamen Amerikan deniz piyadelerine terkedilmesi. Bir piyadenin çevik hareketlerle heykelin baş hizasına bir hamlede tırmanmasıyla geçilen en heyecanlı sekanslardan biri: Deniz piyadesinin, yanında getirdiği anlaşılan koskoca Amerikan bayrağını birden çekip biraz sonra devireceği Diktatörün başı etrafına sarıp sarmalaması.

 

Donan kare: Dev Amerikan Bayrağı başlı dev diktatör heykeli!

 

Şimdi düşman olan ama bir zamanlar en büyük dost Fransızların özgürlükçü Amerikan halkına en büyük armağanı olan Hürriyet Heykeli’nin New York’ta Okyanus sahillerinden Mezopotamya’da Dicle kıyılarına taşınması...

 

Zamanlar, medeniyetler ve kıtlararasında geçen bu müthiş yolculuğun neredeyse bir tek saniyeye sığdırılması.

 

Donan bu karenin belleklere kazınmasının ardından filmin devamı: Amerikan bayrağının nedense alelâcele dertop edilip geri sarılması... Ardından, Diktatör öncesi dönemden, hatta belki de İngiliz sömürge döneminden kalma – ama kendisi nasılsa yepyeni ve pırıl pırıl kalmış – eski Irak bayrağının nerden bulunduysa çıkarılması ve Diktatörün başı üzerinde Amerikan deniz piyadesi tarafından prova edilmesi, ama nedense ânında ondan da vazgeçilmesi...

 

Sonra Final’e doğru:  Modern Amerikan tankına monte edilmiş modern Amerikan vincinin kıpırdaması, insanların Amerikalıların emriyle etrafı boşaltması, vincin zincir boşluğunu alma yolundaki ileri geri gitgelleri, sonra tankın nihai geri hamlesi ve – Final:

 

Diktatörün öne doğru yavaaşça – yeryüzünde bu gösteriyi izleyen tüm seyircileri, yüzyılönceki sömürgecilik döneminden kalma çok zarif bir reveransla selâmlarmışçasına – eğilmesi ve yıkıl –

maması!

 

Onun yerine, biraz önce insan azmanı esmer Iraklı adamın balyozla çentikler açtığı kaidenin üstüne uzanıp yatıvermesi, sereserpe.

 

20 küsur yıllık korkunç diktatörün, yüce Amerikan ordusunun “high-tech” desteğine rağmen bir türlü yıkılmak bilmemesi ve etraftaki insanların sevincini kursağında bırakması... Bir dakikalık şaşkın bir bekleyiş...

 

Ve, bu çok “anti-klimaktik” finalin ardından gerçek final ve artık bu son:

 

Son bir gayretle yere indirilen Diktatör kaidesinden kopar, kaideden bir takım metal borular fışkırır gibi çıkar, yerdeki Diktatörün

 

üzerine insanlar çıkar... (Çevredeki insanlardan cılız alkışlar.)

* * *

 

Son yazılar akarken, bir de soru belirir: Heykeli yerde duran diktatörün kendisi nerededir peki? Ya ordusu nerededir? Polisi, milisi, ahalisi? Beş milyon insan yaşamıyor muydu bu Bağdat'ta, dün akşam saatlerine kadar? Küçük bir unsur eksik değil mi bu filmde? 

 

Hu komşu, evde kimse yok mu?

 

Devamı yarın...