No.297 - Jeopolitik: 3 Yazardan 3 Alıntı

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Madem savaş konuşuluyor işte üç ayrı milletten üç yazarın yeni şekillenen dünya coğrafyası üzerine yazdıklarından bir seçme:

İlk yazı, Türkiye’den: “Tezkere” sonrası dünyamızdan görüntüler:

“Eğer 'yetki tezkeresi' onaylanırsa Türkiye, cumhuriyet tarihinin en uzun ve kanlı askeri harekatına sürüklenmiş olacak [...] Hamasi söylemleri bırakıp, Türkiye nasıl bir haritanın içinde, bakalım.

Irak'ın parçalanmasını, ardından İran, Suriye ve Lübnan'ın hedef alınmasını, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki yüzbinlerce Filistinli'yi Ürdün'e ve Sina Yarımadası'na sürmesini, Ürdün ve Irak'ın bir bölümü ile Filistinliler'in dahil olacağı yeni bir Haşimi Krallığı kurulmasını, Irak'ın petrol kaynakları ve yönetiminde İngilizler'in tekrar eski belirleyici konuma gelmesini öngören, en önemlisi, "Arap-Fars-Kürt ve Türkler arasında on yıllarca devam edecek intikam salgını"nın başlamasına yol açacak senaryo, ekonomiden sosyal yapıya, demokratikleşmeden dış politikaya Türkiye'nin en az on yılını rehin alacak.

Kuzey Irak’ta yaşanacaklara paralel biçimde yeni bir 'Kürt Krizi'nin Türkiye’yi esir almasını kimse önleyemez [...]

Ankara'nın Amerika'nın yeni dış politika anlayışına teslim olması "modern Türkiye'nin geleneksel dış politika çizgisinin terkedildiği"nin işareti. Türkiye ilk kez, hiçbir meşruiyet zemini olmadan bir ülkeye savaş ilan ediyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları dahil, Türkiye böylesine hukuki zemini olmayan bir harekatın içinde yer almadı. [...]

Türkiye, sürece zorunlu olarak teslim olmadı. Ankara'nın hem bölgesel hem de uluslararası ilişkiler kapsamında derin bir tarihsel dönüşümün içine girdiği gerçeğini kabul etmeliyiz.

Tezkere'nin kabulü, Türkiye'nin savaşın asıl aktörleri arasında yer alma konusunda oldukça istekli olduğunu, "barışçı ve uluslararası hukuka uygun dış politika" seçeneğinin terkedildiğini, bunun Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana en büyük dönüşüm olduğunu, Türkiye'nin ABD-İngiltere ve İsrail'in temsil ettiği şahin dış politikayı açıkça benimsediğini, artık Irak sonrası ortaya çıkarılacak yeni tehditler konusunda da Ankara'nın benzer politikalar izleyeceğini, gerek merkez iktidar organlarının gerekse AK Parti yönetiminin bu dönüşüm konusunda ciddi bir tereddüt yaşamadıklarını kanıtlayacak. Öyle ise, birileri bir itirafta bulunmalı: Türkiye'nin Irak krizinde zorunlu ve kısmı rolüne ilişkin söylemler terkedilip, daha yayılmacı, Bush-Şaron doktrinini esas alan, "önleyici savaş" tezi ekseninde askeri karakteri belirleyici olan, temel hak ve özgürlükleri pek de takmayan, Şaron yönetimi ve Washington'daki şahinlerle kol kola yeni bir bölge ve dünya tasarımı macerasına girildiği ilan edilmeli. [...]

Bu öyle bir bunalım ki, Türkiye'nin iktidar aygıtlarında çok ciddi zemin kaymalarına yol açacak. ABD'nin Kuzey Irak'ta bırakacağı enkaz, ne Kıbrıs bunalımına ne de Birinci Körfez Savaşı'na benzer. Bugün ABD'nin tek yanlı çıkarlarına göre karar alanlar, yarın bunalım bu ülkeyi sardığında ilk önce Amerika tarafından terkedilecekler. Türkiye sanki Birinci Dünya Savaşı sonrasına geri dönüyor. Ancak bu dönüşü, kenrdi inisiyatifiyle değil, kendisini bölgeden çıkaran İngiltere'nin, yeni küresel sistemi tek yanlı çıkarlarına göre şekillendirmek isteyen Amerika'nın, Irak harekatını "İsrail'in ikinci dirilişi" yapmaya hazırlanan İsrail'in biçtiği rolle yapmaya girişiyor. Bunun sonu hüsran olacak..."

(İbrahim Karagül, “Meğer Biz de En Az Amerika ve İsrail Kadar ‘Şahin’mişiz”, Yeni Şafak,)

***

İkincisi, ABD’den, Deniz Harp Okulu hocalarından Thomas P.M. Barnett’in, Esquire dergisinde yayımlanan yazısından: ABD’nin yeni dünya stratejisi gereği dünyanın sorunlu bölgelerini tespit edip onları savaş ve saldırganlıkla küçültmeyi öngörüyor:

“Bakın size söyleyeyim Saddam Hüseyin’in Bağdat’taki rejimi ile askeri çatışmaya tutuşmak neden yalnızca gerekli ve kaçınılmaz değil, aynı zamanda iyi birşey de. [...]

Körfez’deki yeni savaşımız tarihi bir kırılma noktasına işaret edecektir: Küreselleşme çağında stratejik güvenliğin gerçek mülkiyetini Washington’un ele geçirdiği andır bu. [...] Böyle bir savaşı desteklememin gerçek nedeni şu: Savaştan doğacak uzun vadeli askeri yükümlülükler, nihayet Amerika’yı küreselleşme sürecinden Kopuk dünyanın tümünü stratejik bir tehdit ortamı olarak ele almak zorunda bırakacak çünkü. [...]

Soğuk savaş bittikten sonra ABD’nin askeri müdahalede bulunduğu yerlerin haritasını çıkarırsak, küreselleşen dünyanın büyüyen Çekirdek’inin dışında kalmış bölgelerinde olağanüstü bir yoğunluk görürüz: Karaibler’in çevresi, Afrika’nın neredeyse tümü, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu, Güneybatı Asya ve Güneydoğu Asya’nın büyük bölümü. [...]

Bu askeri müdahalelerin çoğunluğu etrafına bir çizgi çekersek, temel olarak Dünyayla Bütünleşmeyen Kopuk bölgenin haritasını da çıkarmış oluruz. Tabii, bu basit yaklaşımın dışında kalan istisnalar olacaktır: Kopuk bölgenin içinde tecrit edilmiş İsrail veya Çekirdek bölgede ada gibi yüzen Kuzey Kore, veya hudutta dolanan Filipinler gibi. Ama eldeki verilere bakınca, tablonun temel mantığını yadsımak çok güç: Bir ülke küreselleşme süreci karşısında partiyi kaybediyorsa veya küreselleşmenin ilerlemesine ilişkin içerik akışınının büyük kısmını reddediyorsa, bir noktada ABD’nin oraya asker göndermesi olasılığı çok yüksektir. Aksine, bir ülke küreselleşme süreci içinde işlev görüyorsa, orada tehditlerin kökünü kazımak için askerlerimizi göndermeme eğilimindeyizdir. [...]

Bir ülkenin ABD askeri müdahalesine çağrı çıkarma potansiyeli, onun küreselleşme ile bağlantılanma durumu ile ters orantılıdır. [...]

Ama, “onları yaşadıkları yerlerde vurmak” ne kadar önemliyse, bu terorist şebekelerin Kopuk bölgenin kanlı hudutları boyunca uzanan “teğel devlet”ler yoluyla Çekirdek’e ulaşma kapasitelerini önlemek de o kadar önemlidir. Çekirdek, Kopuk’tan sızacak kötü şeyleri bastırma çalışmalarını işte bu teğel boyunca sürdürecektir. Bu klasik teğel devletlerin bazıları şunlardır: Meksika, Brezilya, Güney Afrika, Fas, Cezayir, Yunanistan, Türkiye, Pakistan, Tayland, Malezya, Filipinler ve Endonezya ilk ağızda akla gelenler. [...]

Bir dakika arkamıza yaslanıp bu yeni dünya haritasının daha geniş sonuçlarını düşünürsek; o zaman ABD ulusal-güvenlik stratejisi şöyle oluyor:

1) Çekirdek’in 11 Eylül gibi mikroplara karşı bağışıklık sistemini güçlendirmek; 2) Kopuk’tan dışarı sızan terör, uyuşturucu ve salgın gibi en kötü ihraç ürünlerine karşı Çekirdek’i koruma duvarı ile sağlama almak için teğel devletler üzerinde çalışmak, ve en önemlisi 3) Kopuk bölgeyi küçültmek. [...]

Ortadoğu, bu işe başlamak için en iyi yer. [...] Yapılacak en doğru iş bu, en doğru zaman de şu an, ve bunu yapabilecek tek ülke de biziz. Özgürlük Ortadoğu’da güvenlik olmadan çiçek açamaz, güvenlik de bu ülkenin en etkili kamu sektörü ihraç ürünüdür. [...]

Bana dünyanın herhangi bir yerinde barışı ve huzuru güvenlik altına almış bir bölge gösterin, ben de size tam da o bölgede yerel ordularla Amerikan ordusu arasında gittikçe gelişen bağları göstereyim. [...]

Her şey güvenlikle başlamak zorunda, çünkü serbest piyasalar ve demokrasi, kronik çatışma ortamında çiçek açamaz.”

(Thomas P. M. Barnett, ABD Deniz Kuvvetleri Savaş Akademisi, “Pentagon’un Yeni Haritası: Neden Savaşa Girdiğimizi ve Neden Sürekli Savaşa Gireceğimizi Açıklayan Harita, Esquire dergisi, Mart 2003 sayısı)

***

Üçüncü yazımız, İsrailli gazeteci, yazar, eski asker, milletvekili ve barış girişimcisi Uri Avneri’den. Savaşın amaçlarını anlatıyor:

“ABD’nin amacı ne terorizmle mücadele, ne kitla imha silâhlarını yok etmek, ne de Irak’a demokrasi getirmek. Bu savaş, başka amaçlar güden büyük bir planın sadece bir parçası. [...] Geriye tek neden kalıyor: Petrol. Petrolü gözardı edenler, ne olup bittiğini tam olarak anlayamazlar. Petrol kartının ne kadar vazgeçilmez olduğunu gördüğümüzde [...] Bush cuntasının savaştan neyi kasdettiğini anlayabiliriz. [...]

Böylece, muhalif ülkelerin ekonomileri üzerinde elde edeceği güçle, bu ülkelerin siyasetlerini kendi istediği rotaya sokan Amerika onları pasifleştirecek, bu da yetmezse onları elimine edecektir. [...]

Amerika, Irak’tan yıllarca ayrılmayacak. ABD’nin İslam dünyasındaki fiziki varlığı aynı zamanda yeni bir jeopolitik realitenin habercisi. Askeri gücünü kullanarak ekonomik durgunluğunu aşmak isteyen ilk büyük devlet ABD değil; tarih bu tür örneklerle dolu. Ama, tarihte hiçbir süpergüç bütün rakiplerini elimine edip, dünyayı tek başına yönetmek için bu denli gözü dönmüş halde hareket etmedi. Amerika hiçbir rakip bırakmak istemiyor. Ve, birkaç kuşak boyu sürecek olan yeni bir dünya hegemonyasına ilk adımını atıyor. [...]

Bush ve Şaron arasındaki ilişki, herkesin bildiği gibi, simbiotik ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi. Amerika’nın bölgedeki varlığı, Şaron’a gizli planlarını uygulamada cesaret ve hız verecek, politikalarındaki şiddet dozunu had safhaya taşıyacak. Şaron, kargaşa ve savaşı fırsat bilip yüzbinlerce Filistinli’yi Ürdün’e sürmeyi planlıyor. Ve bunu yapacak. [...]

Peki bu yeni manzara İsrail için ekonomik, sosyal ve güvenlik açısından iyi olacak mı? Hayır.

Çünkü, yeni bir macera çağının kapıları açılıyor. Kimse nasıl bir tehlikenin yaklaştığını fark edemiyor. Savaş büyük bir olasılıkla çıkacak. Milyonlarca insan ölecek, bir o kadarı yaralanıp sakat kalacak ve sayısız insan doğup büyüdüğü topraklardan kopacak. Aileler dağılacak ve yine insanın yüreğini dağlayan trajik manzaralarla karşılayacağız."

(Uri Avneri, “Petrole Milyonlarca Kurban”, The Arab News/Yeni Şafak)

***

Bilginizi biraz pekiştirmek amacıyla, küçük bir coğrafya kursu gördünüz.

Devamı yarın...