No.273 - Yeter ki anlayalım

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Saf aklın nice zamandır yetmediğini biliyorduk. Şimdi duyguları, tutkuları ve –ne yalan söylemeli? – hırsları da işin içine karıştırmanın tam zamanı geldiği anlaşılıyor. Zaten, nicedir sırf zekâ ölçen IQ testlerini, EQ ile tamamlıyorlar. Yani duygu katsayısı ile.

Nitekim, Britanya Başbakanı Blair de savaşı “tutkuyla” istediğini belirtmiş dün. Tabii, “savaşı istiyorum” demiyor, İngiliz serinkanlılığının ve geleneksel diplomasinin gereği olarak; ama Irak diktatörünün silâhlarından sıyrılması gereğine “tutkuyla inandığını” söylüyor. Bu da Irak’ın topyekûn imhasının, yakılıp yıkılmasının tutkuyla istendiği anlamına geliyor pekâlâ.

Derken, tutkunun hemen ardından da akıl, mantık ve muhakeme sökün ediyor tabii: Yeni bir BM kararının alınmasını bir ülkenin “akıl ve mantığa aykırı” olarak engellemesi durumunda, BM kararı olmasa da bu savaşa girileceğini eklemekte gecikmiyor. (Amerikalı Mantıksız Kadınlar’ınçayırda çimende soyunup bedenleriyle SAVAŞA HAYIR yazmaları da mantıklı insanları tutkularını kovalamaktan alakoyamayacak, gördüğünüz gibi. Çünkü o, bir kadın değil, erkek bir kere, ikincisi de, tutkulu ve mantıklı bir İngiliz erkeği.)

Demek ki, BM olsa da, olmasa da savaş! (Zaten ABD’nin etkili ve yetkili kişisi Bolton “BM diye birşey yok” demişti...)

Ne var ki, Blair’in kendi partisinin bakanı Clare Short, mantık ve tutkuların dışına çıkan bir İngiliz kadın olarak, Başbakanı’nın aksine, BM tarafından onaylanmamış hiçbir harekete ülkesinin katılmaması gerektiğini dile getirmiş. Neyse, bunu parti içinde hallederler artık...

***

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Özilhan da, ekonomi konulu bir toplantıda, toplantının konusundan çok, savaş ve barış, ölüm-kalım meselerine girmiş (NTVMSNBC). Girmiş ve iki önemli tespit yapmış:

1) “Savaşı kimse istemez. Savaş, getireceği yıkımın ölçüsü asla önceden kestirilemeyecek bir âfettir."

2) “Dünya dengeleri içinde tek başınıza bu çözümü üretemeyeceğiniz bir noktaya geldiğinizde yapılacak şey, zararı en aza indirecek, kayıplarınızın telâfisini en yüksek düzeye çekecek önlemleri alarak, desteğinizi gerçekçi bir düzeyde tutarak, müttefiklerinizin yanında yer almak...totaliter bir rejimin yanında yer almamaktır.”

Söylenecek çok şey var galiba da nâçizane ‘üç söz’le yetinelim isterseniz:

Birincisi, herhangi bir savaşa karşı olurken, hesap kitap yaparak, “yıkımın ölçüleri” gibi ölçütleri ele alarak hareket edemezsiniz. ‘Savaş istememe mühendisliği’ diye bir meslek dalı yoktur. Savaşı istemiyorsanız buna ilke olarak, yani etik açıdan karşı çıkarsınız ancak.

İkincisi, TÜSİAD Başkanı’nın ilk önermesi ile ikinci önermesi arasında bir mantık bağı kurmak son derece zor, hatta imkânsız: Savaşın yıkımını asla hesap edemezsek; nasıl olur da savaşa girip (yani “müttefiklerimizin yanında” yer alıp) zararın minimizasyonu, kazancın da maksimizasyonu hesabını yapabiliriz?

Üçüncüsü, TÜSİAD Başkanı’nının üçüncü önermesi, birbirini zaten tutmayan ilk iki önermesinden çıkmıyor, yani “sentez” de olamıyor maalesef: Demokratik Türkiye, ‘demokratik gerçekçiliğin’ gereği olarak savaşta demokratik müttefiki ABD’nin yanında yer alsın peki. Ya, demokratik ABD’nin dünyanın en anti demokratik ve belki de en totaliter ülkelerinden Suudi Arabistan’la ittifakını ne yapacağız peki bu karmaşık ittifaklar dengesi içinde?

(ABD’nin yıllardır dünyadaki en büyük silâh alıcılarından Mısır’ı, ya da Emirlikleri totaliter saymayalım hadi. Ama onları ‘demokratik’ birer ülke saymak da, Türkiye’nin Demokratikleşme Raporu’nu -- rahmetli Bülent Tanör’e -- hazırlatan ve adı biraz da bu raporla anılan TÜSİAD gibi bir sivil toplum kuruluşu için biraz tuhaf olmaz mı? TÜSİAD’ın haklı olarak kılavuz bellediği AB’nin Kopenhag Kriterleri’nden hangisini tutturuyor ki bu demokratik müttefik ülkeler?)

Özilhan, “toplumun, gelişmeleri ve bunun gereklerini anlayacak olgunluğa sahip olduğu”nu vurguladıktan sonra, “yeter ki anlatmasını bilin,” demiş konuşmasında. Biz nâçiz tefrikacılar olarak – belki de yeterli olgunluğa sahip olmadığımızdan – bu son gelişmeyi pek anlamadık; dernekten “tutkuyla” rica etsek, bir daha anlatırlar mı acaba?

Devamı yarın...