No. 441 - Toplu Suç Ortaklıkları

-
Aa
+
a
a
a

Komşuda ödenen “kan bedeli”nin boyutları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Geçen hafta Britanya’nın saygın tıp dergisi The Lancet’te çok çarpıcı bir araştırma yayımlandı. ABD’nin ünlü Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Kamu Sağlığı Enstitüsü'nün inandırıcı yöntemlerle yaptığı araştırma, savaşın başından bu yana Irak’ta “fazladan” ölenlerin sayısının “100 binden çok fazla” olduğunu belirtiyor! Hem de muhafazakâr tahminlerle! Ölüm vakalarının çoğunluğu, ABD ve İngiliz güçlerinin hava saldırılarından kaynaklanıyor. Ölenlerin çoğunu kadın ve çocuklar oluşturuyor! Irak’ın zalim diktatörü Saddam Hüseyin’in 300 bin vatandaşını öldürdüğü iddiası – henüz hiçbir araştırmacı bunun küçük bir oranı dışında bir liste ortaya koymamış olduğu halde – tastamam doğru olsa bile, onyıllar içinde gerçekleştirilmiş bir katliamın üçte birini, işgal kuvvetlerinin sadece birbuçuk yıl içinde başarmış olması kayda değer doğrusu. şiddete bağlı ölüm riskinin işgal ve istila öncesindeki Irak’a göre 58 kat arttığını belirten araştırmanın yayımlandığı The Lancet dergisinin editörü, tıbbın babası sayılan Hippokrates’e yakışacak özlülükte bir siyasi tespit yapmış: “Demokratik emperyalizm, daha az değil, daha fazla ölüme yol açtı.” (BBC, 29 Ekim 2004)

 

“Irak konusunda tek tek hepimiz manevi ve ahlaki açıdan birer korkaktan başka birşey değiliz,” diye yazıyor eski Amerikan savaş gazisi ve BM Baş silah denetçiliğini 7 yıl yürütmüş olan Scott Ritter. “Yasadışı ve haksız bir savaşı yürüterek tahmini 100 bin Irak’lı sivil ölümüyle yüzyüze geldiğimizde gereken utanç ve ve öfkeyi gösterme konusunda toplu aczimiz, sadece bizi mahkûm etmekle kalmıyor, aynı zamanda bize [Amerika’ya İngiltere’ye] karşı çıkanların itirazlarına da inandırıcılık kazandırıyor...” Ritter, tesadüf değil, üstelik akıllı silahlarla “hesaplı kitaplı” olarak “insansızlaştırılan” Iraklılara karşı yapılan operasyonlarla “onca sivili öldüren ve öldürmeye devam edecek savaş karşısında sürüp giden kayıtsızlığımız, birçok açıdan daha da büyük bir trajedi...” diye bitiriyor yazısını. (The Guardian, 1 Kasım 2004)

 

* * *

 

“Kan bedeli” ve istatistikler mi dedik? Uzak komşu Ortadoğu’ya bakalım öyleyse: Gazze şeridi’nde İsrail Ordusu’nun giriştiği “Tövbe Operasyonu”nun ilk iki haftasında 30’dan fazla Filistinli çocuk öldürüldü. İsrail insan hakları örgütü B’Tselem'in araştırmasına göre, daha “Tövbe”ye girişilmeden, 18 yaşın altında 557 Filistinli katledilmiş (110 İsrailli çocuğa karşı). Filistin İnsan Hakları Gözleme kuruluşuna göre Filistinli ölü çocuk sayısı 598, Kızıl Haç’a göre ise 828. B’Tselem, ayrıca, bu çocuklardan 42’sinin 10 yaşında, 20’sinin yedi, sekizinin de iki yaşında, en küçük kurbanlarınsa, kontrol noktalarında daha doğarken ölen 13 bebek olduğunu ortaya koyuyor! İsrail Parlamentosu Knesset’te konuşma yapan Hadaş milletvekili Ahmed Tibi’nin sözleri düşündürücü: "Bir ordunun günbegün 500’den fazla kimlik hatası yapması düşünülemez. Hareket eden herşeye, bu arada çocuklara da ateş etmek, artık “kural davranış” haline gelmişse, burada hatadan bahsedilemez." Filistin Eğitim Bakanlığı’nın istatistiklerinde, "İkinci İntifada" diye adlandırılan dönemde tam 3409 okul çocuğunun yaralandığı ve bu çocukların bir bölümünün ömür boyu sakat kaldığı belirtiliyor. Evlerinde, okul sıralarında ve sokaklarda (ağızlarında sandviç lokmalarıyla) öldürülen ve sakatlanan çocukları hedef alan tank toplarının, füzelerin ve otomatik tüfeklerin “kazaen” vurmalarından başka birşeyden bahsediyor olmalıyız.

 

İsrail’in saygın gazetesi Ha’aretz’in muhabirlerinden Gideon Levi, “İnsansızlaştırma Seferi” başlıklı yazısında, ‘anksiyete kurbanı’ olmuş bir Filistinli çocuk duydunuz mu hiç?” diye bir soru işaretinin burgacını içimize soktuktan sonra, hançeri tam bağrımıza sokuyor yazısının son satırlarında: “Dinmek bilmeyen bu ıstırabın ardından gelen büyük kamuoyu kayıtsızlığı, hepimizi [bütün İsraillileri] de suçun ortakları haline getiriyor. Bir çocuğun kaderi için endişelenmenin ne demek olduğunu bilen ana-babalar bile başlarını çeviriyor ve duvarın

 Okuluna gitmeye çalışan Filistinli bir çocuk, Nablus (AP)

öbür yanındaki ana-babanın bağrındaki endişeyi duymazdan geliyor. Kısa süre önce bize, İsrailli askerler yüzlerce çocuğu öldürecek ve İsraillilerin büyük çoğunluğu buna sessiz kalacak, deseler, buna kim inanırdı ki? Filistinli çocuklar bile insansızlaştırma kampanyasının bir parçası oldu artık: Yüzlercesinin katledilmesi bile artık olaydan sayılmıyor.” (Gideon Levy, “The Dehumanization Campaign”, Ha’aretz, 19 Ocak 2004)

 

* * *

 

Başladığımız gibi The Lancet dergisi ile bitirelim isterseniz: Dergi, bundan üç yıl önceki bir sayısında Yeryüzü insanlarının özellikle yoksul kitlelerini (yani üç milyardan fazla insanı) barınak, yiyecek ve hayatını sürdürmek için gerekli araçlar gibi en temel haklarından yoksun bırakarak tarihin belki de en büyük “insansızlaştırma projesi” haline getiren küresel iklim değişikliği karşısındaki inanılmaz kayıtsızlığı, “bir tür biyopolitik terörizm” diye nitelemişti. (17 Kasım 2001)

 

Biyopolitik ya da miyopolitik, asıl terörün ne olacağını yarınki ABD seçimlerinden, büyük kömür ve petrol lobisinin adamı W ve onun adamlarının yeni dönemi çıkarsa, o zaman göreceğiz galiba.

 

Devamı haftaya...