No. 421 – 'Bu şey, her neyse artık...'

-
Aa
+
a
a
a

“Yarından Sonra” filmi bütün dünya ile birlikte Türkiye sinemalarında da vizyona girdi. Filmin altbaşlığı, adından daha ilginç aslında: “... Siz Nerede Olacaksınız?” Yüz milyon dolardan fazla bir paraya mal edilen yeni Hollywood felaket filmi, bilim kurallarını da biraz zorlayan senaryosu ve özel efektleriyle biz sinema salonunda oturanların büyük ilgisini üzerinde toplarken, ilgimizi üzerinde toplamayı hiç başaramayan bir felaket tam da filmin gösterildiği anda – ama gümüş perde dışında, gerçek hayatta – cereyan etmekteydi:

 

Artık grotesk boyutlara varan bir sel ve çamur deryası, Karaipler’deki Hispaniola adasını paylaşan iki ülke arasında sınır tanımaksızın paylaştırıyordu felaketi. Hemen hemen tamamı yoksullardan oluşan 3 bine yakın insan bir gece yataklarına yattı ve ertesi sabaha yerin dibine battı. Bir gece içinde sular “Nuh Tufanı” gibi metrelerce yükseldi, Kitab-ı Mukaddes’te bile tasvir edilmeyen çamur deryaları ortalığı bastı. Tamamı yoksullardan oluşan 100 bini aşkın insan, çoluk-çocuğundan, ana-babasından, evinden-barkından oldu; içecek su, hastalığına ilaç bulamaz hale geldi, kolera gibi salgın hastalık tehlikesi de cabası...

 

Haiti, hanidir yeryüzünün en sefil köşelerinden biri zaten. Batı yarıkürenin en yoksul ülkesi. Açlık ve çocuk ölümleri, ortalama ömür süresi ve temiz suya erişim gibi ölçütler açısından, Sahra-altı Afrika’dan bile kötü durumda. Beter bir yer yani. Oysa, bir zamanlar hiç öyle değildi. Kristof Kolomb, “keşfettiği” adaya ayak bastığında Haiti’nin ormanları kadar şahane bir yer görmediğini, adanın “her türlü ürün ve hayvan yetiştirmek için ideal, son derece verimli ve güzel bir yer” olduğunu belirtmiş. Ülke, başta Fransızlar olmak üzere klasik ve post-modern Batı sömürgeciliğinin en zengin kaynağını oluşturmuş; tüm Avrupa’nın şeker ihtiyacının yüzde 40’ını, tüketilen tüm kahveninse yüzde 60’ını üretmiş.(Geoffrey Lean, “Dünyanın görmezden geldiği insan yapımı felaket”, The Independent, 30 Mayıs 2004).

 

Şimdiyse, dünyanın en zengin sömürgesi, çevre yıkımı yüzünden dünyanın belki de en yoksul ülkesi. Haiti’nin ormanlarının yüzde 99’u kesilmiş ve yakılmış; tarım arazisinin üçte ikisi kaybolup gitmiş; zengin nehirleri ve yeraltı su kaynakları kurumuş; nüfusu ise dört katına çıkmış. Artık selleri ve suları tutacak bitki örtüsü olmayınca, bir gece içinde böyle oluyor işte: Cesediniz ve eviniz adanın öbür ucunda bile bulunamıyor. Haiti’nin komşusu Dominik Cumhuriyeti biraz daha şanslı: Ormanlarının yüzde 10’una hala sahip. (Belki de Irak’a demokrasi, barış ve refah getirmek için asker gönderme olanağına sahip olması da bu yüzdendi; fakat, sel felaketinden biraz önce çekti askerlerini: bir “hissikablelvukuu” hadisesi mi acaba?)

 

“Yarından Sonra” filminde kuzey yarıküre birkaç gün içinde küresel ısınma yüzünden seller altında kalır ve ânında donar, arta kalan Amerikan ahalisi de, “tersine göç” ile Üçüncü Dünya ülkelerine topyekûn “Tanrı misafiri” olurken, bütün bunların esas sorumlusu olan dev petrokimya vb. şirketlerinin, kerestecilerin ve politikacılarla kolkola çalışan rantçıların kâr hırsından ve daha genel olarak insanlığın “araba sevdası”ndan, yani petrol ve fosil yakıt bağımlılığından pek söz edilmiyordu. Eh, bu durumda, bizlerin o çok uzaklardaki Hispaniola ahalisinden söz açmamız beklenemezdi herhalde. Hatta yeniden ısıtılıp önümüze sunulan şu meşhur üçüncü köprü hikâyesinin sonunda İstanbul’un artakalan ormanlarına ne olacağı sorusu da abes kaçabilirdi doğrusu.

 

Amerikalı ünlü yazar Kurt Vonnegut, “Cold Turkey” (“hastaya düşmek”) başlıklı son yazısında petrol ve fosil yakıtları yeryüzünün en çok kötüye kullanılan, en çok bağımlılık yaratan ve en büyük yıkıcı etki bırakan ‘madde’si olarak niteliyor. Bu yakıtla “beslenen” dev şirketlerin ve onlarla içiçe yaşayan ABD yönetiminin öldürücü kuvvet sarhoşluğu konusunda, “Ne olacak bu kâinatın hali?” sorusunu oğluna soruyor. Harvard mezunu oğlan da diyor ki: “Baba, biz burada birbirimize el verirsek, bu şeyin üstesinden gelebiliriz. Bu şey her neyse artık...” (In These Times, 12 Mayıs 2004/Commondreams.org)

 

Eğer yeni kuşağın en temel soruya cevabı buysa, ben de şu filmin alt sorusunu pekâlâ seninle paylaşabilirim ey okur ve – takdir edersin ki  – bu hiç de abes bir soru olmaz: Yarından sonraki gün sen nerede olacaksın peki?

 

Devamı gelecek hafta...