Nesnelerin Gücü Adına...

-
Aa
+
a
a
a

Evrim Altuğ: Yapıtlarınızdaki parçalanmışlık, parçalanmış kavramlar üzerinden nesneleri yorumluyor. zaman, erkeklik, gurur, bilgi, bilgisizlik, koruma, traş ve dahası, muhafaza edilmiş. Eserlerin yaydığı tereddüt, gündelik olana karşı “Allah muhafaza” temennisini akla getiriyor.

Erdağ Aksel: Bu biraz da heykeltıraş olmaya bakışımla ilgili. 13 tane numaralı “tereddüt nesnesi" ile karşı karşıyayız. İşlerimden bir tanesinin adı, “Ama anne, bana heykeltraş diyorlar.” Bu biraz, heykeltıraşlığımın daha çok Türkiye’de altının çizilmesiyle de ilintili. Ben hiçbir vakit kendimi de öyle nitelemiyordum. 1970’lerde Amerika’daki heykel bölümleri biraz da diğer bölümlere ‘uymayan’ insanların ‘kapatıldığı’ bir yerdi.

Tuvallerin yanlarını boyamaya başladığımda, boyayı fiziksel olarak, bir macun gibi kullanmaya başladığımda alt kattaki heykel bölümünde olma zamanım gelmişti. Burada ise beni heykelci olarak tanıdılar, bildiler, yonttular. Bu sergide gördüğünüz sehpalar aslında heykel sehpaları ama ben mesela hiçbir zaman öyle bir sehpanın üzerinde heykel yapmadım. Ben Türkiye’de heykelci olmak meselesiyle de uğraştım.

Evrim Altuğ: Yapıtların takıldığı bir unsur olarak ölçü ve ölçüsüzlük üzerine söyleyecekleriniz nedir?

Erdağ Aksel: Burada ölçü, ölçüt ve parçalanmış ölçüler var. Ölçütsüzlüğün aşırı ölçme kadar tehlikeli olma durumu söz konusu. Ölçmeyle ilgili birtakım sorunlarım olduğu doğru. Hele hele üniversitelerde senelerce bulunmuş bir insan olarak, usül uyarınca teknik, bilimsel, ampirik çalışmaların içinde bulundum. Hakiki, sahici, "hard science" dediklerinden. Hatta ben kendimi bazen bu üniversitelerin içinde kadınsı bile hissederim. Şakayla karışık bu, ampiriğin gündelik dildeki karşılığı olarak ampirik değil, pimpirik olma durumudur biraz da. Bir tarafım bununla uğraşırken, kendi alanımda da çok rahat edemediğimin farkındayım. Ben aşırı ölçü ve ölçüsüzlük merakının aslında bir yerde birleştiğini düşünüyorum. Dolayısıyla ikisiyle birden derdim var. Bu da sanatı değil, sanatçı olmayı öne çıkaran bir şey. “Kutsal sanatçı” olmayla da tereddütlerim var. Sergide tereddüdün kendisinin nasıl algılandığını yorumlamaya çalıştım. Tereddüde yüklenen olumsuz anlamın tersine, ben kendi tereddütlerimi mücevher gibi muhafaza etmek taraftarıyım. Herkesin kararlı olduğu bir ortamda kuşku ve kararsızlığın muhafazasının o kadar da kötü bir şey olmadığını düşünüyorum. Tereddütlerimle barış içinde yaşamak istiyorum.

Evrim Altuğ: Ya muhafaza meselesi?

Erdağ Aksel: Orada bir şey var. Nesneler konuşuyor. Tek başlarına da, bir arada da ayrı bir şey söylüyorlar. Dolayısıyla çeşitli sözler olduğunu düşünüyorum. Bir değil, bir dizi söz. İnsanlar bu kavanozları çok seksi bulsa da, altlarındaki nesneler de benim. Şakayla karışık “I, ready made” değil, “I ready make” diyelim. Hepsini elle, teker teker üretiyorum. Bu galeride olan nesneler ile Maçka’dakiler apayrı şeyler söylüyorlar. Örneğin traş kavramı, büyüteç, kılıf, kılıflar...

Bunlar bambaşka anlamlara tekabül edebiliyor. Ölçülü olmak zorundaydım. Derdim sadece seksi olmak değildi. Ağzımdan çıkanı kulağım duyarak söylemek istedim. Alışılmışın dışındaki nesneleri o kavanozlara koymak beni çok da büyülemiyor. İçine ne koyarsan koy, o enteresan bir şey.

Konserve, konservatizm, tutuculuk...

Evrim Altuğ: Prezervasyon’un da bir ölçüsü olması gerekir mi?

Erdağ Aksel: Kuşkusuz. Prezervasyon, akabinde konserve’yi, konservatizm’i, tutuculuğu da getiriyor. Bu tabii, çok garip bir şey. Kendimi, tüm geleneğim tutuculuğa karşı çıkmak iken, tutuculuğu savunur vaziyette bulmak benim için de biraz şaşırtıcı. Ama bu, yaşlanarak olan bir değişimden ziyade düşünerek vardığım bir yer oldu. Çünkü şunu fark ettim: Başkaldırı, başkaldırılanın boyutu ve biçimiyle sınırlı. Bu biraz da bağlama bağlı bir şey. Mesela Almanya da ekspresyonistler çıktığında, Kuzey Rönesans resminin sert disiplinine baş kaldıran, "bad painting" yapan ressamlar var. Aynı şeyi Türkiye’de yapmaya kalktığında, ki kalkışanlar olmuştur; neye başkaldırıyorsun? Benim şakayla karışık söylediğim bir şey var. Türkiye’deki en ekspresyonist insanlar, taksi şoförleri. Çünkü gönüllerinin istediği yerde dönüyorlar, duruyorlar. Dolayısıyla başkaldırı olan bir şey, başka bir yerde uyuma tekabül edebiliyor.

Evrim Altuğ: Bugünün sanatında artık “hazır nesne” den değil, ama “hazıra konan nesne”den söz etmek mümkün mü?

Erdağ Aksel: Evet. Çünkü bakın, birkaç şeyi çok net ortaya koyalım: Ben çağdaş, güncel, ya da adına ne derseniz, günümüz sanatı’nın önkoşulunun özensiz iş yapmak olduğunu düşünmüyorum. Özensiz işe karşı değilim. Ama özensiz iş yapmanın çağdaş olmanın ön koşulu olmadığını biliyorum. İkincisi, elle bir şey yapmanın ya da yapmamanın, çağdaş olmanın ön koşulu olduğunu düşünmüyorum. Ve bu tür düşünceler son yüzyılda ortaya konmuş. Ama sonra bu düşüncelerin üzerinden o kadar çok sular akmış ki, örneğin Roman Opalka, o kadar çağdaş bir şey yapıyor, o kadar emek yoğun bir şey ortaya çıkarıyor ki, bu hem çok güncel, hem de çok klasik olabiliyor. Dolayısıyla basitleştirmeler ve kolaylaştırmalar var.

Evrim Altuğ: Tereddüt nesnelerini ortaya çıkaran bir “büyük patlama” yaşandı mı?

Erdağ Aksel: Bir "big bang" yok. Hayır. Bu belki de "big bang"e inanmamaya dair bir şey. Kavramın kendisine çok inanmıyorum. Daha küçük "big bang"lerin olduğu bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Zaten beni ürküten, tekilliğin kendisi. Tek bir kavramın peşinde, tek bir anlam yaratmak, açıkçası tarihsel düşününce, daha önce yapılmış olanları bilince yeterince şık biçimde ele alınmış. O bakımdan bunun peşinde koşmak biraz çağdışı diye düşünüyorum. Ama tabii, tekerleğin icat edildiğini bilmezsen, onu bir daha icat edip o “big bang"in peşine yeniden düşersin. Önemli tek şeylerin hepsi çoktan söylendi. Onun için, artık söylenebilecek şeyler, başkalarının birleştiremediği bazı şeyleri birleştirmekten geçiyor.

Orijinallik artık burada. Sanatçı olma durumunu daha ne kadar abartacağız? Bugün hala sanatçıya saygı duyuluyor. Bu ucuz bir şey. Oysa ben daha pahalı olanı, sanatçının bilinmesini istiyor ve bekliyorum. O bakımdan yaptığımız şey tam da bu.

Evrim Altuğ: Bu ikili sergi, rasyonel ve irrasyonel olan arasında bir tereddüt de barındırıyor. Gerilim, korunan herşeye karşı izleyiciyi kökten izleyiciye dönüştürüyor. Bir suskunluk, sağırlık mevzubahis...

Erdağ Aksel: Bir gece kendimi yakaladım. Sabahın dördüydü. Bu ayakları yaparken. Bir tanesinin üzerinde 27’nci çalışma saatimdeydim. Kendime şunu sordum: Erdağ, sen manyaklar gibi, elinde zımpara, ne yapıyorsun? Sonra kendime şu iyimser cevabı verdim: Belki iki kişi farkeder. Ve şunu yakaladım. Ben aslında o iki kişiye yapıyorum. Yani, yaptığım işlerde iki şey önemli. Şunu dert etmiyorum: Herkes tarafından anlaşılmak gibi bir derdim olmadığı gibi, kimsenin anlayamayacağı kişisellikte birşeyi de getirip galerinin ortasına koymak gibi bir düşünce ve niyet içinde değilim. Yani oraya bir don getirsem, bu beni oraya götürmek, megalomanimi tatmin etmek anlamına gelecek. Ben bundan ürküyorum. Hocalığın da verdiği bir duygu bu. Dolayısıyla çok kişisel mesajlar vermek gibi bir derdim de yok. Çok bağırmadığımı düşünüyorum. Çok susmak da değil amacım. Böyle, tereddütlü bir durum. Selim Birsel’in “uçurumun kenarında olma” durumu diye tanımladığı, benimse “ip cambazı” olmak dediğim türden bir şey. Ölçü, böyle bir şey.

Erdağ Aksel'in sanal sergisi www.nesneler.com 'da

Galeri Nev