Nereye Süreyya, Nereye!

-
Aa
+
a
a
a

Malum "Süreyya vakası'' milli bilincimizi sarsmaya devam ediyor. Bir türlü "istenilen'' çizgiye gelmeyen madalyalı atlet, kamuoyunun gözü önünde dayak yiyip duruyor. O da inatla, ''itiraf'' etmemeye devam ediyor. Halbuki, bir "itiraf'' etse, ilahlar rahatlayacak. Çok alışık olduğumuz milli "Cadı kazanı''mız, hassas çizgilerimizi aşan insanlarımız için tekrardan kuruluyor. Geçmişin kara giyimli ''cadı avcıları''nın yerini ise, takım elbiseli adamlar almış durumda. Yine bir sürü erkek toplanmış, bu genç kadına, bu toprakların insanına pek de alışık olmadığı duyguları yaşatan kadına, üstünde taşıdığı formanın sadece kendine ait olmadığını hatırlatıyorlar.

Devlet Bakanı M.Ali Şahin Çarşamba günü gazetelere de yansıyan konuşmasında "Milletimiz ve devletimiz Süreyya'ya karşı görevini yerine getirmiştir. Ancak Süreyya devletine karşı borcunu eksik ödemiştir. Tamamlamasını bekliyoruz'' diyor.

Bir genç kadın! koşmayı seviyor, iyi de koşuyor. Koştukça da kazanıyor. Uluslararası yarışmalarda naklen yayın, ''atletizm bahane milli gurur şahane'' medyasının prensesi oluveriyor. Elinde bayrak stadyumu turluyor. ''Milletim için koştum'' diyor. ''Arkamda 60 milyonu hissetim'' diyor. Farkında olmadan, ezilmiş, sinik ve "izlemeye alışmış'' bir kalabalığın ''onur''unu sırtlıyor. Nasıl bir yükün altına girdiğinden habersiz, ulus-devletin cila ideolojisinin aracısı oluveriyor. ''Spormuş, atletizmmiş. Bir dakika, Süreyya geç bakayım şöyle kenara. Sen artık bizimsin, bir sen yok senden içeri artık. 'Biz' varız senden içeri...''

Meğerse Süreyya koştukça borç biriktiriyormuş, meğer o koştukça bizler bir vazifeyi ifa ediyormuşuz. Süreyya'nın koştuğu pist, bir milletin haysiyet ve onur parkuruna dönüşmüş. Lakin bir gün gelip Süreyya hocası-kocası ile çıkıp: "Böyle de bir hayatım var yaşayacağım. Eğrisiyle, doğrusuyla..'' deyince, olan oluyor... Kendisiyle kurduğumuz ''vadeli'' sevgi ilişkisinin hesap dökümlerini istemeye koyuluyoruz. Biz bu haldeyken, yüce devletimiz boş mu duracak... Hemen durumdan vazife çıkarıyor ve Süreyya ile olan ilişkimize hacze geliyor: ''Ya ödersin, ya da ocağına incir dikeriz'' diyiveriyor.

Süreyya ile hocasının hiç mi kabahati yok! Olabilir. Peki, şu anda asıl sorulması gereken soru bu mudur? Değildir. Aslında yukarıya çıkana kadar bu toprakların bir insanı olarak, kendinden ne bekleniyorsa onu yaptı. Taa ki, hayatının artık sadece kendine ait olmadığını fark edene kadar. Ondan sonrası da malumunuz...

Futbol dışında sporun her dalının ucunda ulusal görev, yanı başında devlet-millet-endüstri olduğunda ne kadar spor olduğu yine ispat olundu. Kendi vatandaşının, sağlıklı yaşaması, boş zamanlarını iyi bir şekilde değerlendirmesi için doğru düzgün yatırım yapmayanlar, gençlerini ülkenin bilmem ne köşelerinde, "ulusal sporumuz'' futbol dışında, bilmem ne sporunu sersefil koşullarda yapmaya mahkum edenler, başarılarında neredeyse hiç pay sahibi olmadıkları gençlerin hayatlarına kabus gibi çöküyorlar. Yine tipik, bu topraklara ait müstehcen bir başarı hikâyesi. İyice kabak tadı verse de, hâlâ seyircisi bol bir hikâye...