Neden Wolfowitz?

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 131

 

Ömer Madra: Dünya Bankası'nı konuşmanın tam zamanı geldi; Bush Wolfowitz'i önermiş Dünya Bankası Başkanı olarak. Yoksullukla mücadeleyi başlıca hedef edinmiş bir dünya kuruluşuna savaşın mimarı olarak seçilmiş olan bir siyaset bilimci neden getiriliyor?

 

Hasan Ersel: Bence çok önemli bir karar. Bir noktayı anımsatayım: Bu ABD ve Dünya Bankası'nın tarihlerinde ilk defa olmuyor. Vietnam Savaşı'nın en yoğun zamanında, o zamanki ABD Savunma Bakanı McNamara da Dünya Bankası başkanlığına tayin edilmişti.

 

Bu hakikaten dikkatle bakılması gereken bir olay. Çünkü bir bakış açısından Wolfowitz'in önerilmesi "bir hata" gibi görünüyor. Bir açıdan da pek öyle değil. Ben önce, niye hata olarak düşünülebilir onu söyleyeyim; Wolfowitz kalkınma alanında uzmanlaşmış bir insan değil. Uzmanlık alanı farklı, üstelik de politik bakımdan sivri bir insan, yani belli bir görüşün en önde gelen temsilcilerinden biri. Görüşünün ne olduğu çok önemli değil –oraya sonra gelebiliriz- ama bir görüşün sivri kişisi. Halbuki Dünya Bankası esas itibariyle bir kooperatif. Çok farklı ülkeler bir araya gelmiş, ortaya bir kaynak konmuş. Bununla kalkınmaya yardım edilmek isteniyor. Tabiatıyla böyle bir kuruluş içinde çok farklı görüşler ve istekler var. Bu kuruluşun başına gelecek kişinin politik geçmişi olmasın demek herhalde olanaklı değil ama, hiç olmazsa antipati duyulmayan bir kişi olması gerekiyor. Mantık bunu gerektiriyor.

 

ÖM: Bu işlerin mantığı tabii biraz farklı olarak yorumlanabilir.

 

HE: Anlaşmaya göre, ABD Dünya Bankası Başkanı'nı atar, Avrupalılar da IMF'nin başkanını atarlar. Ana fikir, işbirliği sağlayacak birisinin olması. Bu açıdan bakınca Wolfowitz hata gibi gözüküyor. Çünkü daha ilk anda iki ülkeden itiraz geldi, Almanya ve İsveç. Veto ederiz anlamında değil belki, ama itiraz politik çevrelerden geldi. Huzursuzluk bakanlar düzeyinde beyan edildi.

 

Bu noktada olayın bir başka yönüne bakmak gerek, ABD'nin kendi iç ve dış politikası açısından bakmak lazım. Her şeyden önce, Wolfowitz, Irak'ta askeri müdahale sonunda işlerin olumlu yola gideceği, ABD'nin buradan çok kısa zamanda yüzünün akıyla çıkacağı şeklindeki bir kuramın savunucusu, yaratıcısıydı. Ama öyle olmadı, Amerikan ordusu bir anlamda çamura saplandı. Bu durumda Pentagon'un bu kişiye karşı sempati duymaması onun değişmesini istemesi doğaldır. Yani Pentagon'da Wolfowitz'e karşı olanların güç kazanması ve onu yerinden etmek istemeleri bana normal geliyor. Tabii öyle olup olmadığını bilmiyorum, mantık yürütüyorum.

 

İkinci nokta ise, ABD Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice ile ilgili. Geçmişte Wolfowitz'le araları pek iyi değil. Oysa Rice ABD dış politikasını egemenliği altına almak iddiasında. Değişiklikleri de üstlenmek üzere. Böyle olunca da kendisine rakip olabilecek farklı görüşte olan birisinden mümkün olduğunca kurtulmak istemesi de anlaşılır bir davranış.

 

Yalnız Wolfowitz'i küçümsememek lazım, hem ilişkileri kuvvetli bir insan, hem çok deneyimli, bilgili bir insan. Johns Hopkins Üniversitesi'nde profesördü. Babası Jacob Wolfowitz dünyanın en önemli matematikçilerinden birisidir. İstatistikteki "non-parametric (parametreye bağlı olmayan)  deyimini ilk kullanan odur. İstatistik alanındaki çok büyük isimlerle (Wald ve Shannon) çalışmış, pek çok katkı yapmış bir bilim adamıdır. Böyle bir aileden geliyor, birçok ilişkileri var, çok zeki bir insan olduğuna da kuşku yok. Böyle güçlü bir adamı karşısına almaktansa uzaklaştırmak iyi. Başkan Bush açısından bakarsak, Wolfowitz sempati duyduğu bir insan. Karşılıklı birbirlerine bağlılıkları ve güvenleri var. Fakat, bugünkü görevinden alıp, ABD'de onu tatmin edecek bir pozisyona tayin etmeğe kalksa Kongre'nin onayını alması gerekecek. O zaman da Irak sorunu karşısına çıkacak. Ama öyle bir pozisyon var ki, prestijli, güçlü bir pozisyon, fakat Kongre'den geçmiyor. O da Dünya Bankası Başkanlığı. Özetle, Washington'un iç politikası açısından bakınca, Wolfowitz'in hükümetten uzaklaşması ve Dünya Bankası'nın başına getirilmesine mantıksal gerekçeler bulmak olanaklı.

 

Bir görüşüm daha var; Wolfowitz, kendi görüşlerini gerçekleştirebilmek için Dünya Bankası Başkanı olmayı isteyebilir de...

 

ÖM: Neden?

 

HE: Wolfowitz'in meseleyi daha genel düşündüğüne kuşku yok, ama kolaylık olsun diye konuyu Ortadoğu ile sınırlayarak yanıt vereyim; Wolfowitz, gelişmekte olan ülkelerdeki rejimlerin yolsuzluklara batmış, yarı diktatörlükler veya tam diktatörlükler olduğunu, bunlarla iş yapılamayacağını söylüyor. Onun için bunlarda siyasal değişiklik istiyor. Sözlerine bakarsak Ortadoğu Projesi de zaten bu değil mi? Bunu yapmanın bir kaç yolu var, bir tanesi askeri yol olabilir, Irak'taki gibi. Bir başkası ise iktisadi ilişkiler. Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına yardım etmek için çalışan bir kurum esas itibariyle. Eğer Wolfowitz, bu kurumun çalışma biçimini Amerikan politikasına paralel bir şekilde değiştirirse yine temel amacını sağlamış olacak. Çünkü ABD'nin uygun bulduğu ülkelerle iş yapacak, böyle olmayan ülkelerle iş yapmayacak. Bu da Wolfowitz'in dünyaya genel bakışı ile tutarlı. ABD'nin hakim olduğu bir dünyada uygulamak istediği programın mantıksal sonucu.

 

ÖM: Yalnız Dünya Bankası'nın genel amaçlarına uygunluğu tartışılabilir.

 

HE: Wolfowitz Dünya Bankası Başkanı olarak başarılı olursa ne olur, başarısız olursa ne olur? Yanılıyor olabilirim ama garip bir sonuç çıktı, Wolfowitz başarılı olursa, Dünya Bankası'nın içinde, ve Dünya Bankası'nın ortakları -ki bu ortak lafını dikkatli kullanalım, kooperatif ortağı bunlar, anonim şirket ortağı değil, yani ortak bir ideal için bir araya gelmiş, kendileri için bir şeyler yapan taraflar- arasında uyum sağlarsa ne olur? Böyle bir uyum sağlar, buna göre Dünya Bankası'nı şekillendirirse dünyanın hayrına olur ama bu ABD politikasına uygun olmayabilir. Çünkü bunun için Dünya Bankası'nın üyelerinin farklı görüşlerini bağdaştırması gerekecek, bu ise az ya da çok ABD'nin görüşlerinden uzaklaşmak demek.

 

Peki Dünya Bankası Başkanı olarak başarısız olursa ne olacak? O zaman da başarısız olduğu için yine ABD'nin istediğini yapmamış olacak. Her halükârda bu olayda bir gariplik var. Tabii benimki iyimser olabilir.

 

ÖM: Aslında ben başka bir açıdan da konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Wolfowitz dürüstlüğü ile, dünyaya güzel bir vizyon sunma konusundaki teorileri ile ünlü değil aslında, yani Bush öyle takdim etmiş kendisini, "son derece dürüst, kendisini küresel gelişmeye adamış, deneyimli ve tutkulu bir kişi" olarak tanımlamış. Ama hem Bush'un söylediği doğru değil pek, hem de Wolfowitz'in kendisi de, söyledikleri ile yaptığı her zaman birbirini tutan biri değil. Bu bana önemli bir nokta gibi gözüküyor. Mesela Irak Savaşı'nda kitle imha silahları teorisi hemen çürüdü, ama bu uğurda da pek çok insanın öldüğünü biliyoruz. Fakat daha sonra Asya ülkeleri ile yapılan bir toplantıda, dünyada belki de ilk defa Wolfowitz, açık bir şekilde "petrol içinde yüzüyordu, onun için Irak'a müdahale ettik" diyen, "Amerika'nın çıkarları bunu denetlemeyi gerektiriyor" diyen ilk kişi. Dolayısıyla muazzam bir güvensizlik var bütün dünyada kendisi hakkında. Ayrıca, Türkiye'de yaşayan insanlar olarak, bizim de asla unutmamamız gereken bir şeyi de hatırlatmak istiyorum, tezkerenin reddedilmesinden sonra hem New York Times'a hem de CNN International'a verdiği demeçlerde, Türkiye'de ordunun demokrasi görevini yapmadığını ileri süren, "doğru dürüst bir demokrasi olsaydı, Amerika'yı desteklemesi gerekirdi, bu yüzden özür dilemesi gerekir" diyen adam da Wolfowitz. Wolfowitz'in dünya ve üçüncü dünya insanları açısından fevkalade önemli olduğu belirtilen bir kurumun, -ki görevini yapıyor ya da yapamıyor onu da ayrı tartışabiliriz- başına getirilmesi çok ciddi bir etik problem de getirir diye düşünüyorum ben.

 

HE: Ben o nedenle bu iki görüşü ortaya koydum. Bir taraftan bakıldığında ABD yönetimi hata yapmış gibi gözüküyor. Ama diğer taraftan bakınca, "hayır hata yapmamış" denebilir. Yine somutlaştırıyorum; ABD, Büyük Ortadoğu Projesi'ni gerçekleştirebilmek için bir başka bir kurumu ele geçirmeye çalışıyor. Bu iki görüş de söylenebilir.

 

Ama olaya ilk görüş açısından bakınca pek de bir anlam çıkmıyor. Daha ilk gün İsveç'in, Almanya'nın olumsuz tepkisini çekmenin pek bir anlamı yok. Üstelik, Bush'un eli de kuvvetli değil. Bildiğim kadarıyla Wolfowitz daha önce kalkınma kurumlarında çalışmış, böyle işlerle uğraşmış bir insan değil. Gelişmekte olan ülkelerle tek ilişkisi Endonezya'da görev alması galiba?

 

ÖM: Endonezya'da da en kanlı diktatörlüğün olduğu dönemdi.

 

HE: Bu ülkedeki ABD Büyükelçisi'ydi. Endonezya'yı kalkındırmaktan sorumlu değildi. Amerika'da Savunma Bakan Yardımcılığı görevi var. Özetle kalkınma ile uğraştığına dair bir bilgi yok. Bu sabah televizyonda Wolfowitz'i dinledim; "dünya halkları iyi olsa iyi olur" gibi bir şeyler söylüyordu. Onun dışında ben kalkınma konusunda bir çalışmasını ya da görüşünü bilmiyorum. Bu durumda Wolfowitz'in Dünya Bankası Başkanlığına önerilmesini "ABD bir hata yaptı" diye yorumladığınız zaman garip geliyor insana. Göz göre göre bu hata niye yapılır?

 

ABD Dünya Bankası'nı ele geçirmeye çalışıyor diye baktığımızda da bir gariplik var. Bir kere, ABD, zaten Dünya Bankası üzerinde etkin. Buradaki yenilik, Dünya Bankası'nın ABD yönetiminin politikasını uygulamak için bir araç olarak kullanılması, yani temel amacından saptırılması, olasılığı. O zaman da bu iş pek kolay gözükmüyor. Yani başarısızlık olasılığı yüksek.

 

Belki de Washington'un iç politikalarında neler döndüğünü bilenlerin söylediklerine daha çok bakmak lazım. Belki tamamen kendi iç işleri ile ilgili bir şey yapılıyor. Ama bu tayin süreci sorunlu olacağa benziyor. Engellenebileceğini sanmıyorum. ABD'de Kongre'den geçmiyor. Geriye Avrupa'nın veto etmesi kalıyor.

 

ÖM: Bir kere olmuştu galiba değil mi?

 

HE: Ters taraftan oldu, Amerika veto etti Almanya'nın IMF adayını. Ama Avrupalıların böyle bir hakkı var. Avrupalılar bu konuda anlaşıp veto ederler mi? Eğer ederlerse, o zaman da insanın aklına şu soru geliyor:"ABD bu kadar mı büyük hata yapar? Önceden veto edilmeyeceğini garanti etmeden açıklar mı?" Eğer öyle ise, o zaman Wolfowitz hakkında bir komplo var. Yani bu insanı hem görevinden atıyorlar, arkasından da kabul edilmeyeceği bir yere aday gösteriyorlar. Bu da garip.

 

ÖM: Ama o zaten kendisi bırakacağını söylemişti. Bir de Stiglitz'in yazdıkları var, "bu yoksulluğa karşı büyük bir savaşsa, böyle bir kuruldan bahsediyorsak doğru generalin seçilmesi lazım. Başkan güvenilir biri olmadan da Dünya Bankası yoksullukla savaşı asla yapmayacaktır" diye. Bana burada önemli görünen bir şey daha var, her zaman benzeri bir kalıpla karşı karşıya kalmış oluyoruz. Mesela, "BM aslında hiçbir işe yaramaz, uluslararası toplum ancak ABD'nin liderliğinde olabilir" diyen bir adamı, John Bolton'u getirip BM Temsilcisi yapıyor ABD. Bu taban tabana zıt gibi gözüken bir davranış. İkinci olarak Suriye ilgili olarak Bush diyor ki "işgal altında olan bir ülkede serbest ve adil seçim yapılamaz" diyor. İnsanla alay eder gibi, 150 bin Amerikan ve İngiliz askerinin işgali altındaki bir ülkede "serbest seçim yapıldı" dedikten hemen sonra başka bir ülke için "14 bin Suriye askeri tamamen çekilmeden burada seçim filan olmaz" diye konuşuyor. Aynı şey küresel ısınma konusunda da var; mesela Kyoto Antlaşmasını baltaladıktan sonra, küçük de olsa tedbirler alınmasını engelledikten sonra, ama hemen arkasından çıkıp temsilcisi diyor ki "Amerika zaten iklim meselesinde öncüdür, liderdir". Burada da aynı şey; dünyanın en savaşçı insanlarından biri olan Wolfowitz'i, hiçbir uzmanlığı olmadığı halde yoksulluk meselesi ile mücadele etmek için, üçüncü dünya halklarına yardımcı olması en uzak gibi görünen bir insanın tayin edilmesi de dünyanın geri kalan kısmının aşağılamak bir açıdan da... Bütün bu örnekleri de göz önüne alırsak, böyle bir kalıp da görüyorum ve endişeleniyorum doğrusu.

 

HE: Belki Bush, "çelişkilerden dinamizmin doğacağını" keşfetmiştir.

 

ÖM: Ben aslında Wolfowitz'in gelmesinden memnunum, çok yakından tanıdığımız, bildiğimiz, hoş bir insan!

 

HE: Evet, tanıyoruz. Peki Amerika'nın çelişkileri konusunda ben de bir örnek vereyim. Japonya, BM'nin finansmanında büyük yükü taşıdığı gerekçesiyle Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olmak istiyor. Buna Amerika'nın verdiği cevap "anayasanızın barışçıl niteliğini değiştirin, o maddeyi kaldırın, alalım sizi". Güvenlik Konseyi, barışı korumak için oluşturulan bir yer değil mi? Onun için Japonya'nın askeri gücünü sınırlayan maddenin kaldırılmasını istemek çelişki değil mi? Bu madde Japonya'nın askeri gücünün olmaması anlamına gelmiyor. Japonya'nın halen de büyük askeri gücü var. Ama bazı sınırlamalar geçerli. Bu bana çok garip geldi. Gerçi ABD'nin davranışlarına ilişkin olarak söylediklerinin hepsi garip geliyor ya...

 

ÖM: Bütün bunları senin verdiğin örnek, Chalmers Johnson'un yazdığı çok ilginç bir yazı, ben de sonradan okuma fırsatı buldum, orada da belirttiği şeylerle beraber ele alınınca o zaman bir hatadan çok, bütün dünyaya bir meydan okuma görüyoruz.

 

HE: Tabii. Ben de olayın hata diye alınmaması gerektiğini ve ABD'nin iç ve dış politikası dinamikleri şeklinde bakılması gerektiğini düşünüyorum. Ama konjonktür de bunun başarılı bir sonuç vermesine çok uygun gözükmüyor. Yine Johnson'ın yazısına bakarak söylüyorum, dünyada ABD'nin gücünü çok dağıtmasına yol açan gelişmeler oluyor. Bütün bunları bir araya topladığınız zaman böyle bir olay yerine, ABD'nin  Avrupa ile anlaşmaktan daha çok avantaj sağlaması söz konusu gibi geliyor. Ama niçin ABD Avrupa ile daha yakınlaşma yoluna gitmiyor çıkaramıyorum. Çünkü sonuçta, ABD'nin iktisadi çıkarları çok büyük ölçüde Avrupa ile örtüşüyor. Ondan sonra Çin var, onlarınki biraz karışık bir ilişki, hem aşk hem nefret...

 

Ama Dünya Bankası olayında Avrupa'nın karşısına niye böyle bir şahıs çıkarılıyor? Bunun mantığını kavramak zor. İnsan herhalde Washington politik ortamının sorunları yansıyor olabilir diye düşünüyor. Eğer bu da değilse, göz göre göre acayip hata yapıldı noktasına gelinebilir.

 

ÖM: Belki bu noktada ekonomist Joseph Stiglitz'in yazısının son cümlesi ile bağlayabiliriz "bu yoksulluğa karşı savaşsa, bu savaşta doğru generali seçmek zaferi kesinlikle garantilemez, ama yanlış generali, yöneticiyi seçmek kesinlikle başarısızlık şansını çok arttırır" diye bitirmiş.

 

HE: Ben buna tamamen katılıyorum.

 

(17 Mart 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)